iki arkadaşım bir de ben, iki günlük küçük bir gezi yaptık gaziantep'e. cuma sabah 7:45 de uçuş başladı. dokuzu az geçe indik. yağışlı ve soğuk bir gündü. önce kahvaltı dedik. havaalanından taksiye bindik ve meşhur orkide pastanesine gittik. orkide pastanesinin kahvaltısı standart şehir kahvaltısı. yöresel bir şey yok. antepli kahvaltıda beyran yermiş. zeytinli peynirli kahvaltıyla birlikte katmer istedi yol arkadaşlarım. onların bildiği katmer tuzlu hamurdan araları yağlı kat kat ekmeksi bir hamur işi. antepte ise katmer kaymaklı, fıstıklı bir tatlı. sabah sabah kahvaltıda yenecek bir şey değil. ben onu her türlü yerim esasında kahvaltı filan farketmez ama tip iki diyabet mani oluyor. tadımlık bir kaç lokma aldım. gayet leziz.
ilk hedefimiz (bkz: zeugma müzesi). hayran kaldık.
burada bir parantez açacağım. gaziantep yeni olmakla birlikte düzensiz ve sevimsiz bir kent. hemen her yere taksi ile gittik. haritadan bakıyoruz gideceğimiz yer 15 dakika yürüme mesafesinde normalde gezip görmeye gittiğin bir yerde bu mesafeleri yürüyek katedersin. kenti tanımak, görülmedik bir şeyler görmek, bakına bakına bir fikir edinmek için. ne var ki antep öyle bir şehir değil. ne zeugma müzesi ne de arkeoloji müzesi yürüyerek gidilecek yer değil. kent dışında değiller buna karşılık otoban kenarına yapılmış gibi bir halleri var. kimi yerde alt geçitler, üst geçitler, sağda solda moloz dolu boş araziler, bazı yerlerde kaldırım bile yok. üstelik vızır vızır geçen araçlar dışında başka canlı yok ortalıkta. elli-yüz metre kadar ilerleyip pes ettik ve bir taksi çevirdik. nitekim en büyük harcama kalemimiz de ulaşım masrafları oldu. parantez kapandı.
zeugma müzesi epey zaman alıyor. çıktığımızda acıkmıştık. herkesin tavsiyesi küşlemeci halil usta
. yemeden dönmek olmaz. gittik. iyi güzel. yiyecez ama küşlemenin ne olduğuna dair bir fikrimiz yok. ama öte yandan bizden önce antep'e gitmiş herkes çok methediyor. neyse oturduk birer porsiyon küşleme istedik. küşleme kuzunun sırt tarafından çıkarılan, sıfır yağ, sıfır sinir bir etmiş. önce salata geldi müessesenin ikramıymış. bol soslu, nar ekşili, baharatlı, yeşillik ve domates. tanesini yiyip suyunu bırakmak olmaz. kaşıkla daldık. bu arada küşlemeler geldi. ne bekliyorduk bilmiyorum. sekiz parça et ve bir adet közlenmiş biber vardı tabakta. gayet lezzetliydi karnımız da tıkabasa doydu ama gözümüz doymadı. süslü püslü tabaklara alışmışız. tabak derken porselen filan değil ha, askeriye işi çelik tabak. buraya da küçük bir parantez açayım. geleneksel lokantalarda çatal ve kaşık var, bıçak yok. kapattık parantezi.
yemekten sonra arkeoloji müzesi. onu da çok beğendik.
daha gün bitmedi ne yapsak, eski kent, hanlar bölgesi. hadi bakalım. saat dört buçuk gibi oralardaydık. öyle rastgele gezinmeye başladık. daha önce bulunduğumuz yeni bölgelere kıyasla daha şenlikli, renkli, insan dolu, canlı, hayat var burada. isimlerini hatırlamıyorum, ilk girdiğimiz han hayal kırıklığı yaşattı. dünyanın her yerinde aynıları bulunan ucuz çin malı hediyeliklerle doluydu. umudumuzu kırmadık. oradan çıkıp başka birine. diğerleri hep birbirine benziyor. baharatçı, fıstıkçı, yemenici, bakırcı. aralarda tek tük bir şeyler var. oradan oraya gezinirken (bkz: tahmis kahvecisi)'nin önüne düştük. kahve illa ki içilecek. yorulmuşuz da. kahvelerimizi içerken dışarıda hava kararmış. çıktık hafiften acıkmış gibiyiz, yer açılmış midelerde. güllüoğlu yakındaymış, oturduk iki şundan üç bundan birer tabak yaptırıp yumulduk. tip iki diyabeti yok farzettim bu noktada. şekiller farklı farklı olmakla birlikte hepsinin tadı aynıydı. muhtelif görsellerde aynı lezzette baklava. oradan çıktığımızda akşam ezanı okunmuş, hava tamamen kararmıştı. kepenkler inmiş, hanlar boşalmış. saat daha erken ama yapacak bir şey kalmamış. hayat da tamamen durmuş vaziyette. açık bir yer yok. bir taksiye atlayıp otele gittik.
burada taksiciler parantezi var. biz meraklı teyzelerdik. taksi şoförleri de konuşkan. sorduğumuz saçma soruları cevaplamanın ötesinde dışarlıklı olduğumuzu öğrenince kendileri de anlatmaya başlıyorlardı. antepte doğalgaz var. buna karşılık keskin bir kömür dumanı kokusu da var. halen kömür kullanılıyor ısınmak için, doğalgaz pahalı geliyormuş. akşamları nereye gidiyor insanlar sorusunun cevabı "eve" idi. dışarda gezme, yeme içme adeti pek yokmuş. ev misafirliğine giderlermiş. şehrin çıkışına doğru bir yerdeki yeni yüksek apartmanları işaret etti bir tanesi. buralarda mağaralar vardı hep dedi. küçük baş hayvancılık yapanlar sürülerini bu mağaralarda kışlatırmış. apartmanlar yapılınca hayvanları satıp işi bırakmışlar. şehrin nüfusu üç milyona yakınmış. sekizyüz bini suriyeli. ayda en az onbeş kişiyi hastaneye doğuma yetiştiriyorum dedi biri. bunlar geldi şehirde düzen bozuldu diyorlar. güvercinleri sorduk. küçük sürüler halinde uçup duruyorlardı her yerde. meraklısı çokmuş. evlerin çatılarında kümesler varmış. daha bir sürü malumat. taksici parantezi de kapandı.
ertesi sabah kahvaltıdan sonra şehrin kalesine gittik. azametli bir yapı. kale girişinde bir panaroma müzesi var. iyi niyetle yapılmış kötü heykeller. yığın yığın. kentin gazi ünvanını almasını sağlayan kahramanlıklar hikaye ediliyor müzede. daha girmeden yolumuza çıkan heykellerden irkildiğimiz için ikimiz doğrudan kaleye çıktık. biri vazifeten müzeyi gezdi. kale içinde roma'dan osmanlı dönemine dek yapılan yapıların temelleri duruyor. parmaklıklı ahşap yollar yapılmış aralarına. temellerin arasında hoplayıp zıplamadan, yıpratıp hasar vermeden gezilebiliyor. güzel olmuş. kaleden çıktık cam eserleri müzesi. küçük bir özel müze. eski bir antep evinin içinde düzenlenmiş. karışık küçük bir koleksiyon, roma dönemi tanrı figürinlerinden afrika masklarına kadar çeşit çeşit toplanmış küçük bir koleksiyon. küçük odalar ve mekan düzenlemesiyle yörenin belirli bir yaş üstü konut mimarisini görebilme açısından da etkileyiciydi. müzeyi de bitirdikten sonra yemek düştü aklımıza yine. bu sefer metanet lokantası. bir türlü dilim dönmedi melanet diyip durdum. henüz öğle saatleri idi ama beyran bitmişti. lahmacun yedik. bol sarımsaklı, harcı zengin, lezzetli. bir lahmacunla karın doymaz tabii. bir de kebap yedik üstüne. ve lakin antepin meşhur tencere yemeklerine rast gelemedik bir yerde. belki de dışarıda kebap yeniyordur. o yemekler de evlerde pişiyordur. bilemedik o kısmını.
yemekten sonra tekrar tahmis kahvesi. bu defa menegiç kahvesini deneyelim dedik. adı kahve ve lakin kendi başka bir şey. ancak yoklukta gider. cumartesi olduğundan mıdır nedir, çalıp söyleyen gezer bir ekip vardı içeride. bizim masada erkek göremeyince durmadan geçtiler. yerel kültür öyle zahir dedik, peşlerinden kalkıp bahşişlerini verdik. antep'e gidip eli boş dönmek olmaz, uçak saati de yaklaşıyor. çıktık tekrar sokaklara. pul biber* antep fıstığı alındı götürmelik. sırt çantasıyla gezdiğimiz için fazla abarmadık. fıstık çeşit çeşit, boy boy, 2018 sonbaharı itibariyle kilogram fiyatı 45 teleden 80'e kadar değişiyor. ortalama bir şey aldık. havaalanının yolunu tuttuk. bir gezi de böyle bitti. antepten geriye kalanlar bunlar.