1. bugün burada; bir 2. dünya savaşı gazisi olan, tanıma şerefine erişemediğim öz dedem hakkında yazılmış bir makalenin çevirisini paylaşacağım.
    ruhun şad olsun teymur dedem...

    kendisi 7 dilde tercüman, şair, yazar ve öğretmendi. benim dile olan yeteneğim şiire olan ilgim onun genlerinden kaynaklanıyor olmalı...

    -

    1956 Ocak ayında Türk Gazetesi yeni bir yazı dizisinin reklamını yapmaya başladı. Serinin adı “Stalingrad Cehenneminde 95 Gün Çarpışan Türk” olacaktı. 45 günlük seride okurlar, Nazi SS Subayı olan eşsiz bir Türk’ün kaleminden İkinci Dünya Savaşının en kanlı maceralarına tanık olmaları için davet edilmişti. Bu eşsiz Türk, Teymur Ateşli adında bir adamdı. Fragmanda Ateşli’nin Azerbaycan’dan geldiği ve siyasi kargaşa sonucunda bir hapishanenin karanlık bir köşesinde doğduğu söylendi. Serinin ilk bölümü “Eski Alman SS Subayı Teymur Ateşli Kimdir?” başlıklı Ateşli’nin Azeri Türk olduğunu açıklayan biyografik makale ile birlikte 15 Ocak 1956 Günü yayınlandı. Ancak serinin başlığı altında; Ateşli; Azerbaycanlı oluşunun daha çok bir coğrafya meselesi olduğunu vurgularken Türk’lüğün kan ve ırk meselesi ve varlığının özü olduğunu okurlara aktardı. Ateşli; I. Dünya Savaşında Türklerle birlikte Çanakkale’de savaşmış olan Nazi bir Albay’ın bir defasında ona tekrar bir Türk’le birlikte savaşmaktan ne kadar hoşnut olduğunu söylediğini anlatıyor. Ateşli de cevaben ona Türk olmasına rağmen, Türkiye’li olmadığını, Azerbaycanlı olduğunu söyler. Nazi Albayı da bunun Doğu Prusya’dan hiç farklı olmadığını söyler: “Anavatan’dan o da ayrı ama halen Alman toprağı”

    Ateşli’nin doğum yeri biyografik metinde Bakü’nün kötü şöhretli “Bayıl hapisanesi” olarak geçiyor. Ateşli, 1922 yılında annesi ve iki büyük erkek kardeşinin Komünist yetkililer tarafından tutuklanmasından sonra doğdu. Çünkü Babası; Azerbaycan’ın ulusal kahramanı, dağlarda ve ormanlarda Ruslarla savaşıyordu. 14 yıl önce Bayıl, daha o zamanlar tanınmayan genç bir devrimci olan Stalin’e de ev sahipliği yapmıştı. Hürriyet Gazetesi bu bağlantıyı vermedi ancak okurlarına, Ateşli’nin acılar içinde doğuşunun; Bolşeviklerin kendi Azerbaycan’ının “özgürlüğünü çiğnediği” zamanı takip eden bir dizi acımasız baskıların başlangıcı olduğunu aktardı. Çocukluğu ve gençliği yoksulluk içinde ve felaketlerle geçti. Ancak; Rus toplumu tarafından suçlu görülmesine rağmen, üniversiteye girmeyi başardı. Ateşli’nin eğitimi; 1940’da , Sovyetler Birliği’nin Almanya’yı işgali sonrasında Kızıl Ordu’ya çağırıldığında yarıda kesildi. İşgal altında olan Polonya’ya gönderildi ancak Sovyet Askeri Kariyeri 1942’de düşmanın eline düştüğünde kesintiye uğradı. Bu nokta Ateşli’nin hikayesinin sıradışı dönüm noktasıdır. “ Ona vatanında çektiren tüm zulüm için büyük bir intikam duygusuyla dolu olarak, Teymur Ateşli Alman Ordusu’na kabul edilmek için gönüllü oldu.

    “Nazi Sorusu”

    Ateşli; yazı dizisi boyunca Alman meslektaşlarının gözünden ve kendi gözünden “bir Türk olmanın ne anlama geldiğini “ yansıtır. Türkler; kahraman, onurlu ve sadıktır. Arkadan bıçaklayan hain değil! Hürriyet ve yazar; hain-kahramanlık olgusunu tamamen açık olarak sundular ve Ateşli gerçekte bir hain değildi, çünkü Almanlarla beraber Ruslara karşı birleşmeye karar vermişti. Sovyetler Birliğinden gelen Türk kökenli bir adam için, Nazi’ler ile birlikte savaşmak ihanet değildi. İhanet için güven bağı gerekir, fakat ezilmiş inatçı bir (öncelikli olarak Türk olan) Azeri ile onun muhalif Rus zalimleri arasında ne gibi bir bağ olabilir?

    Ateşli’nin düşmana katılma kararı, hem rasyonel bir karar, hem de Türk birliğinin ve kurtuluşunun en büyük sebebi olan sadakatin tutkulu bir ifadesi olarak yazılmaktadır. Ateşli “Mümkün olan en kısa zamanda” başlıklı yazısının girişinde şöyle yazıyor: Savaşmak istedim; bana, aileme ve ırkdaşlarıma yaptıkları işkencelerden dolayı Ruslardan intikam almak için… Daha sonraki bir bölümde Ateşli, Sovyet safındaki bir Azeri Türkü ile beklenmedik karşılaşmasını anlatıyor – ki bu onun kuzeni Muzaffer. Muzaffer; Türk okuyucularının kötü bir emare olarak göreceği “Rus Ermenisi” ile devriye geziyor, fakat Ateşli iyimserdir: “ Kuzenim, onun milletini, kardeşlerini ve dindaşlarına işkenceler yapan Kızıl Ruslara karşı nefret besliyor olsaydı, sözlerim onu doğru yola getirebilirdi.” Silah zoruyla Muzaffer ile karşılaştığında ümitleri tükeniyor. Kuzeni onu hain ve vatan haini olarak nitelendiriyor. Ateşli burada sadece kendi için değil, Bolşevikler tarafından tamamen beyni yıkanmış olan Muzaffer için de üzülüyor. “Asıl hain sensin, sen vatanını satarsın” diye cevap veriyor.

    Stalingrad yazı dizisinin her bölümünde, yazar fotoğrafında Ateşli, SS üniformasını giyer. İfadesi, dik bakışları, ve ciddi yüz ifadesi, tesadüf eseri olmaksızın, bize Türk Irkını savunmak için savaşan Türkiye Cumhuriyeti’nin son kurucusu ve ülkenin en saygın adamı olan Mustafa Kemal Atatürk’ü anımsatıyor. Peki ana akımdan olan bir gazete neden Nazi’ler için savaşmaya gönüllü olan bir adamın hikayesini yayınladı? Neden Azeri ilticacı ile modern Türk devletinin babası arasında görsel ve retorik bağlantılar yarattı? Ateşli’ye ve Azerbaycanlı insanlara eziyet eden, ve 1956’da Türkiye’yi ve Nato mütteffiklerini tehdit eden Etnik olarak heterojen bir Bolşevik, daha sonra da Sovyet önderliği ve komünist ideolojiydi. Yine de ; düşmanları kötü Bolşevikler ve Komünistler olarak hor görse de; Hürriyet yazı dizisi Marksist-Leninist ideolojinin tehlikelerini göstermek için zaman harcamıyor. Bunun yerine; okuyucular iyi ve kötünün ırksallaştırılmış bir dramını sunuyor. Bu bağlamda Ateşli’nin temsil ettiği haklı ve cesur Türk ırkının, ahlaksız ve cahil Ruslara savaşmaktan başka şansı yoktur.
    Almanlara gelince, Ateşli,anavatanını Rus işgalinden kurtarmak için elinin mahkum olduğu nihai görevinde Almanları müttefik olarak takdir ederken, onların takdire şayan verimliliklerine rağmen, onur eksikliğinden dolayı ölümcül bir şekilde engellendikleri sonucuna varır. Başladıkları savaş temel meselenin yanında, Almanlar bu dramada ikincil bir niteliktedir. Naziler geri dönülemez bir sonun sadece sorgulanabilir bir yoluna neden olur – Türk Irkının özgürlüğü ve birliği.

    Ateşli’nin Hikayesi

    Ateşli hikayesine güneşli bir sonbahar gününde, Stalingrad istikametinde olan Don nehri kıyısında ilerlerken başlar. Almanlarla birlikte ortak düşmanlarına karşı savaşmak için gönüllü olduktan sonra Ateşli; Berlin’deki bir askeri okula kısa bir eğitim için gönderilir. Başarıyla programı tamamladıktan sonra Teğmen rütbesini alır. Kültürel sermayesi, Rusçayı akıcı şekilde konuşması, Kızıl Ordu’nun iç işleyişine hakimiyetinden ve Rusları ve diğer Sovyet insanları arasındaki yaşam deneyiminden dolayı; Sovyet cephesine gönderilir. Onun Alman komutanları, kendilerine olmasa da, Ateşli’nin amacına olan bağlılığının samimiyetine ikna olmuş olmalıydılar. Ayrıca Kızıl Ordu saflarında “onun gibi öfkelenen Türkler” gibi başkalarını yetiştirmek için onun öncülüğünü takip etmenin yararlı olduğunu umuyor olabilirler. Bu gerçek, Ateşli’nin Stalingrad savaşı ve görev sırasında yaptığı görevlere de yansır. Stalingrad’a gelişinden kısa bir süre sonra; Rus bombardımanının ardından, savaştaki cesaretinden dolayı bir Alman askeri onur madalyası olan “EisenKreuz” (Demir Haç)’a layık görülür. Bir Müslüman olarak Ateşli bir haç takmaktan kendi içinde çelişse de, daha büyük bir misyon uğruna, Almanları gücendirme riskine girmemeye karar verir.

    Kısa fakat olaylı açık cephe çatışmalarının ardından, Ateşli; istihbarat almak ve yüksek rütbeli hedeflere yakınlaşmak ve suikast yapmak için defalarca düşman hatlarına gönderilir. Bu görevlerden birini takiben, Rus tutukluların açlıktan ölmek üzere olduğu bir Alman hapisanesini ziyaret eder. Ateşli; Rusları gerçekten bu kadar acınacak halde görmenin kendisini iyi hissettirdiğini yazsa da, aynı zamanda kendi kökeninden olan insanları da Alman safına getirmeyi umuyor. Mahkumlardan bazılarıyla konuşurken, aralarında eski edebiyat öğretmeni de olmak üzere birkaç Azeri Türk’üyle tanışır. Kampta 200’den fazla insan olduğunu, ancak aksini iddia etmelerine rağmen Alman’ları Yahudi olmadıklarına ikna edemedikleri için infaza götürüleceklerini öğrenir. Bu, Ateşli için Alman yoldaşları hakkında bir tereddüt getirmez ancak onu kamptan sorumlu olan albaylığa koşturur ve Ateşli, bu tutukluların Ruslarla savaşmaya hazır Türkler olduğunu açıklar. Ateşli’nin göğsündeki Demir Haç’tan açıkça etkilenen Albay ona inanır ve bu yeni gönüllüleri Rostov’da Almanlar için savaşmaya göndereceğini söyler. Böylelikle okuyucular, Ateşli’nin Almanlarla çalışabilmek için kendi dini unsurlarını feda ederek en azından bazı Türk / Müslüman hayatlarını kurtarmayı başardığını kavrıyor.
    (Böylece, Almanların ilk başta bu hayatları sonlandırmak için karar vermelerinin, ırksal saflık vizyonuyla bağdaşmadığı açıkça anlaşılıyordu.)
    Ateşli’nin görevinin doğası onu Stalingrad (kavrulmuş toprak - her iki taraf için de orantısız sembolik bir ağırlık taşıyan bir kentten kalanlar) Muharebesinin merkezi çarpışmasından uzakta tutarken, bu görevler onu Rus askerleri, subayları ve sivilleriyle temas halinde olmasına yardımcı oldu. Bu temas; yazara, okuyuculara onların ırksal kusurlarını ilk elden sunma fırsatını, ve kendi eşsiz Türk erdemleri arasındaki keskin karşıtlıkları resmetmesini sağladı. Savaşın öfkeli temposu, her iki tarafında ölülerini gömmesini engelledi ancak meslektaşlarından biri ona yarı çıplak rus cesetlerini bulduğunu söylediğinde, Ateşli şöyle der: “Anlaşılıyor ki geri çekileseler bile Ruslar kendi cesetlerini soymaktan geri kalmıyor.” Ruslara karşı intikam dolu olmasına rağmen, açlıktan ölen savaş mahkumlarına acır ve çevredeki köylerden yiyeceklerini kampa bağışlamaya ikna eder. Ancak bu sonuçta nafile bir harekettir – Ruslar Alman savaş mahkumu kamplarını bombalayarak kendi adamlarını öldürüyorlardı. Ateşli; bu hamlenin esir alınmış askerlerin kendilerine karşı olabilecekleri ve düşman safında savaşabileceklerini korkusunun ve acımasızlıklarının göstergesi olduğunu söyler.
    Ateşli Ruslarla en yakın temasını, kendisi ve arkadaşı Hans istihbarat misyonunda düşman hattının ardına gittiklerinde yaşar. Rus üniforması giyinmiş olarak; terkedilmiş ve harabe Stalingrad sokaklarında yürürken devriye gezen bir Rus subayı ve askeri tarafından durdurulur. Ateşli, kendisinin ve Hans’ın neyin peşinde olduklarını açıklamaya çalışırken, subay onlara ceplerini boşaltmayı emreder. Alman istihbaratı, iki adama da Rus askerlerinin taşıyacağı eşyalar vermiştir; Sovyet cep bıçakları, ayna, yara bandı, ve Rus sosisli sandviçi. Onları sorgulayan Rus subayın dikkati sosisli sandviç yüzünden dağılıri iki tanesini kendi için alır ve birini de yanındaki askere verir. Açlıktan ölen bir adam gibi sosislileri yutan Ruslar artık daha dost canlısıdır ve hatta neden oldukları rahatsızlıktan dolayı özür dilerler. Dört asker şimdi Kızıl Ordu genel merkezine doğru yol çıkarlar fakat ikisinin yüzü yeşile döner ve yere düşer ölürler. Ateşli okuyuculara Rusların ne kadar pisboğaz olduğunu bildiğini belirtir ve istihbarat görevlerinde Alman casuslar her zaman zehirli sosisli sandviç kullandıklarını söyler.O ve Hans sakin kalabilmişti çünkü Rusların kendi ölümlerinin aracı olduğuna inanabileceklerini biliyorlardı.

    Ateşli ve Hans artık kendi işlerini yapabilmekte, ve düşman hattının ardında çalışan Alman istihbarat birimiyle temas kurabilmekteydi. Nihayet Ateşli’nin komutanı ona yıldırıcı bir görev verir. İki yüksek rütbeli Rus Subayını zehirlemesini ve kellelerini ispat olarak getirmesini ister. Alman subayı ona “ Türk olduğunu göstermesini söyler. Üstün ahlak anlayışıyla Ateşli, bunun onur bir görev olmadığını bilir “ Savaş meydanında intikamımı asilce almayı dilerdim”. “ Yine de amacımı gerçekleştirmek için komünistler gibi berbat şeylerden kaçamam.” Bu misyon açıkça Ateşli’nin hem kendi kendini kontrol etmesi hem de misyonunu her ne pahasına yerine getirmesi konusundaki kararlılığı arasında zorlu bir mücadeleyle karşı karşıya bırakmıştır. Görevinin anahtarı “Natasha” adında genç bir kadındır. Öldürmesi gereken adamların bu kadının evine sık sık uğradığı biliniyor. Ateşli, onun güvenini Novosibirsk’te hizmet verirken Kızıl ordudan arkadaşı olan kardeşini tanıdığını iddia etmesiyle kazanır. Natasha ilk buluşmada genç yoldaşın onlara yatak odasında katılması için zorlar. Bariz açık şekilde kadınsı cazibesiyle karşı karşıya kalan Ateşli, kendini kontrol etmek için mücadele verir. Hayali arkadaşının kız kardeşi gördüğü üzere, “güzel bir malmış”.

    Ateşli, o gece öldürmesi gereken Rus subaylarını eğlendirecek olan Natasha’yı ve iki genç kadını bulmak üzere geri döner. Bu tam bir zamparalık ve sefahat sahnesidir: bütün Rus subaylar zil zurna sarhoş ve kızlar belden üstü çıplak. Ruslar sarhoş olduktan sonra konuşma ve eylemlerinde daha çok hayvanlaşırlar. Ateşli ise, tetiktedir. Sadece içiyormuş gibi davranır ve hedeflerini en iyi zehirleyebileceğini düşündüğü için domuz sosislilerine dokunmadığından emin olur. Sonunda çiftlerin tamamıyla sarhoş olduğunu ve ona dikkat etmeyeceklerini gördüğünde, Natasha’yı onu beklemesi için yatak odasına gönderir. Birkaç kadehi şarapla doldurup üzerine birkaç damla da zehir damlattıktan sonra, Rusların içmeye devam edeceklerini bildiğinden kadehleri birlikte olan çiftlerin yanına bırakır. Onları sonlarına bırakarak, yatak odasında Natasha’ya katılır. Ateşli onun kıvrak bedeninden etkilenmiştir fakat ardında yarım bir iş bırakamaz. Onu öldürmelidir. Bir kadeh zehirli şaraptan ona ikram eder, o da bir Rus olarak içer. Ateşli zehrin işini yapmasını izler. “Nihayet, aşk ve şehvetle yanan güzel vücudu hareketsizdi. Ve sonra “yapılması gereken emredilmiş olan iğrenç ve korkunç görev” zamanı geldi. Bir çok kez, belki de yüzlerce kişiyi öldürmüştü ancak, bu onun kurbanlarının ilk başlarını kesme deneyimi olacaktı. Merkeze döndüğünde Ateşli’nin komutanı kesik başları inceler. “Bunlar onlar, tebrikler Teğmen! Görevinizde başarılı olacağınızdan hiç şüphem yoktu.” Eğer Ruslar tanıdık klişelere sahip; sarhoş ahlaksız ve haksız ise, Almanlar’da önceden tahmin edilebilir şekilde Robot gibi insanlardı. Ateşli görüyor ki, onların büyük erdemleri , bazen onların en büyük kusuru…

    Yazan: irina levin

    Çeviren:

    #119140 opethian | 6 yıl önce (  4 yıl önce)
    0kişiye özel