büyü ile ilgili çocukluğumdan beri kafama takılan en büyük sorulardan birinin kuran-ı kerimde yer alan cevabıdır kendileri.
bizim çocukluğumuz sokaklarda geçti. öğlen sıcağından gece saatlerine kadar mahalle maçları, aylıklar, dokuz taşlar, kale baskınlar, kız kaçıran ve torpil patlatmalar. göz gözü gördüğü her an bu oyunlar bıkılmadan usanmadan oynanırdı. akşam saatlerine yaklaşınca gün içerisinde biriken yorgunluğun da etkisiyle kaldırıma dizilir ve bizler için günün en çarpıcı aktivitesine; cin hikayeleri anlatımına geçilirdi. çarpılanlar, ölenler, sakat kalanlar, mezarında ters dönenler, delirenler, intihar edenler... vallahi de o senaryolar şu anki hollywood filmlerinde yok yeminle. her olayın altındaki mantığına bok varmış gibi takılan ben, bir gün dedim "şimdi biz cinleri göremiyoruz, duyamıyoruz. e büyücüler bu büyüleri nasıl elde etmiş de bunlarla iletişim kurabiliyor o zaman amk?!" yani ilk ne zaman başlamış bu döngü diye. çocuk aklımla mantıklı bir soruydu, ne bileyim o yaşta dinde her şeyin "mantıklı" bir fantastik cevabı olduğunu. neyse ilerleyen yaşlarımda islamı inceleme aşamasındayken bakara suresinin 102. ayetinde aradığım sorunun cevabını bulmuş oldum.
"...ve onlar, babil'deki iki melek hârût ve mârût vasıtasıyla ihdas edilene [uyarlar]- gerçi bu ikili, öncelikle, "biz sadece ayartıcılarız: sakın [allah'ın vahyettiği] hakikati inkara yeltenmeyin!" şeklinde uyarıda bulunmadan hiç kimseye onu öğretmediler. ve onlar, bu ikiliden, karı koca arasında nasıl huzursuzluk çıkarılacağını öğreniyorlardı; ancak allah'ın izni olmadan onunla hiç kimseye zarar veremedikleri gibi sadece kendilerine zarar veren ve hiçbir faydası olmayan bir bilgi ediniyorlardı; oysa onlar, bu [bilgiyi] edinenin ahiret hayatının güzelliğinden nasipsiz kalacağını iyi biliyorlardı. doğrusu, karşılığında ruhlarını elden çıkardıkları o [sanat] ne kötüdür, keşke bunu bilselerdi! "
şimdi burada öncelikle ilk vurgulanmak istenen bu iki şahsın baştan bunun yanlış olduğunu belirtip o şekilde öğrettikleri. bunu uygulayıp uygulamamak kişinin kendi öz iradesindedir ve büyü işe yarasın ya da yaramasın allah'ın koyduğu düzen ve kanunlar dışına çıkmayı amaç edindiğin için günahı senin boynunadır güzel kardeşim diye belirtir. ha diyebilirsiniz ki madem kötü bir şey neden o zaman allah böyle bir duruma müsade ediyor? size sadece tebessüm etmek ile yetiniyorum.
peki bahisleri geçen hârût ve mârût kimlerdir? bu kişilerin sıfatı hakkında iki söylenti var, iki melek ya da iki kral. bunun sebebi de arapça yazılış ve telaffuzları birbirinin çok benzer olmasından ileri gelir "melekeyn" yani melek. diğeri de "melikeyn" yani kraldır. günümüzde çoğunluk "iki melek" olarak kabul etse de sahih rivayetlere göre (taberî, zemahşerî) hz peygamber'in seçkin dostlarından ibn-i abbas ve sonraki kuşaklardan birçok alim (hasan basrî, ebu'l-esved ve dehhâk) onları melikeyn yani kral olarak kabul eder. bazı alimler ise her ne şekilde kabul görürse görsün onların "iki muktedir kişi" ya da "iki ruhani kişi" oldukları konusunda fikir birliğine varılmasını savunur. her ne olursa olsun şurası kesindir ki, babil, eski zamanlardan beri efsanevî hârût ve mârût kişilikleri ile sembolize edilen sihir sanatının ana yurdu olarak ünlenmişti; işte kur'an'ın her türlü sihir ve göz boyama teşebbüsünü ve genel olarak her türlü esrarengiz ilimlerle uğraşmayı kınamak amacıyla işaret ettiği efsane budur.