bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. Dwain'in göz pınarları kuruduğunda gün yerini zifiri karanlığa bırakmıştı. Yaslandığı duvarda sayıklamaları da göz yaşları gibi sona ermişti. Yanılmış olmak istiyordu. Hana doğru gelirken kalbinde hissettiği boşluk yanılmadığını haykırıyordu. Yine de bu haykırışları dinlemek niyetinde değildi.

    Bulunduğu yerden kalkıp kapıya doğru yöneldi. Onu gören atı mutlulukla kişnedi. Atının sırtındaki çantadan bir meşale aldı ve onu tutuşturdu. Santor'un hazırladığı şeylerden biriydi bu. Bilge bir adamdı Santor. Alev çıkaran her şey konusunda uzman bir büyücüydü.

    Elinde meşalesi ile hanın basamaklarını tekrar çıktı. Ayaklarını kaldırmak bile zor geliyordu ona. Sevdiği adamın ölmemiş olmasına, geri dönmüş olmasına mı sevinmeliydi, ablasının muhtemelen ölmüş olmasına mı üzülmeliydi. Duyguları karışmıştı tamamen. Duvarda asılı cesedin yanındaki yazıyı yakından incelemeye koyuldu. "Ona yardım etmeyenler onu öldürenler kadar suçlu bulunmuştur" Kurumuş göz pınarlarından süzülen minik bir damla pürüzsüz teni üzerinde keyifle kayıp narin boynunda kayboldu.

    Derin düşüncelere dalmışken birden bir öksürük sesi duydu. Hemen ardından birisinin "shhhh" dediğini. Elindeki meşaleyi sesin geldiği kiler kapısına doğru tuttu. Bıçaklarından birisini sessizce çekip "kim var orada?" diye seslendi. Bir kıpırtı duydu. Korkuyu hissetti. Konsantre olmak için an itibarı ile çok da faydası olmayan gözlerini kapattı. Önce dışarıda bekleyen atının çıkardığı seslere, sonra kendi bedenin ürettiklerine kapattı aklını. Dinlemeye başladı. İki kişiydiler. İki minik kalp ve korkuyla nefes alan iki minik beden. Çocuk olmalıydılar. "Çocuklar korkmayın" dedi. "Ben size zarar vermem." Cevap bekledi. Sonra devam etti "Ruandil'in varisi, prenses Dwain Anlet'im ben, size saklandığınız yerden çıkmanızı emrediyorum!"

    Kapıda önce minik bir el, sonra minik bir kafa belirdi. Ardında bir tane daha. Elinde geldiğince gülümsemeye çalıştı Dwain. Meşale mavi gözlerini ve güzel yüzünü aydınlatıyordu. Onun gülümsemesini gören çocuklar da yaşadıkları her şeyi unutup gülümsemeye başladılar. Anlet kardeşlerin doğasında vardı bu. Neredeyse gözle görülebilir, dokunup hissedilebilir bir çekime sahiptiler. Çocuklar onun ışığının verdiği cesaretle daha da sokuldular. Dwain dizleri üzerine çöktü, kollarını açtı ve ikisi birden gelip ona sarıldılar. Sarılmalarıyla birlikte titreyerek ağlamaya başladılar.

    Dwain çocukları alıp hanın bahçesindeki bir masaya geçmişti. Çocuklar biraz kendine geldiğinde onlardan ne olduğunu anlatmalarını istedi. Ona hiç benzemeyen ama en az onun kadar güzel görünen diğer kadını anlattılar. Elinde baltasıyla gelen adamı. Adamın o güzel kadını ve ablaları Zelda'yı nasıl öldürdüğünü. Ve köylerinin en güçlü adamını. O gittikten kısa bir süre sonra atlılar gelmişti. Köylüler ne yapacaklarını tartışırlarken atlıların geldiğini gören babaları onlardan kilere saklanmalarını istemişti. Hiç ses çıkartmamalarını.

    Dwain çocukları olabildiğinde sakin bir şekilde dinlemiş ve saatlerdir reddetmeye çalıştığı gerçeği tamamen kabullenmişti. Çocuklar karınları acıkınca saklandıkları yerden çıkmışlardı. Onlara yiyecek bir şeyler bulmalıydı. Kendi evleri olan handa çocuklar elbet kendi karınlarını doyurabilirlerdi. Ama hanın duvarında babalarının başsız cesedi asılıyken bu görevi Dwain üstlendi. Yeni bir meşale tutuşturup onlara dışarıda beklemelerini söyleyerek kilere yöneldi.
    #10951 larden loughness | 8 yıl önce
    0kişiye özel