ermeni asilli türk vatandasi olan gazeteci. agos gazetesinin genel yayin yonetmenligini yapmaktaydi. 19 ocak 2007 tarihinde ogün samast isimli katil tarafindan kursunlanarak öldürdü.
karıncalar birbirini kokuyla takip ederler. feromon hatta. belki denk gelmişsinizdir; öndeki bir tek karınca, kokuyu, izi kaybettiği anda veya bu karınca ölürse, bir ölüm spirali oluşturur karıncalar. öndeki, en arkadakini takip etmeye başlar. arkasındaki de onu takip eder. ölene kadar hırsla, öfkeyle ama yaptıklarının tamamen doğru, tamamen haklı, tamamen gerekli olduğuna katıksız bir biçimde inanarak dönerler. tamamı ölene dek. hrant, aklımızı, vicdanımızı, insanlığımızı takip edebildiğimiz feromonlarımızdan biriydi. birileri sürekli bizlere yol gösteren, bizi vicdana, akla, demokrasiye, birbirine saygıya götürebilecek tüm karıncaları öldürüyor.
20 yaşındaki turan emeksiz'den, 14 yaşındaki berkin'e; moskova'da yatan nazım'dan, delik ayakkabısıyla ölen hrant'a; evinin önünde havaya uçurulan uğur mumcu'dan, sivas'ta yakılan 37 can'a; yaşını büyültüp astıkları erdal'dan, işkencelerde ölen adını bilmediğimiz binlere; evine yemek getiremediği için intihar eden diyarbakırlı hacı'dan, gerekli önlemler alınmadığı için babasız kalan ömer asaf'a...
365 günün hepsinde bir ölüm, hepsinde bir acı, hepsinde bir ihmal, hepsinde bir dram var memleketimde. devlet ya bizzat kendisi basıyor o güzel karıncaların üzerine; ya da basılacağını fark ediyor ama müdahale etmiyor.
başında kim olursa olsun, polis aynı polis, savcı aynı savcı, hakim aynı hakim, meclis aynı meclis, hükümet aynı hükümet. mesele öndeki karıncayı ezip, biz diğer karıncaları, ortaya çıkan o nefret sarmalında ölümüne döndürmek, farkettirmeden, acımadan, gözünü kırpmadan o sarmala mahkum etmek oldu mu, hepsi aynı. aradan "biz bunu haketmiyoruz", "birbirimizden nefret etmek zorunda değiliz", "biz burada dönerken, başkaları emeğimize, değerlerimize, insanlığımıza tecavüz ediyor" diyen bir karınca çıkmaya kalktı mı, hemen basıyorlar üzerine. ya devlet bizzat basıyor, ya da "bas hadi ben bakmıyorum" diyor.
katliamdan sonra polis fotoğraf çekiniyor tetikçi katille. tıpkı urfa'da polisin, ethem'in katili ahmet şahbaz için "yardım parası" toplaması gibi.
ama anlamadıkları bir şey var; hrant'ı öldürseniz bile o feromon'u silemezsiniz. biz o kokuyu aldık bir kere. beni, sizlerden başka kimseden nefret ettiremezsiniz artık. artık o spirale kapılmayan karıncaların sayısı çok arttı. ve o karıncalar olmadan o boktan sisteminizi devam ettiremezsiniz. hrant'ın kokusunu aldık bir kere. aziz'in, uğur'un, ethem'in kokusunu aldık. barışın, birlikte yaşayabilmenin, sevebilmenin kokusunu aldık. nazım'ın kokusunu aldık. yolumuzu kaybettiremezsiniz.
ve bunun için, teşekkür ederim hrant. seni koruyamadığım için de kendi adıma özür dilerim. seni hedef gösteren sözde gazetecilere, mahkemelere karşı yeterince sesimi çıkarmadığım için, senin katledilmene göz yuman devletin, polisin cezalandırılmasını sağlayamadığım için, senin katlinden sonra "iyi olmuş" diyen yobazları tek tek not etmediğim için. özür dilerim.
"dink cinayetinin çizgilerle anatomisi" adı altında, suikastinin 10'uncu yıl dönümünde, aljazeera ekibi tarafından oldukça etkileyici anlatımla anılan gazeteci.
Onun öldürülmesiyle bir kırılma yaşadı bu toplum. Bir yanda katiliyle fotoğraf çektirenler, bir yanda hepimiz ermeniyiz diyenler. Bu ayrışma elbetteki daha önceleri de yaşanmıştır ama, bu kadar ayuyuka çıkmamış idi diye hatırlıyorum birlik olma bilincimizi, vicdanımızı, haksızlığa karşı durma refleksimizi yitirdigimizi gösteren bir süreç. Ondan sonra toplum vicdanımızın olmadığını gördüğümüz, ayrıştığımız nice benzeri olay yaşadık da, dink suikasti kırılmadır.
Göz göre göre öldürdü dink, ki bu ülkenin bir vatandaşı, ister ermeni ister değil. Bu ulkenin,bu toprağın, anadolunun insanı. öldürüldü ve bu ulkede bunu alkışlayanlar oldu.daha ötesi var mi?
Katledilmesine üzülmem bir yana, her başımıza sarılan bela ve üzerimize çalınan utanç gibi o'nun katledilmesi de sırtımıza yüklenmiştir. Üstelik bu utanç ateşini iki taraflı harlayarak iyiden iyiye eziyorlar bizi. Kimisi milliyetçiyizi öne atıp faşizmin dikenli tellerinde, kimisi faşizmin karşısında durduğunu iddia edip sol faşizmin kibirli ellerinde. Üstelik abartıp oradan tehcirden ötürü özür dileme hadiseleri...
devletin, insanların yaşam hakkına karşı yüklenmiş olduğu negatif ve pozitif yükümlülükleri mevcuttur. buna göre, devlet insanları keyfi bir şekilde öldürmemeli ve insanların can güvenliğini sağlayacak önlemleri almak zorundadır. aldığı önlemlere rağmen meydana gelen hak ihlallerinde ise etkin soruşturma yapacak ve toplumun vicdanını rahatlatacak bir cezalandırma ile hem adaleti sağlayacak hem de caydırıcılığı sağlayacaktır. bahsettiklerim, devletin pozitif ve negatif yükümlülükleridir, devletin varoluş amacıdır, ortaya çıkış saikidir...
neyse, konumuza dönecek olursak, hrant dink'in katledildiği günü çok iyi hatırlıyorum. 20 ocak 2007 idi. daha doğrusu hrant bir gün önce öldürülmüştü ve ben ertesi gün olanlardan bihaber bir çocuk olarak babannemin hazırladığı kahvaltı sofrasında iken televizyondan gazetecinin yırtık ayakkabısını gösteriyordu sabah bültenleri... farkında değildim olan bitenin, ancak üzülmüştüm... ölen insanlara üzülünür benim kültürümde...
şimdi, biraz daha idrak edebiliyorum bir şeyleri... az çok aklım yetiyor... devlet; üstte sıraladığım gibi devletin insanlarını, bakın vatandaşlarını bile demiyorum, kendi yetkisi alanında yaşamlarını sürdüren tüm insanları korumak ve kollamakla yükümlü bir mekanizmadır. devlet, nasıl ki bugün de birçok insanını koruyamamaktaysa o gün de hrant'ı koruyamamıştı... hem de üzerine düşen pozitif yükümlülüğü yerine getirmemesinin devamında etkin soruşturma da "yürütememiş" ve olay aihm'ye intikal etmiştir. devlet, öldürülenin bir insan olduğuna göre değil, ırkına göre hareket etmişti bir kez daha... baştan savmışlardı, bir şeyleri karartmışlardı yahut üstelememişlerdi... azmettiriciler kimdir, onu vuran tetikçi gerçek fail midir hala bir muamma, en azından bana göre...
faşizme inat kardeşimsin hrant falan bana samimi gelmiyor... hrant katledildi ve hayatlarımıza devam ediyoruz... hangi ölünün yasını sonsuza kadar tutuyoruz ki? tutmayacağız da elbet... benim yegane isteğim adalet tecelli etsin! geçmişte yapılan yanlışlar bugün de yapılmasın, gelecek güzel günlerde de yapılmasın! bunları değiştirecek olanlar işte bizleriz, siz-biz-onlar, çalışan, okuyan, araştıran, gören, bilen, duyarlı, ahlaklı insanlar olacak geleceği değiştirecek olanlar... çok istiyorum burdan gitmeyi, kendimi-geleceğimi kurtarmayı... kendimi illa ki bir ülkenin vatandaşlığıyla, aidiyetiyle sınırlamıyorum. adil, demokrasinin hüküm sürdüğü, insan haklarına saygılı, evrensel hukuka değer veren bir toplumda, mutlu bir birey olarak yaşamak için can atıyorum ancak,,, işte o ancak var ya... bazen öyle bir ağır basıyor ki... diyorum ki bazen o havuz gazetelerini falan gördükçe "ulan meydanı sizin gibi ite köpeğe mi bırakacağız! sizle, sizin yarattığınız cehaletle savaşıp yeneceğiz, gelecek nesillere güzel bir toplum inşa edeceğiz" diyorum... ama biliyorum ki, boşa diyorum...
hrant'tan girdik, nerelere geldik... allah rahmet eylesin, toprağı bol olsun... bu arada bir bilgi daha verelim, kimliğe fırat diye kayıtlıdır. yani resmiyette adı fırat dink'tir.
"Kimliğini yaşatman için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıklıdır" gibi, ilk kez bugün duyduğum oldukça güzel bir laf etmiş gazetecidir.
İsmini her gördüğümde içimi sızlatan, "bizden" birisiydi hrant. "biz" kim miydik ? dünya insanı olma gayesiyle yaşayanlardık. hrant da dünya insanıydı, ama her şeyden önce insan olmanın en asgari değerlerine sahipti ve insanlık barışı için çalıştı, didindi, durdu ve öldürülmesini isteyen zihniyetteki kişilerin bolca bulunduğu memleketimdeki konferanslara katıldı, anlatmaya çalıştı, tek derdinin "şu hayata hep birlikte gülümsemek" olduğunu izah etmek için paraladı durdu kendisini.
Ölümünden sonra eşinin söyledikleri ise "siyaset" denilen mefhumu tek cümle ile özetlemiş; birçok kitabın başlığı haline getirilmesini istememe sebebiyet vermiştir. Şöyle ki;
27-28 Mayıs 2020 tarihlerinde Hrant Dink Vakfı’na email yoluyla yazılı ölüm tehdidi ulaştığını kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Şişli Emniyeti ve İstanbul Valiliği’ne durumu yazılı olarak bildirdik. Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de resmi kurumların bilgisi dahilinde, herkesin gözü önünde öldürülmesinden önce de duymaya aşina olduğumuz ve bugünlerde marifet sayarak kimi çevrelerce sıkça tekrarlanan “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganını da içeren tehdit, Hrant Dink Vakfı’nı “kardeş masalları” anlatmakla itham ediyor, ülkeyi terk etmemizi talep ediyor, Rakel Dink’i ve avukatımızı ölümle tehdit ediyor.
Son dönemde yükseltilmesinde sakınca görülmeyen ırkçı, ayrımcı, nefret dili ancak bu tür korkunç yaklaşımları tetikler, cesaretlendirir, azmettirir. Her vatandaşın eşit, özgür ve adil yaşamasını sağlamak için çalışmak Türkiye’de siyaset yapan tüm kesimlerin görev ve sorumluluğudur. Oluşturulan iklimin ciddiyetini vurgulamak ve tüm yetkililere sorumluluklarını hatırlatmak üzere bu talihsiz duyuruyu yapmanın da bizim görevimiz olduğu kanaatindeyiz.
2007’den sonra daha adil, özgür, eşit bir Türkiye’ye katkı sunmak için kurulan ve o günden beri çalışmalarını bu yönde sürdüren Hrant Dink Vakfı olarak; tüm farklılıkların bir arada yaşadığı, ifade özgürlüğünün sonuna kadar kullanıldığı bir ülkeye kavuşma hayaliyle, ayrımcılıkla mücadele etmeye devam edeceğimizi saygıyla duyururuz.
(ölmüş) adamın adına kurulan vakfın yöneticilerine ve eşine bunca yıl sonra ölüm tehditleri göndermişler. adamı öldükten sonra bile rahat bırakmıyorlar. çok acayip ülkeyiz harbiden.
ee haliyle aile de ne yapsın, bunu açıklıyor.
bu haberi okuyan her normal insan, bu ülkede güven içinde yaşamanın risk altında olduğunu düşünür ve güvenilmez bir ülke diye değerlendirir. yani aslında bazılarının dediği deyimle ülkenin bekası için asıl bu düşünceye sebep olmamak lazım. ülkenin bekası için bu tehdidi yapanı bulup cezalandırmak lazım. üç tane oy için popülizm yapacağına ilkenin bekası için bu insanların güvenli hissetmelerini sağlamak lazım.
bunların dışında, çenemi tutamayıp aklıma gelen soruyu da sorayım. hırant dink öldüğünden beri yani tam (13) on üç yıldır, bu insanlar, hepimizin bildiği bu ülkede, gerçekten güvende hissedip, tehdit almadan yaşayabilmişler midir diye merak ediyorum. yani bu aldıkları ilk tehdit midir?
"kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlandırmak hastalıktır. kimliğini yaşatman için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıklıdır" diyerek mükemmel bir tespitte bulunmuş gazeteci.
kendisinin en önemli yanı ermeni ve türk halkı arasındaki probleme başta amerika olmak üzere başka ülkelerin karışmaması gerektiği fikriydi. kendisinin katılmadığım fikirleri olmasına rağmen "bağımsız" fikirlere sahipti. kimsenin silahşörlüğünü yapmadı.
bu konuşmasını yaptıktan 1 yıl sonra kalleşçe katledildi. ermeni-türk ilişkileri kadar kürtler için de aynısını söyledi. amerika'nın politikalarına net olarak karşı çıktı. daha sonra amerika güdümlü fethullahçı çete tarafından katledildi.
cinayetinin perde arkasında olan ve cinayet mahallinde bulunan dönemin jandarma istihbarat elemanları fetö davalarında sanık olarak yer aldı. ayrıca ogün samast'ı türk bayrağıyla fotoğraf çektirip servis eden emniyet müdürü de bylock kullanıcı olduğu ortaya çıktı ve hem fetö hem de dink cinayetinden dolayı içeri alındı. ayrıca dönemin trabzon emniyet müdürü ramazan akyürek bu cinayete dair hiçbir istihbaratı gerekli birimlere iletmedi. olay içerisinde yer alan farklı kurumlardan herkes fetö'nün hücre yapılanması içerisinde istihbaratı aldı. yine dönemin istanbul emniyet müdürü ramazan akyürek -ki o da fetö'den tutukludur- c-5 adlı hücre ekibi emniyet içerisinde kurarak iki ortak organizasyon yürüttü; ergenekon operasyonu ve dink cinayeti.
yine bu davayı araştıran başbakanlık müfettişi ayşegül genç'e ramazan akyürek ve ali fuat yılmazer'in isimlerini rapordan çıkarması için baskı yapıldı, usülsüzce dinlendi ve silahla tehdit edildi.
dink cinayetini yürüten ve "örgüt yoktur" kararını veren mahkeme başkanı rüstem eryılmaz bylock kullanıcısı olduğu tespit edildi ve fetö'den içeri alındı. diğer mahkeme üyeleri de fetö mensubuydu, hatta firari hadi çağdır odatv soruşturmasında da görev almıştı.
yine dönemin genelkurmay adli müşaviri ve 15 temmuz darbesi'nin planlayıcılarından olan muharrem köse istenen bilgileri vermedi, jandarma istihbaratta bulunanların isimlerini sakladı.
peki sonunda ne mi oldu? her şey hrant dink'in işaret ettiği yere döndü:
-Amerika bu. Ermenileri de Kürtleri de kullanır. Gelir o kendi hesabını yapar, işine bakar, iş bittiğinde de çeker gider, ondan sonra da burada tekrar insanları kendi didişmesi içerisinde bırakır.
Eşinin de veda konuşmasında söylediği gibi, "Bir bebekten katil yaratan karanlık zihniyet" tarafından katledilişinin 14. yıldönümü olan; gönlü güzel, fikri güzel, hayalleri güzel, inançları güzel olan kardeşimiz, abimiz, dostumuz.
Ne demişti Hrant ?
"Ya ben tehlikeyi çok sevdim, ya tehlike beni. Ama inanılmaz derecede de masumdum."