bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
kendime zimmetlemek arzusunda bulunduğum başlık. -
şu anda buraya yazarken aynı zamanda medical genetics dersini dinlememeye çalışıyorum. kafam çok karışıyor. düşüncelerim her zamankinden daha karışık ve umarsız. etrafımda olanlara ilgisiz ve tepkisiz kalmaya devam ediyorum. ve sanki giderek her şeyden uzaklaşıp hiçbir şeye yaklaşmıyorum. öyle bir hiçlikteyim sanki. kendime bile yabancıyım. daha önce hiç olmadığım kadar. belki de kendimi kandırmaktan vazgeçmeliyim. ama bilmiyorum. daha biraz önce kendimi mantıklı bir yalan söyledim. şimdi gidiyorum, genetik dersi de bitti zaten. -
(bkz: kişiyi habersiz yöneten alışkanlık...) -
en son iki ay önce buraya yazmışım.
o zamandan beri pek bir şey değişmedi hatta daha da bi' dibe batmış olabilirim.
o zamanki problemlerimin bazıları gitti yerine yenileri geldi.
ve işin kötüsü problemlerimin çözümlerini aşağı-yukarı biliyorum ama çözmek için hiçbir çaba göstermiyorum.
belki de gösteremiyorumdur ama genelde kendimi kandırmayı çok sevdiğim için sanırım doğru olanı bu sefer buraya yazmalıyım:
çaba göstermiyorum.
doğruları bırak muhataplarına kendime bile söylemekten neredeyse kaçınıyorum.
kafamda yer etmiş koca koca tabuları yıkmakta olağanüstü zorlanıyorum.
hayatımdan birilerini çıkartmam gerek.
babamdan nefret ediyorum.
haksız olmaktan ölesiye korkuyorum.
ama en çok korktuğum şey birinin bir gün çıkıp:
"hayatınla ne bok yedin? o kadar imkanın, olasılığın, gençliğin vardı bir zamanlar. ne oldu, bi' skim olamadın."
demesinden korkuyorum.
biliyorum herkes büyüyor ama ben ne çocuk ne de yetişkin olmak istiyorum.
ben hiçbir şey istemiyorum.
edit: ha bir de bekle beni becky, geliyorum! -
siktir -
siktir vol.II -
avizeye bakıyordum, hani şu kristal olana ve küçükken dokunma hayaliyle yanıp tutuştuğum avizeye.
aslında o anı tam olarak hatırlamasam da annemin çekmiş olduğu fotoğraf beni hatırlamaya zorluyor. fotoğrafta dayım beni kucağına almış avizeye dokunmamı sağlıyor. ama fotoğraf bundan daha fazlası. ben o fotoğrafa bakınca küçükken dayıma ne kadar büyük bir rol biçtiğimi, onu çocukça ama çok büyük ama aynı zamanda da dayımın kavrayamayacağı bir şekilde sevdiğimi görüyorum. gerçi hangi yetişkin(!) bir çocuğun sevgisini hakkını vererek anlayabilir ki?!:
bu satırları yazmamı sağlayan şey ise dayımın 4 yaşındaki ikiz çocuklarıydı. daha doğrusu onlarla yaşadıklarım ve olanlara karşı duyarsızlığım. şöyle ki ikizlerle çok iyi anlaştık. bunun sebebi ise çok uzun bir zamandır onlarla yürekten oyun oynayan tek yetişkin(!) olmamdır sanıyorum. onları elbette seviyordum ama bu durup üzerinde düşüneceğim bir şey olmamıştı hiç ve bu sanırım ailevi husumetler dolayısıyla neredeyse hiç görüşmememizden ve onları belki de yıllardır görmememden kaynaklanıyordur -şu duruma bir bakar mısınız, tekrar bir yetişkin(!) gibi konuşmaya başladım. yıllardırmış! ne zamandan beri yıllar geçiren ve bundan öylesine bir şeymiş gibi bahseden biri oldum? hele de bu yıllar, bahsettiğim insanların hayatlarının yarısı kadarıyken. fakat her neyse bu çocuklara karşı hissettiğim asla beni saatler boyunca obsesif bir şekilde bir şeyler yapacak kadar büyük bir sevgi değildi ama bilin bakalım ne oldu? bu ikizlerden huysuz olanı -evet, bu sevgi dolu küçük şeyi böyle tanımladım- benim yokluğumda oturmuş, bir sürü resim çizmiş üstelik bunları bir zarfa koymuş ve ben eve gelir gelmez de bana verip "bu resimleri hep sakla olur mu?" demişti. ve evet sevgili okuyucum acı dolu bir şekilde itiraf ediyorum: bir yetişkin(!) olmuştum.
bu çocukça sevgiyi gereğince idrak edemiyorum. içimde bir şeyler ölmüş ve ben bunu yeni fark ediyorum bu avizeye bakarak. peki soruyorum:
ben çocuk olmaktan ne zaman bu kadar uzaklaştım? -
bir garip hissediyorum sözlük.
üzüldüm sanırım.
ama hak ettim ve hak etmeye devam ediyorum. -
bazı șeyleri gözümde haddinden fazla büyütüyorum.
ve bi' de sanırım uzun bir süre daha yalnız kalmaya mahkumum. -
biraz önce annemin "oğlum kerime teyzeye ulaşamıyoruz." nidasıyla yerimden fırladım. kerime teyze karşı komşumuz, 80li yaşlarının sonunda. iki kızıyla birlikte yaşıyor. kızlarıysa annem bana seslenirken arabayla ulaşması en az yarım saat olan bir yerdeler. aynı katta oturduğumuz diğer iki komşumuz ise karantinada. bu durumda en yakında bizler varız. her neyse defalarca zile basıp, kapıyı yumruklamak da fayda vermeyince kilitlenmeden bırakılmış kapıyı kredi kartıyla açma faslına geçtik. bu esnada annemi ara ara yoklayıp ağlayarak "ulaşabildiniz mi?" diye soran kızları var kerime teyzenin. kapıyı açtıktan sonra ise annem içerde seslenerek ilerlerken birazdan görecek olduğu manzarayla tek başına baş edemeyeceğini sezmiş olsa gerek "sen de gelsene, korkuyorum." diyor. ben önde o arkada evin en ucundaki aralık kapıyı aralıyoruz. karşımızdaki manzara bizi rahatlatmıyor. battaniyelere sarınmış vaziyette kerime teyzeyi buluyoruz. seslenmemle birlikte teyzenin "hoş geldin, oğlum." demesiyle rahat bir nefes alıyoruz. ne olursa olsun vazgeçilemez olan hal hatır sorma ritüelinden sonra nasıl endişelendiğimizi kendisine söylüyor, neler olduğunu anlatıyorum. tabi bu sırada annem telefonda kızlarına müjdeli haberi veriyor kerime teyzenin. olanları duyan ve ağlamaklı olan kızlarını esprili bir dille yatıştıran kerime teyze hepimizin suratındaki gülümsemelerin kaynağı. ama kerime teyzenin yüzüne ve gözlerine baktıkça benim gördüğüm şey etrafında onun ölmesini bekleyen insanlar olduğu bildiği, onu seven ve özleyecek olan insanların.
peki bir insan bu halde nasıl yaşar? ölüme tanıdığı herkesten belki de daha yakınken. ölmesi doğal olarak görülecek yaştayken. ona ulaşılamadığında akıllara ilk ölüm geliyorken. sevdiği insanlar varken. ölüm belki de en çok kendi aklına geliyorken? -
"Belki de sabahları bir saat yürümek ve 5. senfoni’yi dinlemek için gelmişizdir Dünya’ya..."
çetin altan'ın meşhur sözüne binaen şunu söylemek istiyorum:
"belki de kuzunun yağına banmak için gelmişizdir dünya'ya..." -
63
-- spoiler --
yürüyordum, umarsızca sanki kafamın içindeki boşluğu adımlarmışçasına. gözlerim etrafımdakilere anlam vermekten vazgeçmiş bir halde. sonra bir anda yüzüme vuran ikindi güneşi ve iliklerime işleyen rüzgar beni kulağımdaki melodinin kollarına bıraktı. suratımda bir anda tüm hissettiklerimdeki ani değişimimden memnun olduğumu belli eden bir sırıtşla dinledim şarkıyı. ta ki "here i am rock you like a hurricane" diyene kadar. tam o anda, o ana kadar şarkıyı ayırt edememiş olmamdan ve her şeyin aslında değişmeye ne kadar müsait olduğunu kavramamdan ötürü bir anda kahkaha koyuverdim sokağın ortasında ve yeniden yaşıyordum işte. diğer insanların arasında, havalanmış ayaklarım yeniden yer yüzüyle buluşunca kahkahamla birlikte uyanmıştım düşümden.
-- spoiler --
-
bonibon
uzun zamandır bertaraf etmeye çalıştığım, kafamın içindeki tilkilerle olan bulușma gerçeklești. bunu biraz korkumdan ama çoğunlukla üșengeçlikten ertelemeye çalışıyordum. beynimi ne kadar uyuștursam o kadar iyiydi benim gözümde. ama bunun bir faydası yok gibi. insan kaçarak bir yere varamıyor. bu akșam da yakalandım zaten. beni șașırtansa tilkilerin sayısındaki azalma oldu. bir șeyler ölmüș içimde bu birkaç tilkiyle beraber.
ve canım da sıkılıyormuș. her șey neden șiirsel olmak zorunda. zihnimi o kadar aç bıraktım ki toparlayamıyorum. kas erimesi. toparlayamadığım için ortalığa saçılıyor böyle her șey. bonibonlar gibi.
bi reklam vardı "çiki çiki çiki çiki bonibon, çantada cepte bonibon." artık yok gibi geliyor sanki ama. bir daha olamayacak da zaten.
her bağın üzümü yenmez. ben neden bıraktım sanki. bazen kendimi sabote ediyorum. elimdekinden hiçini istiyorum. sanki benden bekleneni yapmak bana hakaretmiș gibi. olmayacak ișleri yapmaya çalışıyorum. allahım ben neler zırvalıyorum.
berraklașmaya çalıșan bir zihnin belki son çırpınıșları belki de üzerindeki ölü toprağını atma çabaları. zaman, öğütmeye devam edecek. -
"evrenin beni kuşatan bu korkunç boşluklarını görüyor ve neden başka bir yer değil de tam da buraya yerleştirildiğimi ya da bana yaşam olarak verilmiş kısa zaman aralığının bana neden koskoca sonsuzluğun, benden önceki ve beni izleyecek olan sonsuzluğun başka bir noktasında değil de bu noktasında eşlik ettiğini bilmeksizin kendimi bu sınırsız enginliğin köşesine bağlanmış buluyorum." -
zaman zaman kendimi bir şeyler yazmaya zorlamalıyım galiba. hatta zorluyorum da bu da o zamanlardan birisi. ne yazacağımı bilmeyerek klavyenin başına oturdum.
çok uzak kaldım. çeki düzen vermem gerekiyor kendime. ne yapmam gerektiğini, nasıl yapmam gerektiğini bilsem dahi yapasım yok hahahah. sanki yaşlanmış gibiyim. emekli olmak ve mandalina bahçemde pineklemek istiyorum: oturup tüm gün bulmaca çözüp, müzik dinleyerek uyuklamak. bilemiyorum. hayatımda yaptığım hiçbir şeyi -müzik dinlemek hariç- tutkuyla yapmıyorum bir süredir. beni de çok yıpratıyor bu. genç olmak beni çok yıpratıyor. hayallerim altında eziliyorum.
"gençliğin mutlu bir şey olduğu bir yanılsamadır, onu kaybedenlerin yanılsaması; ama gençler perişan olduklarını bilirler; çünkü içlerine işlemiş, gerçekten uzak ideallerle dopdoludurlar ve gerçekle her temas ettiklerinde yaralanıp berelenirler. bir komplonun kurbanı olmuş gibidirler; çünkü okudukları kitaplar, seçim yapma zorunluluğunun ve geçmişe hoş bir unutkanlık pusunun ardından bakan büyükleriyle yaptıkları sohbetlerin getirdiği ideal, onları gerçekdışı bir hayata hazırlar. tüm okuduklarının ve onlara söylenen her şeyin yalan, yalan, yalan olduğunu kendilerinin keşfetmesi gerekir ve her keşif, hayatın çarmıhında bedenlerine saplanan bir başka çividir."
-somerset maugham
-
under the graveyard
"Somebody who listened to his soul screaming."
just thinking 'bout that sometimes. i left a soul screaming. actually, i made her scream and just left. or not just, can't i left her yet?
is it being out of my mind to expect to taken care of my soul or i dunno, is it possible in a way?
just can't seem to believe that, not always at least.
i think i am being selfish in all ways possible, both in thinking and living.
it's enough melancholy for now. i mean sun didn't left me alone yet.
Today i woke up and i hate myself
Death doesn't answer when i cry for help
No high could save me from the depths of hell
i'll drown my mind until i'm someone else
Don't take care of me, be scared of me
My misery owns me
i don't wanna be my enemy
My misery owns me now
Under the graveyard
We're all rotting bones
Oh, oh
Everything you are
Can't take it when you go
Oh, oh
i ain't living this lie no more
Ain't living this lie no more
Oh, oh
it's cold in the graveyard
We all die alone
Cover my eyes so i can't see clear
One sip away from everything i fear
Ashes to ashes, watch me disappear
Closer to home because the end is near
Don't take care of me, be scared of me
My misery owns me
i don't wanna to be my enemy
My misery owns me now
Under the graveyard
We're all rotting bones
Oh, oh
Everything you are
Can't take it when you go
Oh, oh
i ain't living this lie no more
Ain't living this lie no more
Oh, oh
it's cold in the graveyard
We all die alone
Under the graveyard
We're all rotting bones
Oh, oh
Everything you are
Can't take it when you go
Oh, oh
i ain't living this lie no more
Ain't living this lie no more
Oh, oh
it's cold in the graveyard
We all die alone
Oh, oh
i have plenty to say but don't know how. -
bir bok yedim, daha önce yediğimin üstüne. sıvarım sanıyordum, emin olamıyorum. bence çoktan sıvadım. artık hiç aklımda olmaması gerekiyor ama kendime acı çektirmeden de yapamıyorum. belki de çektirdiğim acıların kefaretini ödüyorum, daha çok acı çektirerek. kim bilir belki de sonsuz bir döngüdür bu.
ha bir de yaşasın be kurtuldum gibi. artık ipleri elime almanın vakti geldi. mazeretim yok artık. -
klavyenin başına ne istediğimi bildiğim yanılsamasına kanarak oturdum. belki gerçekten de aklımda bir şeyler vardı ve ben gerçekten bu aklımdaki birtakım şeylere inanarak oturmuştum. ama şu anda anımsamıyorum. eskiden hafızam daha güçlüydü.
bir şeylere kızgın olduğumu, bitkin olduğumu, yorulmuş hissettiğimi ama bir şeyler yapmam gerektiğini bilerek oturmuştum.
bazen sesimi herkes duysun istiyorum. duyurabiliyorum da biraz. sonra sesimi duyan, bana kulak verenlere susuyorum. kendimden uzaklaştırmaya çabalıyorum. çünkü kendimden ben çoktan uzaklaşmış oluyorum. belki de hiç kendimde değildim.
anlaşılmak istiyorum ama anlatmak istemiyorum.
-- spoiler -- -
șirin sözlü bebeğim,
artık insanlar niçin zeki Müren dinliyor biliyorum. -
bazen sözlü şarkılar, bana kötü yazılmış bir şiirin kötü yazıldığını gizlemek için şarkılaştırılmış gibi geliyor.
melodilerle gizlenmiş gibi. -
81?!, -
canım sıkılıyor. müzik dinleyemiyorum bir süredir istediğim gibi. sırf bu yüzden beynimi ve ruhumu sadece bir albüme satasım var. alçak, hayın bir el bu konuda yol gösterdi galiba bana. dödsrit. canım feci sıkılıyor. iş buldum galiba. nefret ediyorum. sevgiden uzağım. uzun zamandır aşk denen kavrama uzağım ve ilk defa bunu bu kadar net bir şekilde fark ediyorum. alacağın olsun tsigalko. final de yaklaşıyor. içimde herhangi bir şeye karşı sevgi yokmuş gibi hissediyorum. varlığımı sorgulayamayacak kadar varoluşumdan alakasızım. sahi neden? gerçi bu da olmadı. pek de olmuyor zaten.
not: bunlar bir anda kafamda geçenler yaklaşık bir günüm boyunca peşimi bırakmayanlar. bunları yazmamdaki amaç kendimi yazmaya ikna edebilmiş olmam. yazarken ilerde geriye bakıp okumak dışında bir beklentim yok. tanrı bunları okuyup anlamlandırmaya çalışan kullarına merhamet etsin. -
seninle şimdinin sonsuzluğunda kaybolmak istiyorum.
eğlenmek en büyük isyandır, seninle isyan etmek istiyorum. -
bu girdinin bir resmi ve ve bir şarkısı var.
"ay, inanamazsın ankara'ya geldim. tereddütlerim aklımda hala."
yıllardan beridir istediğim şehirdeyim. bir başıma.
"dönüp bakma artık kaç yılda geldim dediğin yere, inat etmemişsin kim bilir kaç ay bir kez bile."
geldim sonunda birçok şey pahasına. geçmişimdeki inatlar sayesinde. inat etmeyi unuttuğum bugünlere.
"aydınlanmayı bekliyor bütün yüzün, gölgen yanı başında."
henüz tamamlanmadım. geçmiş günlerimin gölgesiyse yanı başımda.
yeniden güçlü hissediyorum uzun bir süre sonra. bir şeyler başaracağım.
iyi buradasın sözlük, iyi ki yazıyorum bu satırları buraya. iyi ki buradasın @gece ucan kedi, yazdığın bir girdiyle, çaldığın bir şarkıyla.
ve sen
"hi, hala yaşıt mıyız?"
elimden tutacak mısın? -
ankara'nın griliğine karıştım, bir kez daha.