aralarına cemal süreya'nın da dahil olduğu birçok çevirmenle birlikte rahmetli erdoğan alkan'ın da şiirlerinin çevirisini yaptığı fransız şair, yazar, gazeteci, devrimci mücadeleci...
aragon'un sanat izleği üç aşamaya bölünmüştür denilebilir; önce dadacı olan aragon , daha sonra gerçeküstücü ve son olarak da gerçekçi sanat anlayışını benimsemiştir. onun sanatında ayrı bir dönem olarak düşünmesek de aragon'un elsa'ya yazdığı şiirlerin romantizm akımına dahil olduğunu da söylememiz gerekir. fransız ve dünya edebiyatının büyük şairi, yazdıklarını ya da elsa'ya olan aşkını yurduna olan sevgisinden hiçbir zaman ayırmamış, yaşadığı yüzyılın büyük tarihi olaylarına tanık olmuş, tanık olmakla da kalmayıp, insanlık mücadelesi tarihinde o da aktif olarak yerini almıştır.
aragon doğuşunu ilerde "sonra ben oldum bu mutsuz" diyerek yazacaktır. 1897 yılında fransa'da doğdu. doğumundan sonra aragon'un babası onun yalnızca vasiliğini üstlendi ve ona onun babası olduğunu söylemedi, annesi ise kendisini ona onun ablası olarak tanıttı. aragon beş yaşındayken aklında bir oyun kurguladı, okumayı öğrendiği halde yazmayı henüz öğrenemediğinden, aklında yazdığı bu oyunu teyzelerine anlattı, teyzeleri de bu oyunu onun yerine kaleme aldılar. yedi yaşında emile zola'nın etkisinde küçük romanlar yazdı. on yedi yaşında tıp öğrenimine başlamaya karar verdi. yirmi yaşında teyzesinin annesi, vasisinin babası olduğu gerçeğini öğrendi. bu sırada tıp fakültesinde birinci sınıftaydı, aynı yıl askere alındı ve yardımcı doktor olarak görevlendirildi, orada kendisi gibi tıp öğrencisi olan andré breton'la tanıştı. yirmi bir yaşında cepheye gönderildi, cephede yaralandı ve kendisine savaş madalyası verildi. aynı yıl paul eluard'la olan dostlukları başladı. ilk şiirleri yayınlandı.
yirmi iki yaşında dönemin gerçeküstücülerinin çıkardığı bir dergide, edebiyat günlükleri yazdı, askerlikten terhis oldu ve bıraktığı yerden öğrenimine devam etti. 1920 yılında, yirmi üç yaşındayken ilk şiir kitabı çıktı. tristan tzara'yla tanıştı. zürih'e gitti ve dadacılık akımına katıldı. yirmi dört yaşında andre bréton'la birlikte o sırada resmi olarak kurulmuş olan komünist parti'ye girmeyi düşündüler ama sonra bu girişimlerinden vazgeçtiler. ilk yergisini yazdı, ilk romanı yayınlandı. aynı yıl tıp öğreninimini yarıda bıraktı.
bir ezgi bilirim ki her duyduğunda yürek
çarpar heyecan ile ve alevlenir kanım
kalbim kıvılcımlanır küllenmiş ateş gibi
gökyüzü neden mavi anlamaya başlarım
bundan sonra bir koleksiyoncuda bir süre kitaplık görevlisi olarak çalıştı. yazı çalışmalarına devam etti, 1924 yılında andré breton'un gerçeküstücülük bildirisi yayınlandı. aragon'un iki kitabı daha çıktı. 1925'te amerika'lı bir kadınla bir ilişkisi oldu, 1926'da bu kez ingiliz bir kadınla tanıştı ve ona aşık oldu. bir romanı daha yayınlandı. 1927'ye gelindiğinde, bréton ve diğer üç gerçeküstücü arkadaşıyla birlikte yeniden komünist parti'ye katılmaya karar verdiler. bir yıl sonra farklı bir isim kullanarak erotik bir roman yazdı. bundan başka, bir romanı daha yayınlandı.
1928 yılının bir günü ilya ehrenburg'un yanındaki elsa triolet ile bir başka günü ise mayakovski ile tanıştı. elsa triolet bir rus kızıdır ve aynı tarihin başka bir karesine bakarsak mayakovski elsa'nın kızkardeşi lili brik'e aşıktı. tanışmalarından sonra elsa, aragon'un evine gitmiştir, çok heyecanlı olan aragon'un bu durumdan dolayı eli ayağına dolaşmıştır. aragon'un kaldığı odaya gittiklerinde onları aragon'un odanın duvarındaki dizesi karşılayacaktır:
aşık olan duvara yazı yazar
sovyetler birliği'nde o zamanlar sanatta en çok sosyalist gerçekçilik üstünde durulmaktadır. elsa bu akımı yakından tanıyor ve seviyordur, aragon'un elsa'yla karşılaşması ileride aragon'un sanat anlayışının değişmesine sebep olacak ve onun eserlerinde gerçekçi sanat anlayışının temellerini atacaktır.
istasyonda konuşan iki dilsizdi onlar
ayrılığı söyleyen kara gürültülerde
şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşıklar
kış'ın ve silahların beyaz sessizliğinde
1929 yılına gelindiğinde troçki sovyetler birliği'nden sürüldü. bu durum gerçeküstücülerle parti arasındaki anlaşmazlıkları arttırdı. bréton, gerçeküstücülüğün ikinci bildirisini yazarken, öte yanda aragon, bir kitap daha çıkardı. bunun yanı sıra "1929" adı altında bir fotoğrafçının (man ray'in) fotoğraflarıyla birlikte cinsel şiirler yayınladı.
1930'da "devrimin hizmetindeki gerçeküstücülük" dergisi yayınlanmaya başladı. aragon bu dergide yazdığı bir yazıda komünist parti yayın organının edebiyata dair tutumunu eleştirdi. bir süre sonra harkov'da katıldığı "uluslararası yazarlar kongresi"nde "devrimin hizmetindeki gerçeküstücülük" dergisini, gerçeküstücülüğün ikinci bildirisi'ni ve troçkiciliği suçlayan bir bildiriyi imzaladı. fransa'ya döndü. bir dergide harkov kongresi'ndeki tutumunun nedenlerini açıkladı ve sonrasında siyasi bir şiir yazdı. şiirin yayınlandığı dergi toplatılırken, aragon hakkında da "kışkırtıcılık" nedeniyle dava açıidı. bu esnada eski yol arkadaşları andré breton ve paul eluard ve diğer gerçeküstücüler "aragon sorunu" adı altında yazdıkları yazılarla sürekli aragon'un davranışlarını eleştirmekte, onu davranışları için kınamaktaydılar. sene 1932'dir, aragon kendisine cephe alan eski arkadaşlarıyla olan bütün bağlarını koparır, yılın kalan zamanını sovyetler birliği'nde geçirir.
sonra döndü yaşam düş topukları üstünde
nice dostlar yitirdim (...)
1934'de yeni bir şiir kitabı ile birlikte ilk gerçekçi romanı yayınlandı. aynı yıl "sovyet yazarlar kongresi"ne katılmak için tekrar sovyetler birliği'ne gitti. 1936'da fransa'da "halk cephesi"nin zaferi kutlanırken, ispanya'da iç savaş süregitmekteydi. aragon ve elsa bu sırada sovyetler birliği'ndedir. fransa'ya döndükten sonra aragon'un bir romanı daha yayınlandı. bir sene sonra bir arkadaşıyla birlikte bir gazeteyi yönetmeye başladı. 1939'da askere alındı. isim babası paul verlaine olan bir şiir yazdı. şair cephedeydi, yeni savaş madalyaları aldı.
kesin sesinizi kavgacı kuşlar
kafeslerde tutsak şarkılarınız
kuşbazların zamanıdır bu bayım
ben ki artık acılar kralıyım
1942 yılında isviçre'de şairin en ünlü şiir kitabı olan elsa'nın gözleri yayınlandı. şiirlerde aragon'un elsa'ya olan aşkıyla, yurt aşkının bütünleştiği görülür. bu kitapta aragon'un iki önemli düz yazısı da bulunmaktaydı. kitabın önsöz ve sonsözündeki bu yazılar fransız halkında ulusal duyguları uyandırıyor, onları işgalci almanlara karşı direnişe çağırıyordu. bir süre sonra, kurşuna dizilen rehinler ve direnişçiler anısına yeni şiirler yazdı. 1949'da "komünistler" adlı uzun romanının ilk ciltleri yayınlandı. komünist parti'de merkez komite üyeliğine seçildi. 1957'de "lenin barış ödülü'nü aldı. aragon'un bir taraftan şiir kitapları yayınlanmaya devam ederken, şair bir taraftan da "sovyetler birliği tarihi" adlı bir kitap yazıyordu. 1963'de elsa'nın mecnunu adlı şiir kitabı yayınladı.
1970'de elsa triolet vefat etti. aragon için elsa'nın her ayrıntısı kutsaldır. aragon'la elsa tanışmadan bir yıl önce aragon aşk acısı nedeniyle venedik'te ölmeye kalkışmıştır ve bu yüzden olsa gerek denilmiştir ki, bir zamanlar aragon nasıl boşlukta kalıp kendini öldürmeye kalktıysa, zamanla benzer bir bunalıma elsa da düştü. ve aragon elsa'yı bu bunalımdan kurtarmak için yazdığı şiirlerle -şiirlerde- onu ilâhlaştırdı. elsa öldükten sonra genel yas ilan edildi, aragon'un intihar etmesi konusunda endişelenen dönemin cumhurbaşkanı pompidou , şairin peşine iki koruma taktı. elsa, öldükten sonra aragon yalnızca bir tek yapıt verebilmiştir.
sırtında ağır bir yük yüreğin darmadağın
yaşamak yaşamış olmak o olanaksız seçim
ve ağzın kıyısını buruşturan o acı
1972'de "sovyetler birliği ekim madalyası"nı aldı. 1977'de ekim devrimi'nin altmışıncı yıl dönümü nedeniyle moskova'ya gitti. seksen yaşındaydı. moskova'da ona "halkların dostluğu madalyası" verildi. 1982 yılında, 85 yaşında vefat etti. fransız aşırı sağcıları onun ölümünden duydukları memnuniyeti açıkça sergilemişlerdir. şairin öldüğü kışa "mutlu kış" adını taktılar. sanatı üzerinden hayatını ve kavgasını karalamaya çalıştılar.
aragon, çağına damgasını vuran ve çağını aşan bir şairdir. "mutlu aşk yoktur" diyen aragon, bir başka şiirinden söz ederken bunun nedenini şöyle açıklamıştı:
"1956'da yazılan bu dize mutluluğu tehdit eden, öldüren şeye başkaldırıdır. nasıl olur da anlaşılmaz? mutlu aşk yoktur diyorsam, belli ki en yüksek bir aşk düşüncesinden kalkıyorum, insanlık dışı şeylerin var olduğu ortamda mutlu bir aşkın bulunamayacağından söz ediyorum."
ne yüreği kendinin ne gücü güçsüzlüğü
her şeyden yoksun insan kollarını şöyle bir
açsa gölgesi sanki haçların gölgesidir
mutluluğu sıkıca tutsa avucunda ölür
acıyla dolu garip bir ayrılıktır ömrü
mutlu aşk yoktur
şu silahsız erlere benzer insanın ömrü
şimdi giysileri de yazgıları da başka
sabahleyin erkenden uyanıp kalksalar da
akşam olunca yine aylak ve çaresizler
hayat bu de geç gülüm gözyaşını harcama
mutlu aşk yoktur
güzel aşkım sevgilim kanayan yaram benim
içimdesin kanadı kırık bir kuş gibi sen
bir gün dalgın gözlerle kimiz neyiz bilmeden
bakan şu insanların düşmeyecek dilinden
iri gözlerin için can veren sözcüklerim
mutlu aşk yoktur
çok geç öğrenmek için yeniden yaşamayı
tek ses olmuş ağlıyor yüreğimiz gecede
mutsuzluğu istiyor en küçük şarkı bile
her titreyiş payını alıyor yaşlar ile
her gitar havasına nice hıçkırık gerek
mutlu aşk yoktur
aşk var mıdır yüreği acıyla doldurmayan
aşk var mıdır dikeni sararıp soldurmayan
aşk var mıdır aşıkı kahredip öldürmeyen
hele de senden senden daha çok ey yurt aşkı
senden daha çok gözyaşını seven aşk var mı
mutlu aşk yoktur
ikimizin aşkından söz ediyorum
yağmur yağmıyor rüzgar sustu ve derin gece
çığlıkları bastırılmış yürek gibi dolu
söylenmedik ne varsa dünyamıza düşüyor
ey karalanmış sözler uzun günlerin külü
aldatamaz ruhumu artık bakışlarını bile
yanıltamaz hiçbir şey ne gürültü ne ışık
vahşi bir bilim yanıyor için için gönlümde
ama yüreğimdeki evren çöküyor yıkık
esefle gezdiriyor yüzümde elini zaman
bense geçen zamandan yüz kez daha sabırsız
alsın diyorum artık belleğimi ömrümü
şu toy aşkı yaralı bir köpeği andıran
çatıların üstünde sanki arabalar var
sanki sürüyor yaşam dışarıda gök aynı gök
yaklaşıyor büyüyor azalıyor duruyor
geldiği gibi kalkıp gidiyor işte uçak
işte böyle yaşamım hazırlıklı olmalı
göğsümde sıçrayan kuşu dinlendirmeliyim
ya bende uyuyan sen sen düşüm maviliğim
ya sen şarkım sen korkum sen tatlı cumalarım
sevgili aptallığım bilgeliğim şarabım
saydam bir su gibi ateşimi serinleten
ve sen şarap gibi kesik kesik akan kanım
her yudumda gövdeme doluyordun yeniden
duyuyorum nefes alışını yokluğunun
söyle oturmadığım hangi kıyılardasın
bilmediğim hangi çiçekleri devşiriyorsun
ve akşamları bilmediğim hangi yerdesin
bensiz ve yanımdasın işte dinleniyorum
nedir çözümlenen buradaki bu okul da ne
bütün bunlara alışmak çok zor biliyorum
fazlaca benziyorlar görüp geçirdiklerime
***
yüz yıl yaşamak mı tanrı korusun
düz yazının dizenin buyruğunda
eğer yine ölüm gelip çatmazsa
yazacağım başka şey mi olacak
yüz defa firuze ve yüz defa gül
yüz kez seni seviyor bekliyorum
yüz kez bekliyorum seni uyurken
yüz kez akşam oluyor gün doğuyor
yüz kez aynı uyaklar şiirimde
yüz kez öpücüklerin dudağımda
yüzbinbir kez dilimde hep bu sevi
yeşil ilkyaz ve de şu ağır kurşun
bulutlar geçiyor yeller esiyor
leylekler damlarda gaga vuruyor
yaşamak mı ölmek mi daha yavaş
yaşamak mı ölmek mi daha çabuk
birbirinden ne çok uzak sözcükler
ağzımıza sakız oldu gökyüzü
şu papatya demetine hele bak
sarı göbeğine ak kolyesine
seviyor sevmiyor fit mi olmalı
yitirdik mi büsbütün usumuzu
hangi yola sapsak çıkmaz bir sokak
söylenen her tümce mevsim dışında
her söylenen söz gücünü yitirmiş
kabuğu soyulmuş bir ağaç gibi
ocağı terkeden bir duman gibi
söz ve dudak birbirinden ayrılmış
yaşlı ellerimde sararıp solan
bu beylik sözlere sakın gülmeyin
nicelerin yıpratmak istediği
şu yüreğe bu beylik sözler gerek
yazık yazık kadrini bilmeyene
ne başka gül ne de sallan yuvarlan
oyun halk oyunudur bencileyin
senin için aramıştım ve buldum
hem sana hem bana gereken şeyi
yaşamın gizini ve düş görmeyi
ne senin ne benim için değişir
her şeyin çözümü şiirdir şiir
seni seviyorum sözü başkaca
söylenirse boynum kıldan incedir
bir gün naylon kollarınız olsa da
radar gözleriniz atom kanınız
sevgiliniz esmer ya da kumralsa
yaraysa ya merhemse öpücükler
bilin kalbin vuruşudur her tempo
her şeyi dölleyen yürek olacak
sesler bizim gölgemizden gelecek
putperestim sana tapmaktan başka dinim yok benim
uğrunda yaşamaya ve ölmeğe değer ne varsa
sen hepsinden yücesin
günlük getirdim sana haclardan
şarkı getirdim sana toplantı alanından
önünde nice duaya durdum kanayan dizlerime bak
senin alevinden yoksun şu çökmüş gözlerime bak
yanıp yakınmasınlar
dudağından çıkmayan feryada kulağım sağır
milyonlarca ölüyü sen inlersen duyarım
acıyorsa ayaklarım yolların çakılından
ayakların acıdığı içindir
böğürtlenler kollarını yırttığı içindir
kurbansın tüm yükleri omzunda taşıyorsun
dünyanın tüm mutsuzluğu bir tek göz yaşındadır
sen acı çekmeden acı çekmedim
yaralı uluyan hayvan acı çekti mi
bin parçaya bölünmüş cam gibiyim
derdim nasıl benzer hayvanın yarasına
sen öğrettin derdin alfabesini elifbasını
hıçkırıkların dilini öğrendim okuyorum
hepsi senin adınla yazılmış
yalnız senin adınla kırılmış adınla yaprak dökmüş
gül adınla
adın tüm tutkuların gülistanı
adın ki yazardım onu cehennem ateşinde
şu cihanın yüzüne
isanın yazgısındaki gizemli harfler gibi
adın tenimin çığlığı ruhumun kanayan yeri
adın ki onun uğruna tüm kitaplarımı yakardım
adın insan çölünün en ucundaki bilim
adın ki benim için çağların tarihidir
ilâhilerin ilâhisidir
forsaların zincirinde cam gibi parlayan sudur
senden adından özge tüm sözcükler
kırık dökük camlardır kargınmış bir kentin
kapılarında
çatlamış dudaklarımda şakırken senin adın
dilimi kessinler ki yalnız senin adın
senin adın
bütün bir şarkısıdır ölüm dakikasının
sana geldim denize giden bir ırmak gibi
yatağımı değiştirdim dağlarıma kıydım
her şeyi boşladım senin uğruna
dostlarımdan ayrıldım çocukluğumu unuttum
ömrümün her damlası tuzunu sonsuzluğundan aldı
güneşin dağıttı folklorumu
kanımın düşlerimin çılgınlığımın ecesi
sana verdim belleğimi bir tutam saç gibi
artık yalnız senin karlarında uyuyorum
yatağımdan çıktım perilerimi kovdum
boşverdim nicedir efsanelerime
efsaneler ki onlarda
rimbaud vardı cros ve ducasse vardı
nerval ve ipi vardı
lermontov'u vuran kurşun benim yüreğimden geçerdi
ayaklarınla böldüğün
ellerinle saçtığın yüreğimden
bir zorlu yel gibi ormana tutkun
sabah süpürülüp evden atılan
bütün bir gün görünmeden sabredip
yeniden gelen tozum
sarmaşığım sessiz soluksuz büyüyen
sana bağlı bir sarmaşık sökülüp atılıncaya dek
basa basa aşındırdığın taşım
iskemleyim seni bekleyen eski yerinde
alnının boşluğa bakarken yandığı camım
yalnız sana yönelmiş beş paralık bir romanım
bir mektubum açılıp sonra okunması unutulmuş
tamamlamaya değmez yarım kalmış bir tümceyim
ürperişi çiğnenmiş odaların
geçerken yaydığın güzel kokuyum
ve sen çıkıp gidince mutsuzum aynan kadar
kollarında geçirdim ömrümün son yarısını
*
bulunmadığı söylenen kutsal kuş sensin
deniz sana gidelim diye derin
sensin ve senin adın büyük günün muştuları
*
hiçbir şey söylemedim senin adından öte
ki sıçrardı günahların kanı yüzüme
*
ademin dişleri arasından tanrı ilk gün
koyduğunda her nesnenin ismini
beni bekleyip kaldı dilinde adın
güllerin doğuşunu bekleyen kış gibi
*
gökte seni görebilecek kadar göz yok
sana uzatacak yüreğimden özge aynam yok
o da yalnız kendine saklıyor gizli yüzünü senin
*
görebilir mi acep gökyüzündeki gözler
kumsaldaki ayak izlerini o tapılası hiyeroglifleri
yazılıp sonra silinen
*
şükran güneşimsin benim geçiyor kendinden sende
övgülerin gözle görünen amberi
*
susuzluksun ve su'sun akşam sabah
renkleri ters gösteren bedensin
körükörüne dünyanın senden üstün gördüğü her şey
uydurulmuş bir puttur yaşayan tanrı adına
*
oy kırlangıç dudaklım
*
kayaların burçlarındayım sanki
elimi uzatmışım avucumda bir keklik
*
şaşkın ve bilmeyen ne yapacağını
oy ne tatlı şu tüy ya korkuyla çarpan yürek
*
söz etme bana denizden
ben ki bir ömür boyu
seni şakıdım
söz etme bana annenden
ben ki bir ömür boyu
seni taşıdım
büyük bilgiler içinde
şu çifte gizemdir gerçek
beni dünyaya getiren
kadınımı doğurdum hep
bir büyük sır söyleyeceğim sana zaman sensin
kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
aşıklar eteğinde otursun ister
bozulacak bir entaridir zaman
perçemdir sonsuz
taranmış
bir aynadır buğulanan buğuları dağılan
soluklarla
zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta
sensin bıçak gibi geçen boynumu
geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy
mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın
işkencesi oy
hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu
daha da beterdir bu
sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan
korkarım hep bozulur diye büyü
daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan
başın
kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu
sözcükler ne ağır tanrım anlatırken bunları
arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım
sen şakağımda vuran duvar saatisin
sen solumazsan eğer ben boğulurum
duraksar ve tenime konar adımın
bir büyük sır söyleyeceğim sana dudağımdaki
her söz dilenen bir yoksulluktur
bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan
bir şeydir
bundandır sana sık sık seni seviyorum demem
boynuna takacağın bir tümcenin saydam
kristalinden yoksunum
şu sıradan sözlerimi hor görme onlar
sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri
yapan
bir büyük sır söyleceğim sana beceremem ben
sana benzer zamandan sözetmeyi
senden sözetmeyi beceremem ben
insanlar vardır hani istasyonlarda
el sallayan tren kalktıktan sonra
yani ağırlığıyla göz yaşlarının
kolları yana düşer onlara benzerim ben.
bir büyük sır söyleyeceğim sana korkuyorum
senden
korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
şeyden
korkuyorum davranışlarından söylenmedik
sözcüklerden
hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
senden
bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört
ölmek sevmekten daha kolaydır
bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem
sevgilim
bırakıp gittin beni tüm kapılardan
bıraktın beni yalnız bütün çöllerde
gün doğdu aradım seni yitirdim öğlen vakti
nereye gitsem yoktun kim derdi
bir oda sahra çölü olacak böyle sensiz
günlerden yine pazar ve sokaklarda insanlar
ama seni andıran hiç kimse hiçbir şey yok
bir gün ki daha yalnız dalgakırandan
sessizliğe haykırdım yanıt yok
bırakıp gittin beni hem var hem yoksun
her yerde gözlerinden bırakıp gittin beni
düşlerin yüreğinden bırakıp gittin beni
bırakıp gittin beni bitmemiş tümce gibi
beylik bir nesne gibi bir eşya bir iskemle gibi
yaz bitince terk edilen yazlık ev gibi
çekmecedeki kartpostal gibi
senden geldim senden indim her halim senden eser
yüzünü öte yana çevirsen ağlardım ve hep gizlerdim senden
bir soğuk bakışın bile ölümdü
bir iç çekişin bile ölümdü
kıyısında öpüşlerin
ne çabuk geçiyor zaman
sakın da ola sakın aman
geçen günler incinmesin
seninle bütün bir mevsim ne güzeldi
o yaz kitaplardaki kadar öyle güzeldi
manastır ormanında seni mutlu ettiğimi sandım
toulon rıhtımı'nda akşamın rengine kandım
ister bana budala ister çılgının teki de
mutluluk nedir ki umutlar çekip gidince
kıyısında öpüşlerin
ne çabuk geçiyor zaman
sakın da ola sakın aman
geçen günler incinmesin
geçen yıl yapraklar solarken şarkı söylüyordum
veda ederken bile bir gün görürüm diyordum
ölenler dünyaya yeniden geleceğini sanır
tatlı sözlere kananlar er geç aldanır
gözlerime bak hele orda nice güzelsin
yüreğimi çılgınlıklarımı duymuyor musun
kıyısında öpüşlerin
ne çabuk geçiyor zaman
sakın da ola sakın aman
geçen günler incinmesin
solgun bir piyaniste benzeyen güneş bak işte
hep aynı sözleri aynı şarkıyı söylemede
o tehditten uzak günleri sevgili anımsa
ne mutluyduk ikimiz evimizde montparnasse'da
artık yaşam karadüzen sürüp gidecek
soğuk akşam oldu şimdiden tekliyor yürek
kıyısında öpüşlerin
ne çabuk geçiyor zaman
sakın da ola sakın aman
geçen günler incinmesin
pörsümüş bir yonca gibi sana sunduğumda hani
ne sevmiştin bu şarkıyı üzgün sesini
o gün bu gün el değmemiş uyuyordu bende
unutulmuş çekmeceden şimdi çıkardım işte
hiç değilse sevdiğin bir şey buldum diye avundum
elsam halden anlamazım seni nasıl seviyorum
kıyısında öpüşlerin
ne çabuk geçiyor zaman
sakın da ola sakın aman
geçen günler incinmesin
billur bir şarkıdır bu seni mırıldanıyor
söylediğim her sözcük boşuna değil diyor
gün gelir sözcükler de dönüşür gözyaşına
gün gelir sözcükler de büyü'dür tek başına
sevgilim çarpıp duran şu pancuru kapatalım
yağmur damlasının sesiyle biz bize kalalım
kıyısında öpüşlerin
ne çabuk geçiyor zaman
sakın da ola sakın aman
geçen günler incinmesin
bana baktın o duru unutuş gözlerinle
anıyla yıkanmış gözlerinle
bana baktın arı unutuş gözlerinle
bana baktın anıların üstünden
gezgin ezgiler üstünden
soluk güller üstünden
alaycı mutluluklar üstünden
yok edilmiş günler üstünden
bana baktın mavi unutuş gözlerinle
hiçbir şey yok belleğinde olup bitenden
ey sevgili
ne insanlar ne doğa görünümleri
her şey çekip gitmiş senden dumanın kolları gibi
kalıyorsun
ilk kez geçiyorsun göğü
lav gözlerinle usul gözlerinle
dünya önünde senin gözkapaklarının altındaki şekliyle
seninle senin önünde başlarmış gibi
yumuşak bakışınla sonsuza dek genç
ve ben kıskanıp onu kıskanıp güzelliğini onun
görmek için yeni çayırları
yaşıyorum terk ettiğin zavallı sararmış fotoğraflarımla
söz sana geçmişi anmayacağım artık
her şey bugünden başlıyor adımlarınla
giysinin tek kıvrımıdır yaşamdan bana kalan
her şey yerli yerinde sonunda buldum seni
sevgilim sevgilim bel bağlamışım sana
kelimelere iflah olmaz romantizminin gerçeküstü imgelerini yüklerken derin izler bırakır zihinlerimizde. kocaman bir adamdır aragon, okunası, şiir gezegeninde kaybolunası.
"istasyonda konuşan iki dilsizdi onlar ayrılığı söyleyen kara gürültülerde şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşıklar kışın ve silahların beyaz serinğinde..."