Abla olmak bence annelik için staj yapmak gibi. Ablası olan arkadaşlarımı veya abla olan arkadaşlarımın , kardeşleriyle olan ilişkilerine baktığım zaman görüyorum bunu. Resmen cici anneler. Ve o ilişkilere bakıp kıskanmamak elde değil. Bir abi ile olan ilişki gibi değil. Ha bazı abiler vardır baba gibi olurlar ama sayıları çok az. Ablalar izlediğim kadarıyla, çoğunlukla stajyer anne. Bilmiyorum belki bu görüşüm kadınların her birine ayrı ayrı hayranlık duymamdandır ama benim için tarif ettiğim gibiler abla. 2 abim olacağına 1 tane ablam olsaydı...
büyük kızkardeş. ayrıca pazarcı esnafının genelde başörtülü hanımlara hitap şekli. başı açık ve boyalı olanlara yenge, boyasız ve gözlüklülere de hocam diyorlar. öyle yakıştırmışlar.
erkek kardeşi ile olan ilişkisi anne-oğul ilişkisinin en güzel ayrıntılarını içinde barındırabilen, tek başına çok büyük bir rol model olabilecekmiş gibi görünmemesine rağmen, arkasından büyümeye çalışan kardeşlerine karşı takındığı tavırlarıyla onlar için manevi bir heykel büyüklüğüne rahatlıkla erişebileceğini kendisinin de bildiği yakın.
erkek kardeşi olan ablayı erkek kardeş gözünden biraz açıklamaya çalışan bir girdiye denk geldiğimi hatırlamıyorum. zaten aralarındaki garip bağın (abin gibi olsa yanında ana avrat küfredebilecek laçkalığa kolayca erişirsin; annen gibi olsa her şeyini anlatamazsın ama içten içe de onu çok seversin) farklı cinsiyetler olmanın getirdiği önemsizlikte pırıl pırıl parlayan zeka ayrıntılarını görmek de önemli. uzun süredir görmediği, burnunda tütmesine ramak kala telefonda hal hatır sorarken "yarın izmir'deyim, 1 gün kalıp dönücem, kesin görüşelim lake'ciğim" cevabını aldığı ablasına birkaç saat önce sıkı sıkı sarılmış bir erkek kardeşin gözünden abla kavramının çekirdek aile içindeki büyüklüğünü anlatmak isterim.
- ebeveyn rolüne kolaylıkla bürünebiliyorken ve yerine göre bunu bir koz olarak kullanabilirken, yerine göre de sizi kurtarmak için bunu istemeden ama zorla yapabilir. koz yönü "sıçarım bacağına, hüngür hüngür ağlatarak ayrılmışsın kızdan. gidip özür dileyeceksin yoksa bizimkilere her şeyini anlatırım bak" kadar sert ve sade olabilirken, kurtarma yönünde "ne var lan çocuk yanlışlıkla çarptıysa sana, dürzü! hatasını anlayıp özür de dilemiş, görmüyon mu? daha ne istiyosan, gel de ben sana vereyim" kabadayılığına varabilecek kadar korumacı rolüne bürünebilir. şefkat-azarlama dengesini anneye göre daha yumuşak geçişlerle, babaya göre ise hissettirmeden kurabilir. erkek kardeşin, içgüdüsel olarak her zaman istediği "abi refleksi"ni abla üzerinden de gerçekleyebileceğini görmesini sağlar.
- ikizlerinki kadar olmasa da, aralarında az yaş farkı olan abi-erkek kardeş arasındaki "leb demeden çorum kompozisyonu yazabilme" yetisini erkek kardeşe karşı cins üzerinden en sert haliyle gösterir. konuşmadan anlaşabilmenin bütün ilişkilerin temel direği olduğunu da, süresi uzadıkça içinden çıkılmaz bir sıkıntı kördüğümü halini alan ebeveyn konuşmalarından önce ona öğretir. erkek kardeşin, empati yeteneğini, karşı cinsin gözünden, onun aynı yaşlardaki berbat ergenlik sancılarının içindeki zümrüt değerindeki nefis ayrıntılarıyla kavramasını sağlar. nerede konuşup nerede susmak gerektiğini dahi bu empatinin içinde yoğurup, bu yoğrulmuş oyun hamurundan ideal sevgili yaratmaya olanak sağlar.
- berbat esprilere uzun süreler gülüp içinde bulunulan ortamdan sadece kendisiyle birlikte uzaklaşmanın keyfini yaşatır. sadece gülmek de değil; hüzünlenmek, ağlamak, şaşırmak, korkmak, ürpermek, heyecanlanmak gibi geneli anlık tepkilerden oluşan duygu yumaklarını sadece kendisiyle birlikte yaşayan erkek kardeşin dünya'ya baktığı bir çift gözün bakış açısını genişletir. geçtiği yolları, yaşadığı hayat tecrübelerini, gördüğü yerleri, içinde insana sonsuzmuş gibi gelen uzunluklarda yaşadığı çıkmazları -o paylaşılan duygunun içinde yer almayla birlikte- erkek kardeşine geçer; karşı cinsin vücudunda yeniden ete kemiğe bürünmüş ruhunu hissettiği anda erkek kardeş için bir abladan öteye geçer ve rol model olur.
- erkek kardeş için sokakta her zaman koruyup kollanacak, ters ters bakanlara karşı aynı karşılık verilecek, götünü, memelerini, kukusunu göz hapsine almış dallamalara karşı bir an önce şovalye moduna geçilecek kişi olur ama kazın ayağı, özellikle pratikte böyle değildir. erkek kardeşe ortaokul yaşlarında ortam öğreten, elinden tutup kendi çevresi içine sokan, arkadaşlarını arkadaşları, dostlarını dostları yapmış ablanın, kendi canı gibi önemsediği erkek kardeşinin maganda dallamalara karşı sovalyelik yapmasına müsaade etmemesi, erkek kardeşte toplumsal kurallara bakış noktasında kırılma yaratır. "bacıma laf eden mi var" gazına sahip her erkek kardeşin yaptığı "koruma duygusunun bokunu çıkartmak" abla için "ablana mı güvenmiyon sen lan yoksa, minimal cendere?" güvensizliğinin içine atılmış, illa ki eriyecek bir küp şekerden farksız olacaktır. erkek kardeşin önce ablaya güvenmesi, ardından abla için canını verme noktasında içinde fokurdayan mangal yürekliyi geri plana atması ve son olarak da ablanın kendisine öğrettiklerini pratiğe dökmesi gerek. "göt benim götüm, hayatım boyunca da üzerine oturdum. senin korumana muhtaç değilim" tepkisiyle koruma duygusuna format atması gerektiğini en berbat yolla öğrenmiş erkek kardeşin karşı cinsin fedailiğine soyunmadan önce, karşısındakinin de kendi fedailiğine soyunma ihtimaline saygı duyma zorululuğu olduğunu kavraması ne kadar erken yaşta cereyan ederse, o kadar iyi.
- kadın goy goylarının en boktan yönlerini de, duygusal şah damarlarını da küçük yaşta öğretendir. eskinin ısıtılarak yapıştırılan ağdalarıyla neler yaptığını gözlemlemenize izin vererek kadınların ağda mevzusunun erkeklerin ağzına sakız olabilecek kadar lay lay lom ve rahat bir angarya olmadığını anlamayı sağlar. sevdiceğe hediye alınacaksa fikri ilk alınması gereken de odur; kalbi kırılmış anneyi toparlamak için ortaya atılmasını sağladığı erkek kardeşine akıl veren de odur. baba ile anne arasındaki erkek çocuk bağının yapıştırıcısı olma görevini küçük yaşlardan beri istemeye istemeye üstlendiğinden dolayı, erkek kardeşin de ebeveynsel mevzularda kendisi gibi gözü açık olmasını ister. hiçbir zaman kendisi kadar arabulucu olamayacak olsa da, en azından arkadaşlarının sürtüşmelerinde her zaman tampon görevi yapmayı deneyen erkek kardeşin abladan aldığı en önemli karakter şekillendirici sağduyu parçasının bu olduğunu düşünüyorum.
biraz daha yazmak istiyorum ama yarın işe kalkmak için yatmam gerek. ablası olan erkek kardeş, doğuştan kendisine bahşedilmiş olan "erken olgunlaşmak için müsait toplumsal ortam"ın değerini bildikten sonra, abla olarak gördüğü nefis şeyin yer yer abi de, anne de, baba da, en sevilen dayı da, en yakın arkadaş da olabildiğini rahatlıkla deneyimleyebilir. şekil değiştirse de, o bağ hep orda kalacaktır. abla-erkek kardeş bağının sağlamlığı karşısında şaşırdıkça yaşlanır, yaşlandıkça ablasını daha çok sevmeye çalışır. ablasıyla arası yukarıda yazdıklarımla örtüşecek derecede iyi olan erkek kardeşlerin dayı olduktan sonraki hayatlarının sorumluluk üzerine sorumluluk şeklinde ilerlemesi de, erkek kardeşin gözünden bakıldığında ablanın ne denli rol model olduğuyla doğrudan ilgili bence.
bu bir yakınlık derecesinden çok bir duygu aslında. kelimelere pek de sığdıramayacağım bir duygu ama deneyeyim bakalım, yazmak somutlaştırmaya çalışmak değil miydi?
bir çocuğunun olması ve bütün her şeyinin aniden ona bağımlı hale gelmesi nasıl bir his bilmiyorum, ama anne-babanın bir çocuğunun "daha" olması ve hayatınızın tamamen o küçük canavara bağlı olması başlarda epey boktan bir histi bunu söyleyebilirim.* kıskançlık bambaşka bir olay, ben onu yaşamadım ama her çocuk ilgi ister sonuçta çok şaşırtıcı bir durum da değil. o yüzden belki kıskanmışım da hatırlamıyorumdur şimdi. çünkü düşünsenize o canavar adım attıkça falan mutlu oluyorlardı, e ben her gün ve ondan çok daha güzel yürüyorum bana neden takdir yok?!
zaman geçtikçe "sanırım annelik de böyle bir şey" dediğiniz hislere kapılmanıza neden oluyor bu canavarlar. siz evde ona kızıp bağırıyorsunuz, anneniz babanız onu hiç suçlu görmüyor her şey sizin üstünüze kalıyor. hep "idare et sen ablasın işte, o daha küçük" deniyor, sizin çikolatalarınızdan yiyor*, bebekliğinizden beri gözünüz gibi baktığınız oyuncaklarınızı kırıyor, azıcık itekleseniz hemen ağlayıp şikayet ediyor ve daha neler neler.. ama gelin görün ki dışarı bir çıkartıyorsunuz onu; okulda, sokakta başka herhangi bir yerde birisi onun gözünden bir damla yaş akıtsa, birisi onun o güzel canını azıcık sıksa siz o küçücük boyunuzla yapanı bulup bi güzel pataklamak istiyorsunuz. ağırınıza gidiyor. belki kendinize yapılsa gitmeyecek kadar.
biraz daha zaman geçtikçe yeni bir arkadaş edinmiş gibi oluyorsunuz. buralar belki de en güzel zamanlar, en en ufak hallerini bildiğiniz birini yeni yeni tanımaya başlıyorsunuz. abla diyor size, güveniyor, seviyor, sarılıyor. güvende hissediyor sizin yanınızda. bu paha biçilemez duygu omzunuza birsürü sorumluluk da yüklemeden geçmiyor elbette. bütün bu duyguları sizin yanınızda ona hissettirebilmek, bir derdi sıkıntısı olduğunda yardımcı olmak, anneyle babayla atıştıkça aralarını bulmaya çalışmak da hep size kalıyor. ikisinin arasında bazen tatlı yalanlarla, bazen acı gerçeklerle de olsa gidip gelip bir şekilde düzeltiyorsunuz. ikisi de üzülmesin diye siz bazen arada üzülüyorsunuz da, olsun.
bazen annenizden daha çok "annelik" yapmanız gerekiyor hatta, hepinizin üzüldüğü bir şey de olsa sizin gözyaşlarınızı silip kardeşinize "ne ağlıyon sümüklü" diye sarılabilmeniz gerekiyor. yaşıtlarınızdan daha olgun, yaşınızdan daha büyük davranmayı bazen çok erken öğreniyorsunuz. hepsine değiyor işte, kardeş sevgisinin ne güzel bir şey olduğunu o güzel bir haber aldığında ilk size koşunca anlıyorsunuz.
yuvayı dişi kuş yapar derler ya, kim bilir belki de o dişi kuş abladır.