bir çok insanın verdiği kararların, tepkilerin, duygudurumlarının, düşüncelerinin aslında hiç farkında olmadıkları kökenidir. bir çoğumuz zombi gibi otopilot modunda yaşarız, ama bundan haberimiz yoktur. özgür irade nedir biliyor musunuz? özgür irade, aslında biz farkında olmadan, arkaplanda bütün düşüncelerimizi, tepkilerimizi, verdiğimiz bütün kararları, hayatta yaptığımız bütün seçimleri yönlendiren, çocukluktan itibaren aile, toplum, kültür, çevre, din, okul, iş hayatı, medya, tv, idol edindiğimiz insanlar gibi bir çok faktör tarafından aktif ya da pasif olarak, bazen de kendi isteğimizle üzerinde düşünmeden edindiğimiz koşullandırmaların ayırdında olmak ve bunlardan bağımsız düşünebilmektir.
kendi isteğimizle demişken, koşullandırma ille zorla empoze edilen bir şey değil. kimileri, eğer küçük yaştan itibaren aile ve çevresi tarafından beyni yıkanmadıysa zihin tembelliği sonucu din, ideoloji, töre gibi şablonlardan seçip kendi benimser. fazla efor harcamadan hazır düşünce, karar verme opsiyonu bunun baş nedenleri arasında.
avrupa'da selefi olup yüzünü gözünü mumya gibi kapatan kadınlarla yapılan bir röportajda neden içinde doğdukları özgürlüğü kenara atıp bu kadar ekstrem bir mezhebe girdikleri sorulduğunda biri 'çünkü düşünmek zorunda değilim, hangi elle yiyeceğimden ne giyeceğime şeriat karar veriyor, karar verme angaryasından kurtulmuş oluyorum. asıl özgürlük budur' diye cevap veriyordu. röportaj yapılan kadın aklımda yanlış kalmadıysa ingilizdi. evet çok uçuk ve absürd geliyor ama gerçekten böyle insanlar var. amerika'da adulting diye zırlayan tayfa mesela. selefilikten haberleri olsa iddia ediyorum yarısı hiç düşünmeden gider selefi olur, çünkü her şeye zaten karar verilmiş olması ve sadece ellerine verilen kurallar listesini takip edip otomatiğe bağlamanın, büyük zul gördükleri sorumluluk alma, karar verme yüklerinden kurtulmanın cazibesine karşı koyamazlar.
din ve kültür koşullandırmasını biraz daha açalım. öyle ateistler tanıdım ki, yeri geliyor en yobaz dinciden farksız düşünüyor, mesela dekolte giyinen kadınları ahlaksızlıkla suçlayıp yargılıyor. çünkü her ne kadar dinden nefret ediyor olsa da, ortadoğu kültürünü aşağılasa da ortadoğu kültürü aslında genlerine işlemiş, farkında bile değil. ama bu yaptığının ortadoğululuk olduğunu söylesen fena halde sinirlenir, sülalene söver. ailesinden öğrendiği değerleri yüzeyde reddetse bile bilincinin derinliklerine işlemiş olduğundan değer yargılarını aslında onlar yönlendiriyor ve kendisi bunu asla farketmiyor.
yaşımız ilerledikçe zihnimizi sarıp sarmalayan koşullandırmalar artar, bunları farkedip direnmek de yaşımızla doğrudan orantılı olarak zorlaşır. bunların bilincinde olmak aslında bayağı zor ve büyük efor isteyen bir iştir. koşullandırmaların neler olabileceğine uzun süre kafa yorup tek tek ayıklamanız, listesini çıkarmanız ve zihninizi bunlardan arındırmak için ciddi anlamda disiplinli bir şekilde çaba harcamanız gerekmektedir.
mesela en basitinden, ermeniler camiye çevrilen ermeni kilisesinde ibadet etti diye onları hedef gösteren, nefret söylemi yapan tipi ele alalım. ermenilerden neden bu kadar nefret ediyor? ermeni düşmanlığı ve aşırı milliyetçilik kendi fikri mi, koşullandırma sonucu mu? bu insan alabama'da bir redneck mahallesinde doğsa siyahilerden aynı şekilde nefret edecek miydi? liberal, hümanist bir ortamda doğmuş olsa nasıl düşünecekti?
şimdi size bir alıştırma: gün içinde verdiğiniz bütün kararları neden verdiğinizi, asıl sebebinin ne olduğunu bir düşünün. sizde mantıklı geldiğini düşündüğünüz nedenin değil, bunun derinlerde yatan ana kaynağının ne olduğunu ve bu kararın nasıl bir düşünce zinciri sonucu ortaya çıktığını düşünün.
comfort zone denen hapishanenin mimarı aslında biziz ve bu hapishanenin duvarlarının tuğlaları da kendi isteğimizle edindiğiniz koşullandırmalar oluyor. bunları kırıp atmak ve özgürleşmek aslında bizim elimizde. bazı insanlar özgürlükten korkar ve comfort zone'da otomatik pilotta yaşamanın rahatlık olduğunu düşünür ama hepten beyni uyuşmuş koyun değillerse, azıcık zekaları varsa ebedi bir mutsuzluk hisseder, bir türlü hayatta tatmin bulamaz, içlerindeki bir türlü doldurulamayan bir boşluk olur. bunların ana kaynağının bu comfort zone hapishanesi ve koşullandırma prangaları olduğunu fark ettikleri anda yıllardır çektikleri sefaletten, mutsuzluktan kurtulmanın anahtarını bulmuş olurlar. ama asıl mesele anahtarı bulmak değil, o anahtarla sistemli ve disiplinli bir şekilde onlarca, belki yüzlerce kilidi tek tek açmaktır -ne de olsa comfort zone hapishanesinde yaşadığının gayet farkında olup da oradan çıkmaya bir türlü cesaret edemeyen, o koşullandırmaları kırmaya yeltenmekten ödü kopan çok insan var.
koşullandırma; çevrenin bireyleri belli bir düşünme, duyma ve davranmaya yöneltme sürecidir.
Aslında bazen bunlardan farkındalıkla kurtulmaya başladığımızı zanneder ama yakınından bile geçemeyiz. Çünkü tam olarak öyle düşünmek nasıl birşeydir bilmiyoruz ve bilmemiz imkansız.
Tüm yaşamı veya yaşamın büyük, anlamlı konularını es geçin. Sadece çok basit bir hareket kalıbınızı o konu hakkında hiçbir şey bimiyor gibi yargısız düşünmeye çalışın. Çok da başarılı olamazsınız, çünkü en özgür fikirleriniz bile bir şekilde duyduğunuz en özgür fikirler çevresinde dönüyordur. Eğer bir anne ya da babaysanız bunu anlamanız daha kolay oluyor.
Çocuğunuz gerçekten boş bir kağıt gibi geliyor dünyaya, ve muhteşem bir beyinle. Yine çocuk büyütme fikirleri koşullandırmasında olacaksınız elbette (yumurta tavuk hikayesine dönüyor iyice) ama en azından şunu yapabildiğinizi fark ediyorsunuz. Kendi cümlelerinizi ona söylememe karar anı..
Soru soruyor, sen ne düşünüyorsun diyorum, elbette bu bilim gibi başı sonu net olan şeyler değilse. Bence şöyle bu diyor, sonra vazgeçiyor, sonra başka bir fikirle geliyor, sonra ondan da vazgeçiyor. En azından tüm bu süreçlerde azıcık da olsa özgür kalabiliyor, sizin bırakmaya çalıştığınız o azıcık özgürlüğü dışarıda, okulda, arkadaş arasında hızlıca yok ediyorlar zaten.
Mesela hepimizin bildiği renk koşullandırması mevzusu; kızlara pembe, erkeklere mavi örneği gibi.
Bu kalıpta düşünmek istemiyor, ama düşünüyoruz.
Bunun gibi örnekleri yok etmek istiyor ama yapamıyoruz. Resmen başaramıyoruz ya, resmen debeleniyoruz.
Koşullandırma konusunda koku deneyleri de var, elle tutulur bir biçimde olayı özetleyen. Brown Üniversitesi'nden Dr. Rachel Herz bir karışım yapıyor. iki asit molekülünden yağlı ve keskin kokan bir karışım hazırlıyor. Bunu iki farklı odanın kokulandırmasında kullanıyor. Birinin kapısına "parmesan peyniri" birinin kapısına da "kusmuk" yazıyor. (Bu iki molekülün bazı özellikleri var, tabii ki özel seçilmiş yani her iki kokuya da benziyor gerçekten, merak edenler vedat ozan'ın kokular kitabında bulabilir)
Peynir kokulu odada olduğunu sanan denekler gayet rahat vakit geçirip oh ne güzel acıktım walla diye geziyor, aynı denekleri diğer odaya soktuklarında bazıları öğürüyor, içeride hiç kalamıyorlar.
Sonunda gerçeği söylüyorlar hiçbiri de inanmıyor iyi mi?
Mal gibi yaşıyoruz walla değil mi Neo?