1. bir eylem.

    ön not: bu vakte kadar yazdığım girdilerin birçoğu temelde, öyle ya da böyle bir bilgi aktarımı kaygısı güderken kendi düşüncelerimi araya serpiştirdiğim bir hâldeydiler. felsefe yapmak eylemini açıklamak için ise daha öznel yargılarda bulunacağımı belirtmek isterim. yazmaya henüz başlamama rağmen uzunca bir girdi olacağını düşündüğümden dolayı, dinlediğim kimi müzik örneklerini sunarak girdiyi okurken sıkılmamanızı umuyorum.
    klasik müzik dinleyicileri için: www.youtube.com/...
    blues rock müzik dinleyicileri için: www.youtube.com/...
    rock/heavy metal dinleyicileri için: www.youtube.com/...
    blues dinleyicileri için: www.youtube.com/...

    felsefenin tanımı gereği denk düştüğü kısmı bir tarafa koyarak başlamaktan yanayım bu girdiyi yazmaya. buna rağmen, kanaatimce felsefenin en önemli uğraşının, sorununun, sorusunun bilmek meselesi ile alakalı olduğunu numaralı girdide elimden geldiğince açıklamaya çalışmıştım. bu girdideyse bakmak istediğim konu, felsefe yapmanın eylemsel olarak diğer eylemlerden nasıl ayrıştığı ve nasıl gerçekleştirilebileceğiyle alakalı olacak.

    felsefe yapmak diğer eylemlerden nasıl ayrıştırılabilir? ilk önce bu eylemin benzerlerine bakalım. felsefe pratik bir eylem midir, yoksa düşünsel bir eylem midir? felsefe yapmak çevreyi temizlemek için bir ormanda çöp toplamaya mı, yoksa gözümüzün önüne sevdiğimiz bir görüntüyü getirmeye mi daha yakındır? çamaşırları asmak mı eylemsel olarak felsefe yapmaya daha fazla benzerdir, rastgele bir hikaye oluşturmanızı istediğimde aklınızdaki hikaye yazma sürece mi? eğer yanıtlar ikinci gruptaysa, ki ben öyle olduğunu düşünmekteyim, felsefe yapmanın düşünsel bir eylem olduğu noktasında hemfikir olmuş oluyoruz.

    düşünsel eylemin en bariz özelliklerinden birisi kimi somutluklardan soyutlanmış olmasıdır. örneğin; soyut, fütüristik ya da post-modern bir sanat eseri çözümlenmek/aktarılmak için birtakım somutluklara ayak basmaya mahkumdur. içinizdeki öfkeyi yansıtmanız da mümkündür bu noktada, karantina sürecinin gelecekteki olası travmalarını yansıtmanız da. her ne olursa olsun "açıklamak" için somut fenomenlere ihtiyaç duymak gibi bir kısmı var düşünsel eylemlerin ya da onların çıktılarının. buna karşın, bir düşünsel eylem örneği olmasıyla birlikte felsefe yapmak soyutlanmasını somutluktan hareketle inşa etmek zorunda değildir. örneğin felsefe için sayılarla ilgili yapılacak bir soruşturma, soyutluğun soyutlanmasına dair verilebilecek bir örnek olabilir. sayılar var mıdır? dördü bana işaret edebilir misiniz? halihazırda soyut olan kimi konseptlerin idrak edilebilmesi ikinci seviye bir soyutlamaya ihtiyaç duyulmaktadır böylesi bir tartışmada. öte taraftan son derece somut görünen felsefi tartışmalar da aslında son derece soyutlukta gezinmektedir. adalet nedir, sorusu siyaset felsefesinin en başat sorularından birisidir. buna karşın hiçbir felsefi metin, somut örneklemlerden yola çıkarak adalet kavramını tartışmaz. çünkü şayet elimizde adalete dair somut bir veri varsa sosyal bilimler bunun geliştirilmesi, dönüştürülmesi ya da düzeltilmesi ile ilgili önerileni bilimsel temelde sıralayacaktır/sıralamalıdır. adalet kavramının kendisine dair bir felsefe yapacaksak sorulan soru sosyal bilimlerin ilgilendiği üzere günümüzdeki -somutluktaki- adalet kavramı nedir değil, adalet idealde -soyutlukta- nedir olmalıdır. amaç, güncele şartlanmaksızın en doğru adalet konseptini bulmaktır. adaleti kurmak değil. bu durumda felsefe yapmak salt düşünsel bir eylem olmaktan öte aynı zamanda düşünsel eylemlerin en ileri soyutlanmalarının evidir.

    felsefe yapma eyleminin konseptine içkin tartışmaları yapmak dahi aslında felsefe yapmaktır. bu bir kısır döngüye işaret edebilir kimi düşüncelere göre. lakin, bir kısır döngü değildir. çünkü felsefe yapmak eylemi üzerine düşündükçe felsefe yapmıyoruz. felsefe yapmak eyleminin bu vakte yapılan şeklinden bağımsız ele aldığımız zaman konuyu; felsefe yapmak nasıl olmalıdır, diye sorduğumuzda, felsefe yapmak üstüne felsefe yapmaya başlıyor oluyoruz. yine de soyutluğu bir tarafa bırakalım. şimdi vakit, felsefe yapmanın nasıl mümkün olabileceğini tartışmakta.

    , önemli bir analitik felsefecidir. benim için onun önemli olması, iyi bir polemikçi olmasından kaynaklanmaktadır. cohen bir sistem var etmemiştir hegel gibi, ya da wittgenstein gibi felsefenin ne olduğuna dair keskin yanıtlar aramamıştır. cohen'in en değerli katkısı felsefeye, yöntemseldir. şu soruyu sorar cohen: siz kimi şeyleri tartışıyorsunuz fakat bu tartıştığınız şey ne ile alakalı? bir önceki paragrafta adalet nedir, diye bir soru ortaya atmıştım tartışmanın ilerleyişi hatrına. cohen'e göre bu son derece yersiz bir sorudur çünkü hangi anlamda adaleti konuştuğumuz belirsizdir. takas yapacak iki insan arasında mı, devletin vatandaşlarına sağlamasıyla mı, bir canlının başka bir canlının tüketmesi için beslenmesi noktasında mı tartışmaktayız adaleti? işte öncelikle ihtiyacımız olan şey, açıklıktır. siz bunu netlik olarak da kodlayabilirsiniz. felsefe yapmak için sorularımız olmak zorundadır ve bu sorular açık olmalıdır.

    aynı noktada cohen, çok önemli bir iddiada bulunuyor. yazının geri kalan kısmında bu iddiayı ele alarak felsefe yapmak eylemini değerlendireceğim. iddia şudur: felsefe yapmak acı çekmeye bağlıdır. acı çekmeden felsefe yapmanın mümkün olmaması çok arabesk görünebilir. endişeniz olmasın, hiç değil. aksine arabesk kültürün karşısına koyulabilecek son derece kuvvetli bir karşı duruş böylesi bir acı çekmek.

    ilk önce belirtmek isterim ki felsefe yapmak fiziksel acı söz konusu olduğunda mümkün olabilecek bir eylem olmaktan ne yazık ki çok uzaktadır. bunu öne sürmemin birkaç nedeni var. batı felsefesini ele aldığımızda aklımıza ilk gelen insanların zenginlikleri ortadadır. thales, bir zeytin ve şarap tüccarıydı ilk filozof olmakla birlikte. voltaire bir şatoya sahipti. bu noktada aklınıza mükemmel örnekler geliyordur eminim; marks gibi, diyojen gibi, epiktetos gibi. bu örnekler anlamlıdır, buna karşın fiziksel acı çekmeleri ile eş zamanlı olarak felsefe yapmaları gibi bir durum söz konusu değildir. marks bir şekilde yaşamını devam ettirebiliyordu özellikle engels'in katkısıyla, diyojen tercihen fıçıyı seçmişken karnını doyurmakta bir güçlük çekmiyordu yaşadığı çevredekiler sayesinde, ve epiktetos -doğru- bir köleydi evvelden fakat felsefe yapması kölelik zamanlarından kalma değildi. kısacası, aç kalmamak felsefe yapmak için bir zaruriyettir çünkü felsefe yapmak aynı zamanda sistematik düşünmek demektir. aç kalan bir bireyin düşüncelerini tertipli bir şekle sokması bilimsel olarak mümkün değildir zira ilk odaklanacağımız nokta, beyin tarafından yönlendirilen canlılar olarak, açlığımızı gidermek olacaktır. rica ederim bu öneriyi parasal ilişkilere indirgemeyin. anlatmaya çalıştığım şey, soyutlamanın soyutlamasını (felsefe yapmak) yapabilmek için bizi, düşünmekten alıkoyacak somut zorlamalardan kurtulmuş olmamızın gerekliliğidir. sistematik olmayan her bir düşünce, felsefe yapmanın çok berisinde, en fazla aforizma derecesine nail olabilir noktadadır. kısacası, fiziksel refah felsefe yapmanın mühim bir bileşenidir. bu konfor değil, yaşamak için zorunlu olan ihtiyaçların karşılanmasıdır. asgari düzeydeki yaşamsal ihtiyaçların giderilmesiyle birlikte felsefe yapma eylemine adıma atma koşulları sağlanmaya başlayacaktır.

    dönelim tekrardan acı çekme meselesine. bence bu düşünce son derece radikal bir düşünce olmakla birlikte epeyce çözümleyicidir. acı çekmek... basitçe şöyle düşünebiliriz: aklımızı kurcalamayan şeyler üzerine düşünmeyiz, soru sormayız, o şeyi soruşturmayız. sizin için iki sorum var benim de. iskandinav ülkelerindeki tecavüz ve taciz oranlarının son derece yüksek olmasına yönelik bir şey biliyor muydunuz, ve şayet biliyorduysanız bu sorunun üzerine ne kadar kafa yormaktasınız? sanıyorum hiç. evet, eminim ki hemen hemen hiç. şayet orada yaşayan bir insan değilseniz ya da özellikle iskandinavya ile ilgili ihtisasınız yoksa bu konuda kafa yormazsınız çünkü bu gerçeklik sizin için yakıcı değildir. bu durumdan dolayı acı çekmezsiniz, çekseniz daha yeterince değildir ki bunun gerekçesini bulmak için uğraşmazsınız. diğer sorum ise ait olduğumuz topraklarla alakalı. kaçınız, bakanın bugün, doların onun için hiç de önemli olmamasından dolayı oraya bakmadığına dair espri yaptınız/duydunuz, kederlendiniz, sinirlendiniz, övgüler (?) düzdünüz? sanıyorum bu konudan haberdar olan kimseler yoğun bir gün geçirmiş olmalılar. düşünceme göre bir ülkedeki tecavüz ve taciz oranının yüksekliği son derece yakıcı bir konudur. buna rağmen, dövizin aleyhte ilerlemesi bir ülkede, o ülkenin vatandaşları için daha yakıcıdır çünkü insanlar ikincisinden dolayı doğrudan zarar görmektedirler, yani acı çekmektedirler.

    türkiye ve iskandinavya örneğinde olduğu gibi, düşünsel olarak acı çekmemiz, felsefe yapmak için düşünsel olarak bizi zorlayan noktalarda ortaya çıkmaktadır. fiziksel "refaha" eriştikten sonra düşünsel olarak soyutlama yetisini zorlayan şeyler yaşadığımızda ya da düşündüğümüzde rahatsızlık duyuyoruz. işte o noktada acı çekmeye başlıyoruz. acı çekiyoruz zira yanıtı bulamıyoruz. acı çektikçe üstüne daha çok düşünüyoruz; daha çok düşündükçe mesele daha çetrefilli hâle geliyor; daha fazla çetrefillendikçe konu, daha fazla zorlaşıyor yanıtı bulmak; ve yanıtı bulmak zorlaştıkça daha çok acı çekiyoruz. felsefe yapmanın en bariz işleyişi benim için budur. eğer bir konu yeteri kadar acı çektirmiyorsa düşünsel anlamda, üstüne çok da fazla düşünmeye ihtiyaç duymayız pratikteki örneklerde olduğu gibi. acı çektirme derecesi arttıkça bir konunun, rahatsız ediciliği de yakıcılığı da artacaktır bir birey için. bunlarla birlikte rahatsız edicilik evrenine girip felsefe yapmaya başlıyoruz.

    kimi adaleti, kimi sayıları, kimi kelimeleri, kimi insan olmayı, kimi var olmayı ya da yokluğu, kimi tanrıyı, kimi ahlakı, kimi kimilerini... ne olduğu değişiyor belki ama felsefe yapmanın içinde her daim uykusuzlukları doğuracak belirsizliklerle dolu bir acı çekme süreci var olmak durumunda. acı çekmek yetmekte mi? elbette değil. yaşamda her an değerliyken önceki yaşayanların kelamlarını okumak, onlara göz atmak acımızı dindirmez belki ama yönlendirir. felsefe yapacaksak şayet, geçmişin/geçmiştekilerin acılarını değil, kendimize ait acıları bulmalıyız ki yaptığımız şey felsefe yapmak olsun. belki de böylelikle acı çekilmeyen bir dünyaya daha da yaklaşmış oluruz. belki de aydınlanmaya bir kibrit de biz uzatmış oluruz.
    #191975 docendo discimus | 4 yıl önce
    0eylem 
  2. işin aslında o kadar da dallandırıp budaklandırmadan normal bir sorgulama hadisesidir. basit ve temel bir eylem haline gelmelidir ki yaygın hale gelebilsin. onun yerine ne hikmetse tam tersi olmuş, olumsuz bir anlam yüklenmiştir.
    #191984 rock tribe | 4 yıl önce
    0eylem 
  3. karnı tok sırtı pek insanların yaptığını iddia etmek ''filozoflar tarihi''nden bihaber olmak demektir.

    şu eski yunandaki maddi birikimin felsefeye uygun bir iklim yarattığı iddiası artık baygınlık vermektedir. burada yapılan, tarihsel bir rastlantıyı kasıtlı bir ilişkilendirme çabası, başka birşey değil. ne var ki bu iddia aksi yönde bir dolu örnekle çürütülmektedir.

    gerçekten de 'un sadece bir kaç tanesini saydığı çok sayıda değerli filozof yokluktan fikirlerini yükseltmiştir. bazıları ölümü beklerken bazıları sürgünde yazmıştır eserlerini.

    filozofun acısını bizim için olduğu gibi maddi yoksunluklarla ilişkilendirirsek zaten baştan yanılırız. filozof maddi yoksunluklardan zarar görmez. onlar için acı, manevi ızdıraptır. ama bu da yaratıcılıklarına engel olmamış, aksine yine 'in işaret ettiği noktalarda, manevi ızdırap felsefe için gerçekten o çok gerekli olan altyapıyı hazırlamıştır.

    not: filozof derken herkes tarafından filozof olarak görülenleri değil doğal olarak, bana filozof görünenleri kastediyorum.
    #192000 little thirty | 4 yıl önce
    5eylem 
  4. türkiye koşullarında değil felsefe üretmek okuyup anlamak bile çok zor. felsefenin çeviri dili günlük konuşma dilinden o kadar uzak ki. misal özdeksel sözcüğünü günlük hayatta kaç kişi kullanabilir. insanlar 200 kelimenin içinde hayatlarını sürdürüyor, yuvarlanıp gidiyor. maslow piramidinin en alt basamağında hayatta kalmaya çalışan insanlar kredi kartı borcunun ötesinde bir şey düşünmekten aciz. felsefe bize hayal.
    #192019 laedri | 4 yıl önce
    0eylem 
  5. felsefe yapmak sanıldığı kadar naif bir olgu değil. filozofların bu deneyimi için neler yaptıkları, bunun sonucunda ne gibi görüşler ortaya koyduğunu bilmeden ve felsefe tarihine bakmadan romantik bir şeymiş gibi sunmak abestir. platon kadını erkekten aşağı görmüş, ; machiavelli devletin bekası için gerekirse dini kullanmayı, yalan söylemeyi uygun görmüştür; daha agresif örneklerden olan marquis de sade tecavüzü bile onaylamış; peter singer hayvanla ilişkiye girmenin etik bir problem olmadığını savunmuştur.

    kısaca bakacak olursak felsefe yapma eyleminin sınırlarını belirleyen bir ahlaki çizgimiz yok. ha bunu etik olarak konuşmak için yazmadım bunları. temelde harcanan eforun yansıtıldığı kadar yüceleştirilmesine karşıyım. bunu söylerken sanki felsefeye karşı gibi zannediliyorum çoğu zaman ancak ben felsefe mezunu, felsefeden zevk alan ve gerekliliğine inanan bir insan olarak bunları dile getirdiğimi belirtmeliyim.

    bu noktada eleştirdiğim bakış açısı filozofların bir derviş gibi görülmesidir. hayır, felsefe yapma eyleminin odaklandığı noktada kavram vardır, rasyoneldir. duyguyu ele alsa bile kavram olarak ele alır. derviş gibi duygunun kendisini ele almaz. her ikisi de düşünsel olarak çıkarımlara varır ancak felsefe kavramsal ve diyalektik ilerleyişi nedeniyle tüm bilimlerin temelinde yatan disiplin olarak vardır. batı dünyası neden daha ileri gitmiştir derseniz, orta çağda teolojinin felsefeye karıştığı günlerde dahi, bir çok kilise üyesi dini ve tanrıyı bu disiplin çevresinde açıklamaya yeltenmiştir. tabi bunun başarısız bir çaba olduğunu avrupa rönesansa kadar fark etmekte zorlanmıştır o ayrı mesele. ancak orta çağı atlatan avrupa felsefe yapma eyleminin barındırdığı kavramsal disiplin çerçevesinde hukuku, yasayı, devleti, bilimi, eğitimi ve sosyal hayatı dizayn etmiştir. hatta şehirlerin mimarisi bile belli bir dayanak üzerinde ilerler.

    batı dünyası bu gelişimi yaşarken müslüman toplumlar ise felsefe dünyasında rönesansı ilk tanışmasıyla yaşayıp sonra geri gitmiştir. sanırım tüm dünyada tarihin en acaip döngüsü budur. khun aslında paradigmatik tarih konusunda bu noktada çok ciddi haklılık payına sahiptir. bu geri kalmışlığı aslında sadece müslümanlara atfetmemek gerekir. hintliler, çinliler, japonlar ve hatta ruslarla beraber asya toplumları bunu yaşadılar. son 150 yılda buna kanalize olmaya çalışsalar da çok büyük bir çelişkiye düşmeleri de kaçınılmazdı; kendi kimliğinden vazgeçme korkusu!

    bunun yansımaları osmanlı'nın son dönemlerinde yaşandı ancak bir düzene oturtan atatürk ve arkadaşları olduğu kadar ziya gökalp'in de payı vardı. ziya gökalp sadece bu çelişki de medeniyet ve kültür farkını ortaya koyarak, batıdan alınması gerekenin medeniyet olacağını ve kültüre zarar vermeyeceğini öne sürdü. atatürk'ün de en çok etkilendiği insanlardan birisi olarak bu görüş onun fikirlerine de sirayet etti aslında. atatürk'ün muasır medeniyet fikri de buradan geldi. felsefe yapma eyleminin gereksinimlerini karşılayacak bir ortam kurmak adına dil devrimi dahi yaptı. aslında türk dili bunun için uygun olsa da ondan sonraki ortam bunun için çok uygun olmadı. çok iyi felsefecilerimiz çıksa da biz bir düzen oluşturamadık. hukuku, yasayı, devleti, bilimi ve eğitimi rastgele dizayn ettik. kimisi natocuların, kimisi cemaatçilerin, kimisi de açgözlülerin elinde kaldı. işte böyle bir ortamda ise türkiye'de felsefe yapma eylemi bireysel bir çaba olarak kaldı. kurumlar ve topluluklar bu disiplin içerisinde çok az yer aldı.

    #196116 marophat | 4 yıl önce
    0eylem 
  6. Ne kadar filozof varsa bir o kadar da felsefe tanımı vardır.

    Kimilerine göre, örneğin , "yolda olmak"tır... Kimilerine göre bir iddiayı sal yollarla gerekçelendirmek/meşrulaştırmaktır.

    Örneğin 'e göre "genel olan genel"i düşünmektir.

    'a göre "felsefe değil, felsefe yapmak öğrenilir."

    Bir yerde okumuştum. Şayet bir tez, bir iddia, bir önerme en azından iki soru sormanıza yola açıyorsa o "iyi"dir. İyi aynı zamanda "doğru"dur. Ve de "güzel"dir.

    Türkçemiz'de "efkara dalmak" diye bir deyim var. Ya da "efkar dağıtmak". (Efkar in çoğulu). Bu topraklarda efkara dalmak pek hoş karşılanmaz.
    #204525 birbaskagocebeencore | 4 yıl önce
    0eylem