bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
güç bela oturduğum şu bilgisayarın başından kalkmak bazen güç oluyor. gırtlağıma dolanmış, nefes almamı zorlaştıran sarmaşığı gevşetecek sözcükleri yan yana dizmek eskisi kadar etkileyici değil artık. ne dersem diyeyim hep bir boşluğu çoğaltıyor. yeniden yeniden anlatma isteğiyle daha sıkı dolanıyor sarmaşık boğazıma.
öğle arasında ofiste arkadaşlar arasında bir fal muhabbeti dönerken, önerdikleri kadına bir de ben gideyim deyip gittiğim günden beri pek de huzurlu sayılmam. belki de aradığım yanıtları vermediği için bütün suçu tarot kartlarına yüklerken, asıl gerçeği yitirdiğim ve ayaklarımın dünyaya basmadığını fark ettiğimdedir bütün huzursuzluğum. kadın bir iki saniye yüzüme bakmış, on beş tane kart seçmemi istemiş, bir kağıttan okur gibi hiç sırasını bozmadan art arda sıralamıştı sözlerini. sarkık yanaklarına, boynunun genişliğine, parmağında şişmiş yüzüğüne, bileğindeki yeşil damarlarına bakmıştım da dediklerini bir nebze duymamıştım. kısık sesle ve hızlı konuşanları duymakta zorlandığım gibi birbiri ardını takip etmekte güçlük çekiyordum son zamanlarda. bana sor dediğinde, dudaklarıma yapışıp kalan o soruyu soramadım. bana sor dediğinde, bir çiçek sessizliğine bürünmüş ismi mırıldanamadım. bana sor dediğinde, bakıp kaldığım yeşil damarlarının sonu nerede bitiyor diye merakla sustum. kocası nasıl biriydi? o da falcı mıydı? yoksa emekli bir kahvehane adamı mıydı?
"iki ay sonra evleneceksin."
"kendinle çok uğraşıyorsun."
"çok safsın."
"çok kalp kırıklığı yaşamışsın bu yüzden yıldızın düşük."
"bu yıl senin için çok rahat geçecek."
"bayrak görünüyor. gideceksin ankara'dan."
işte bu bayrağı o an sevmeye başladım. gideceğime dair beslediğim yarı karanlık umudu biraz olsun aydınlatan bu sözüne sarıldım. kadına sarıldım. boynunun genişliğinden başlayıp sımsıcak göğsüne gömülene kadar.
yılbaşı için gönderdiğim tebrik kartının ulaştığına dair dönüş yapmamasına karşın çantamda taşınmaktan yıpranmış, kırışmış mektubu gönderip göndermemek arasında sıkışıp kalıyorum. biliyorum ki, aynı sessizliğini korumaya devam edecek. çıt çıkmayacak. çıt!
yeniden görüşmek üzere dediğimiz andan yeniden görüşemeyeceğimizi kanıksaya kanıksaya gittiğim istanbul'a dört bardakla şarap içip ardından bir kadının kasıklarına kusup da döndüm. tiksindim kendimden. bir kadın, sizin kasıklarınıza tam da sevdiğiniz güzel organınıza kusmuş olsaydı, basardınız küfrünüzü. parkeler ayaklarımın altında kırıldı. duvarlar, rüzgarın şiddetiyle çatladı. pencereler patladı. perdeler söküldü. bütün dünyanın kırığı yüzüme yüzüme çarptı. çarptı durdu. çarptı durdu da kusmalarım dinmedi. daha fazla ne kadar içebilirdim de kafamın içinde dönüp duran o kuruntuların üstüne üfleyip dondurabilirdim. uğultu dinmedi. kafama geçirilmiş bir poşet gibiydi. nefes almak için soludukça yanıyordum. sımsıcak oluyordu yüzüm. gözlerim terliyordu. yanaklarım ıslanıyordu. ne kadar özür dilesem de öyle hatırlanacağım. kırmızı loş ışığın altında kusmuklarını geri yutan kemikli bir kadın olarak. tiksinçle. kolumdan tutup duş kabının içine sürüklediğinde, "bunu yapmak zorundayım" deyip fiskiyeyi başıma tutmuş, buz gibi suyun altında direnmiştim çıkmak için. kaç dakika öyle sürdü bilmiyorum ama üşüdükçe uğultu kesilmeye başlıyordu. ardından sıcak suyu açtı. gevşedim. yığıldım.
geç bir vakit olmasına rağmen bünyemin vazgeçmediği erken kalkma alışkanlığımı tekrarladım. uyandığımda top gibi kıvrılmış yorganın altında, "iyi ve kötü şeylerle karşılaşmış olmamızın tamamen tesadüf" olduğuna karşılık hiçbir teori üretemiyordum. boynumun uyuşukluğu, yeniden uykuya sürükledi.
ne kadar çok kafamı meşgul edersem o kadar kendimi teselli edebilirmişim düşüncesinden uzaklaşmak bana korkunç geliyor. düşünmeye zerre yer vermemeliyim. neler üretebileceğim üzerine kafa patlatmak zamanın akışını kolaylaştırsa da ben hala aynı yerde, aynı zamanda bir anıt gibi oracıkta kalakalıyorum. tütüne yeniden başlamak istiyorum. bir de tütünü serinletecek içinde bir güzellik oldu mu iyi gelecek gibi. gibi. gibi.
ayaklarım ısrarla postaneye git derken, bir yanım böyle çılgın düşüncelere kapılma çok mutsuz olacaksın diyor. ne leyla olabiliyorum ne şirin ne aslı. bir gün olamıyorum hepsi bu. olamadığım yerde bu kırışmış mektup ulaşmalı mı kendisine? hı? ne dersin?