başım üstünde şemsiye yerde yapraklar fısıltılar akıyordu ayaklarımın arasından kapattım şemsiyeyi bir yıldız düştü
ii
yeşilin içindeki yeşilleri göreceksin mavinin içindeki mavileri seslerin içindeki sessizliği artık beyninin gerisinden konuşacaksın soğancığının o sağır ama konuşkan beethoven'in kulaklarından o sadelikte bir kallâvi kahve her yerin ağrıyacak sen ağaracaksın denizin ortasından yükselen bulutlarla bir dolunayleyin bir ayağın gökte bir ayağın dal uçlarında yeni bir meyva olgunlaşıyor olgunlaşmış düşecek dalından ölümsüz ölüm
iii
sessizlikten yaratmışsa evreni yaradan seslerden sessizlik yaratmaktır yaratıcılık
iv
devrimin kığıştısı, hâyi-huyu içinde en sâkin atom çekirdeğidir parti susarak konuşur konuşarak susar moleküllerin en gıcırtılı halkasını yoklaya kollaya
v
suyun gözü yeşil başlı ördeklerde fal bakıyor tenine çizdikleri hârelerle
vi
dinle dinle yağmur damlalarını kısalarıyla uzun uzun hızlanıp hızlanıp yavaşlayan yapraklar da çoğalacak azala azala tize doğru pesten sonunda sonunda anasonda ne yaprak kalacak ne ağaç siyahlar beyaz beyazlar siyah geride patlamıyor artık flaşlar cazın başladığı kıt'a arabı çekilmez karanlık mau mau yağmurlarıyla fındık faresi kaçıyor kendinden ufak bir oyuğa
vii
timsah ki bir ecderha... o mağara ağzı dişleriyle kurtların kuşların gelinciklerin şerrinden çamura gömdüğü yarsularında kendi başına kıramayacağı sert mi sert yumurtalarını ağzına alıp ısırırmış usulca ne büyük şefkatle ki çıt dediğinde kabuk çıtsızlıktan çınlarmış bataklık sazları kamışları hep ters yana yatıraraktan
viii
uyandırıldı mı ihtiyarlar uyuyamazlarmış gayrı uyuduk mu bir daha uyanamayız diye
ix
aşkın iki sükûtu olacak biri bakışıp, bakışıp, konuşup elele tutuştuktan sonra
ikincisi sevişip, sevişip, sevişip oraları suya erdiği yerde
bir üçüncüsü neden olmasın ayrıldıklarında oysa sükûttan ziyade sükut uçurumda yeni bir mevsim keçi boynuzlarıyla
x
başında birinci dünya harbi'nin rusya'dan almanya'ya geçerken sınırda piyastos ederler nicinski'yi şifre bulunmuşmuş da üstünde koreografi notları aslında onlar uçan adam'ın kendi icat ettiği... iki ay çileden sonra damda paris'e varır bir bale resitaline çıkar önceden ayarlanmış... o bir sıçrayışta beş metre atlayan balet sahneye çıkar çıkar ama hiç kımıldamaz bir yirmi dakka kılı kıpırdamaz harbi protesto için bir alkış bir alkış... tımarhâneye götürürler ordan otuz yıl daha yaşar dört duvar arasında kımıldamadan konuşmadan
xi
ölüm nedir diye sorsalar toprakla aptest almaktır derim sular kesildiği zaman kâfirler tarafından
xii
susmak nedir diye düşündüm hep bütün konuşan aygırlara bakarak benden önce yaptı memleketin ilk metrocuları tüneller tüneller kazarak kitlelerin haklı sesine doğru çıt çıkmadan elyordamıyla nefeslerinin çapaçullarıyla adım adım adım adım adam adam adam yüreklerinin çırpıntısıyla kılları koparmadan kitlelerin nabzına doğru
xiii
en deli renkler çizgilerle gören gözlere tünekler kurar "konsun üstüne, dinlensin diye kuşlar"
xiv
sizhiç bir damla yağmurla bir tuttunuz mu dünyayı birden çıplak başınıza damlayan sonra bir sağnak ayaklarınızı ıslatan üstlüğünüzü geçip teninize işleyen bir medar yağmuru sonra bir ebemkuşağı geçin o kemerin altından öbür dünyaya sessizce
xv
bir kilo fasulye çakıl taşları akpak çayın dibinde güler inebolu pazarından almış önce ıslattım beklemeye bıraktım bir gece uyudular resmen belki de düşsüz ertesi günü kaynamış suya attım fıkırdamaya başladılar çocuklarleyin tencerenin kenarından taşarcasına bir eyyam sonra döktüm sularını yeniden kaynattım yeniden o cümbüş türküler mayalar süzdüm fasulyeleri kevgire dildiğim soğanları kavurdum tencerede pembeleninceye önce iki büyük kaşık fasulye aktardım içeri üzerine beş dilim pastırma dizdim ucuzundan üstüne iki büyük kaşık daha fasulye sonra beş dilim pastırma daha böyle böyle tencereyi besledim bastım tepelerine salçayı kaynadılar bir taşım daha fokurtu başlamadan aldım üstünden ateşin bıraktım dinlenmeye evlenmeye ikinci gece yıldızların beklentisi içinde ertesi günü öyle bir pastırma yazı ki afiyet olsun!
xvi
sen bir sazsın rüzgâr vurdukça üstüne tınlayan ellerim olabilir ama parmakların daha çok rüzgâr yıldız poyraz en iyisi sen bir sazsın artık tınlıyacaksın en gizemli seslerini evrenin suretinde açan menekşelerleyin belli etmeden hiç bir tın bir çın bir can bir canan babamın dediğince
xvii
gökyüzünün yaylasından düze inerken büyük mallarla küçük mallar bulutlar ebrular karara karara sanki bir perdeye çevrilir yüzünüz ister istemez bir şimşek parıltısına gökgürültüsünden önceki ışık ve sonra yağmur veya sağnak dinip de kuruldu muydu üstümüzde o ebemkuşağı aynı mutlu sessizlik biri önce biri sonra yağmurdan aynı ama aynı toprak kokusu
xviii
anımda anamdan ne kaldı bana? bir ıhlamurlar kokusu, sonra beni yıkarken ki ellerinden ellerinden yumuşacık ellerinden inen pembe sabun köpükleri... bir de doğurgan bir çığlık kaldı ondan sarhoşken sessizlediğim
xix
nereye mi gidecektik sen boşalmış bir şehre mesela sinop'a tam dranas olunacak yer insanlarla tenha anlamsızlığı kalabalık bir söz düşse ağzından bir gemi yanaşıyor olmadık bir limana sessiz gemi albatroslarıyla
xx
çok tatlı bir düş görürken birden -öyle de mutlusundur ki- düş düşüverir onuncu kattan böyle düşlerdir hep ömrümüzce süren onuncu kattan düşmüşçesine konuşur konuşur konuşurken sebepsiz dan diye susuvermemiz sanki bir daha konuşmamacasına? kimbilir belki de ölüm hatırlamaktır önce öldüğümüz bir ölümü eflâtun?un dediğince insanlar dünyaya gelirken bütün dilleri bilirlermiş de unuturlarmış sonradan ölüm de bu emsal bilip de unuttuğumuz bir dil olmasın hatırlanmaya muhtaç?
xxi
ölürsem neye gam yerim ki en çok? bidaha küfredemeyeceğime
xxii
ortalık alacakaranlık elektrikler pır pır yanıyor bütün cezaevi ayakta idam! susan sade asılacak olan! ne yazık françois villon, oscar wilde ve nazım'dan sonra çıkmamış daha havada sallanan ayakların konuşkan sessizliğini anlatan...
xxiii
oylum oylum kubbelerin tapınakların içinde eylim eylim boşluklar yapındırmaktır mimari resmin de resmiyeti odur zaten
xxiv
satranç oyunu çapadır bir atılmış derine sesi sedâsı çıkmayan haçlı seferi kalelerden saldırsalar da ses çıkmaz ne mancınık ne balyemez atlar kişnemez filler böğürmez vezir hutbe okumaz piyadeler geberseler de birer birer ses verir sır vermezler yine de hepsi şah der sırasında şaha tek şahlar birbirine şah demeyen ne barışsever kullar ne hırsız-gürsüz sultanlar...
xxv
çakır gözlü sait gezerken burgaz'da bir bahar günü bir rahip görmüş çiçeğe durmuş bir ağacın altında hışşt sesleri kol geziyor etrafta yeşil salatalar içinden ve deniz adı bilinmedik turfanda bir sebzevat o anda ağacın üstündeki güneş gözlü sincap uzun tırnaklı önayaklarını sarı tüylü yanaklarına götürerek pışşt demiş... kimse oyuna getiremez çünkü yaşam tehlikesini edebiyat adına bile olsa... demek ki sait istemese de sincap sait'ten korkmuş ve atlamış bademden kiraza