bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. kişiye özel başlık olması için onay beklemektedir.
    #190473 little thirty | 4 yıl önce
    0kişiye özel 
  2. hiçlik bilinci tüm sorunlarımı yuttu. artık ufak büyük hiç bir sorun beni üzmüyor. düşmana/kadere en güçlü olduğu yerden saldırdım sonra da tamamen duyarsızlaştım.

    seneca'nın söylediklerini çok iyi anlıyorum şimdi. kaderin üzerine yükselmekten bahsediyordu. bunu tam olarak yapamayacağım ortada. asla vazgeçmek istemediğim şeyler var. annem, babam, kedilerim. kader beni onlarla vurduğunda elbet yere serileceğim. ama sonra kalkacağım ve devam edeceğim.

    bunun dışında kalan şeyleri ise kaderin önüne serdim. Çünkü kaybedecek şeylerin hepsini şimdiden kaybettiğimi varsayıyorum. bunları gerçekten kaybettiğimde zaten çoktan elimden çıkmış olacak.

    hiçlik bilinci derken aslında bunu farklı bir anlamda kullanıyorum. kelimelerin anlamları ile oynamayı, bunu kendime uydurmaya sevmiyorum. ama hissettiğime yaklaşacak daha iyi bir ifade bulamadım. hiçlik bilinci bir yaratıcı ilkeyi, iyiliklerin kaynağı zaman ötesi bir gücün varlığını dışlamıyor.

    böylece geçmişin yükünü, şimdinin hazlarını ve acılarını, geleceğin boş vaatlerini çöpe atıyorum. çünkü bunların hiç bir değeri yok, olmayacak.
    #276504 little thirty | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0kişiye özel 
  3. bu şehrin çirkin apartmanları, uzun beton blokları, kaldırımlara taşan arabaları arasında boğuluyorum.

    gözlerim her yerde bahar aylarında betonlardan kafasını çıkaran yeşil otlar ve seyrek çiçeklenen ağaçları arıyor, inanın her güzel görünen doğa parçasına dönüp dönüp bakıyorum.

    neyse ki betonla kirletilmemiş bir kaç yer biliyorum. bunların bir kısmı şehrin içinde küçük vadilere sıkışmış bir kısmı şehrin biraz çeperinde kalıyor.

    dün şehir içinde kalan bu küçük vadilerden birine gittim. burayı geçtiğimiz yıl bahar ayında keşfetmiştim. Etrafını çirkin, yüksek apartmanlar çevrelese de uzun kavak ağaçları, kahverengi toprağı, üzerinde biten sarı çiçekleriyle gözlerimi doldurmuştu.

    aslında burası önceleri yeşilliklerle dolu koca bir vadiymiş. ancak belediye o koca, insana huzur veren, bilmem kaç yıl orayı yurdu bilmiş koca yemyeşil ağaçları kesip, yerine dümdüz parklar yapmış, kestiği ağaçların üzerine de mezar bitkileri gibi, küçük, yapay, birbiriyle aynı boyda, belirli bir simetri ile seyrek fidanlar dikmiş. adet olduğu üzere bu parklara da çocuk oyun alanları, koşu yolu, oturma yerleri eklenmiş.

    yine de vadide, insanın kirli elinin değmediği, katil iş makinalarının girmediği eski, gür, birbirinin içine girmiş ağaçlarının olduğu küçük bir bölüm kalmıştı.

    dün bu bölümdeki ağaçların da bir bir kesilmiş olduğunu gördüm. kahverengi toprak da çakıl benzeri taşlarla dolmuş. inanın geçtiğimiz sene gördüğümde beni duygulandıran rengarenk çiçekler bile küsmüş gitmiş.

    neden yaptılar bunu? çirkin, yapay bitkilerle, çocuk parkları, çirkin havuzları ile süslenecek uyduruk bir park için mi? Yoksa bu parkları yapacak katil inşaat firmalarının ve onun belediyedeki suç ortaklarının
    karı için mi?

    işte böyle böyle, şehir içinde beton blokların arasına sıkışmış son doğa parçalarını ya mide bulandıran iğrenç apartmanlarla ya da çirkin yapay parklarla değiştiriyorlar.
    #276529 little thirty | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0kişiye özel 
  4. insanın 30 yaşına gelince geçmişin bir muhasebesini yapması gerekiyor bence. neden 29 değil de 30 bilmiyorum ama aşağı yukarı bu dönemde geçmişin hatalarını şöyle bir görmek gerekiyor.

    ben bu değerlendirmeyi üç dört yıl gecikmeyle yapabildim. bu gecikmeyi kendi çocukluğuma ve ilk gençliğime biraz uzaktan bakabilecek olgunluğa uzun bir süre ulaşamamış olmama bağlıyorum.

    gerçi bu şimdi olgunlaştığımın garantisi değil, ama son bir yıldır, bu gençlik yıllarına belirli bir mesafeden bakabiliyorum, hatalarımı yargılayabiliyorum, ne kadar çok tuzağa düştüğümü görebiliyorum. sanki bir yerlerde kişiliğimden bir kopma oldu ve mitoz bölünmeyle (bu ifade için bağışlayın ama daha iyisini bulamadım) bende farklı bir birey oluştu, sonra oluşan birey önceki salağı yargılıyor... acaba herkes hayatının bir döneminde bu duyguyu yaşar mı?

    geçmişteki hatalarım (ki bunların tamamı salaklıklarıma indirgenebilir) yüzümü ekşitse de değişmiş olmak bazen beni mutlu ediyor, çünkü bugün aynı hataları tekrarlamamak gözüme bir başarı gibi görünüyor. bir insan daha kötüye değil de daha iyiye gidiyorsa, daha ne ister ki?

    bu değişim ahlaki düzeyde bir olgunlaşma anlamına gelmiyor. çünkü eskisine göre ne daha iyiyim ne daha kötüyüm. sadece eskisi kadar heyecanlı, tutkulu, aceleci ve saf değilim ki bunlar başıma çok iş açmıştı.
    #277167 little thirty | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0kişiye özel 
  5. kötü insanlara da iyi davranmam gerekir mi?

    gerçi İnsanları iyiler ve kötüler diye ikiye ayırırken hangi tarafta kaldığıma da zaman zaman emin olamıyorum, kendimi çok sık yargılıyorum.

    ama içimde sadece bir parçacık bile iyilik varsa bunu kötülere bonkörce dağıtmak akıllıca olmasa gerek. insanın İyilik haznesini doldururken bir yandan da elinde mevcut olanı doğru kullanması daha iyi olmaz mı?

    eskiden ."kötü insanlara bile iyi davranmak gerekir, o kendi kötülüğünden ben kendi iyiligimden sorumluyum." derdim. şimdi bu düşünceyi pek beğenmiyorum.

    çünkü "sana vurana öbür yanağını çevir" ilkesi iyilerin kanını emerken kötüleri cesaretlendiriyor gibi geliyor artık bana. kötüleri koruyup iyileri cezalandıran bu ilkenin kendisinin bir kötü niyet ürünü olup olmadığından da şüphe ediyorum.

    Kıssasa kısas ilkesini ise hiç bir zaman savunmadım. Ama Zaten buradaki konu kötülük yapana kötülük yapmak(kıssas) değil kötülük yapana iyilik yapmak (öbür yanağını çevirmek).

    iyilere iyi davranmak gerekir elbet. peki iyi insanlara yapacağımız iyiliğin bir sınırı olmalı mı? burada fedakarlık kavramı gündeme geliyor. çünkü iyi davranmakla fedakarlıklar yapmak aynı şeyler değil. Fedakarlık çok daha fazlasını içerir gibi görünüyor. Çünkü Fedakarlık yaparken kendinizden de birşeyler eksilir, bu da daha üst bir iyilik.

    durum buysa iyi insanlara fedakarlığa varan iyilikler yapmakta bir sınırımız bir ölçütümüz bir terazimiz olabilir mi?

    mesela "Fedakarlık yapmam için bir insanın iyi olması yetmez, eğer benden eksilip ona eklenecek birşey varsa o kişi benden iyi olmalı, bu durumda ben sadece benden daha iyiler için fedakarlık yaparım" diyebilir miyim?

    peki iyilik bu türden aritmetik hesaplarla yapılabilir mi? içinden geliyorsa yap iyiliğini gitsin demek daha doğru değil mi?

    muhatabının ne kadar iyi olduğunu bilmeden salt spontane yapılan iyiliklerin amacına ulaşacağından kuşkuluyum. ama muhatabın iyilik derecesini kesin olarak bilebilecegimizden daha da kuşkuluyum. belki de o kişi sizin göremediğiniz bazı nitelikleriyle her türlü fedakarlığı hakediyor.

    bunlar kısmen ya da tamamen yanlış düşünceler olabilir. kesinlikle doğru davranışın pusulası benim elimde değil. ama hayat yanıldığımı gösterene kadar, sadece iyi insanlara iyi davranacağım. konu fedakarlığa gelince bu daha özenli bir seçimi gerektirse de sadece benden iyiler için değil iyi olduğunu düşündüğüm (ama bunun derecesini bilmediğim) herkes için birşeyler yapmak isterim.

    yetişkin insanlar bir kenara, çocuklar ve hayvanlar, iyiliğin ve fedakarliğın koşulsuz olarak yönelmesi gereken varlıklar. bunu da aklımda tutacağım.
    #277388 little thirty | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    1kişiye özel 
  6. dün birisi, "abi kurban yaklaştı, kuzu keseceğğeen mi" diye sordu. bu kişi Hayvanlar konusunda hassas olduğumu hatta vegan olduğumu biliyor ama yine de soruyor.

    normalde bu kafadaki insanlarla tartışmaya girmiyorum, çünkü hayvan hakları gibi bir konu dar kafalarının alabileceği birsey degil. ama dün öyle sinirlendim ki ağzıma ne geliyorsa söyledim.

    bir kaç gün içinde yine dünyanın en büyük katliamlarından biri yaşanacak. bu aşağılık insan soyu güya sevap kazansın diye Oluk oluk kan akıtılacak, dereler, denizler kana bulanacak.

    ortaya çıkıp da zulümdür günahtır, yapmayın etmeyin, merhametli bir tanrı zavallı bir hayvanın kanını istemez diye bağıracak bir müslüman yok mu!

    eline bıçak almasa da zavallı bir hayvanın boğazından fışkıran kanı, derisinin yüzülmesini izleyip rahatsız olmayacak tanıdıklarım var.

    Oluk oluk akan bu kandan, bu vahşetten, bu katliamdan sorumlu olduklarını unutup bu insanlara selam vermeye nasıl devam edebilirim?

    nasıl yıllarca kendimi kandırıp "onlar da insan, ne yaptıklarını bilmiyorlar, suçlu din adamları" diyebildim? bunu küçük bir kusur olarak görüp hiç birşey olmamış gibi devam mı edeceğiz?

    bir kaç gün içinde olanları bir yıl boyunca aklımda tutacağım.

    #277682 little thirty | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    1kişiye özel 
  7. etrafımızda genelde bize benzeyen insanlar olur. çünkü değer verdiğimiz niteliklere sahip oldukları için onları kendi çevremize biz dahil ederiz. arkadaşlık denen şey de en temel ilkelerde uzlaşmaktır zaten. Yakın çevremizin güvenirliğine bir istisna belki çalıştığımız yerler olabilir ancak burada da kimse kendini kolay kolay ele vermez, eğer vermişse o kişiler de arkadaşlık çemberine dahil olur ve yine temel ilkelerde anlaşırsınız.

    işte tam burada insanlığın geri kalanının da yakın çevrenizdekiler gibi olabileceğini varsayma hatasına düşersiniz. çünkü insan denen şeyin ne olduğuna dair bilginiz kendi kısıtlı çevrenizdeki az sayıdaki insandan edindiğiniz eksik görüşe dayanmıştır.

    internet ortamı bizi bu yanılsamadan kurtarır. insanların ne kadar dar görüşlü, ne kadar ahmak, muhakeme etme becerileri ne denli zayıf, nezaketten, anlayıştan, iyilikten, iyi niyetten ne denli uzak olduğunu görürsünüz. insanlığa bakışınızın hayatınıza giren bir kaç iyi insan tarafından çarpıtıldığını farkedersiniz. hatta hayatınıza giren insanlar ne kadar iyiyse internet ortamında o kadar dehşete düşer, o kadar Çok şaşırırsınız.
    #283990 little thirty | 2 yıl önce (  2 yıl önce)
    0kişiye özel 
  8. bugün işyerinde oğlu ölümden dönen bir kadınla konuştum. bu seferlik büyük tehlikeyi atlatsa da oğlunun durumunun ciddiyetini koruduğunu, her an onu kaybetme ihtimaline karşı kendini hazırladığını ağlayarak anlattı. bu kadın yüzlerce çalışanı olan ve benim onlarcasını tanıdığım bir işyerinde belki de en iyi insan.

    tanıdıklarım arasında bu konuda yalnız da değil. Etrafımda ne kadar iyi insan varsa hepsi az ya da çok önemli sayılabilecek bir sorunla boğuşuyor. tabi ki kötüler hep mutlu iyiler hep mutsuz değil, çok iyi insanların da mutlu olabildiğini gördüm. ama 35 yaşıma kadar çevremde gördüklerim bende iyilerin aleyhine bir dengesizlik olduğunu düşündürüyor.

    belki kötüler kendi çıkarlarını daha iyi koruyor, başkalarını daha az umursuyor oldukları için aynı insanlık durumlarına maruz kalsalar da hiç değilse psikolojik açıdan daha az etkileniyorlar.

    belki de iyi insanların acı çekmemesi yönündeki saçma kanaatimiz yüzünden iyilerin acı çektiğini görünce sinirlerimiz bozuluyor, kötülerin aci çekmesine ise zaten duyarsız olduğumuz için haberimiz bile olmuyor ya da kısa surede unutuyoruz. belki de gözümüze çarpan bu uyumsuzluk evrenin adil bir yer olması gerektiğine ilişkin hoş ama aptal inancımızdan kaynaklanıyor.
    #285238 little thirty | 2 yıl önce (  2 yıl önce)
    0kişiye özel 
  9. başlarına aynı şeylerin gelmeyeceğine emin olmak için hemen her durumda felaketin kurbanlarını suçluyor insanlar. şunu ya da bunu yapmasaydı başlarına bunlar gelmezdi diyorlar.

    -inancını kaybetmeseydi bunalım yaşamazdı, yalan olduğunu gördüğü şeylere hala inanması gerekirdi, mutsuzsa bu onun suçu.

    -sağlam binada otursaydı çocuğu enkaz altında kalmazdı. iki gün boyunca moloz yığınları altında işkence çektiyse bu çocuk biz ne yapalım yani. bu babasının suçu, biraz daha kira verip sağlam bir ev tutaymış.

    -içki ve sigara içmeseydi ölmezdi, hem ailesini de acılar içinde bıraktı, ne kötü biri.

    -sevgilisini terkedip arkadaşlarından uzaklaştıkça bunun cezasını çekecek, yalnızlık onu bu hallere düşürdü başına gelen her felaketi kendi çağırdı. neden yalnız olmak istediği bizim için hiç önemli değil.

    -zaten çok hastaydı. madem hastaydı doktora gitseydi ya. doktora gidemiyorsa ölmeyi hak etmiştir. doktora neden gidemediği önemli değil bizim için. ölmek kendi hatası.

    bunları söyleyerek bu trajedilerin bir gün onların da başına patlamayacağına emin olmak istiyor insanlar.

    çalıştığım yerde beyin kanaması geçiren genç bir adam için de hemen suçlu bulunmuştu, çok kahve içiyordu. sigara ya da alkol içseydi işte bundan denecekti ama içmediği için bu seferlik kahve suçlu bulundu ve bu kadar çok kahve içmedikleri için insanlar bunun başlarına gelmeyeceğine emin oldular.

    insanlar hayatlarının hesabını vermesinler demiyorum. en azından kendilerine vermeleri gerekir. ama bazı insanlar yaşadıklarından hatta yaptıklarından sorumlu olmayabilir. başımıza gelen felaketlerde bizim hiç suçumuz olmayabilir. ama felaketi yaşayan birini gördükleri anda o kişide-ölmüş bile olsa- suç bulmada yarışıyorlar insanlar. bunda büyük bir ikiyüzlülük, acımasızlık ve aptallık var.
    #285607 little thirty | 2 yıl önce (  2 yıl önce)
    0kişiye özel 
  10. bundan bir yıl önce işinde inanılmaz yetenekli çok zeki biriyle tanıştım. İş için denk geldik ama baya iyi dost olduk.

    "insanlar iki boyutlu yaşıyor, sen üçüncü boyutta olduğun için aynı yerdeyiz." demişti. bu kadar akıllı, yetenekli birinin kendi evreninde bana bir yer bulması tabi mutlu etmişti beni. yüzüme söyledikleri bir yana Sağda solda beni övmesi gururumu okşuyordu.

    Az da olsa görüştük, hep iyi anlaştık. baya değer verdim. Ama bir süredir koptuk.

    en son bir sağlık sorunu için geçmiş olsun mesajı çektim. atlattım, geçti gitti dedi. biraz konuştuk. kediler nasıl dedim.birini sahiplendirmis, "çok mesgulum artık hayatımı kedilerime adayamam" dedi. kedileri bir yük olarak görmesine biraz bozuldum ama birşey söylemedim.

    bu arada bu arkadaşın çalıştığı yer önemli bir yer. İlk tanismamizdan bu yana baya bir yükseldi. ama işi epey stresli, belki de bu yüzden sağlığı bozuldu. ben de onun sağlığını düşünerek daha düşük profilli bir yere geçmesini istedim. Bana güce yakın olmayı sevdiğini söyledi. Şaka mı Yapıyorsun dedim. güce yakın olmak mı? bu nasıl bir söz?

    bir de hamdolsun gibi kelimeler kullanmasına çok şaşırdım. bu Sözlerin kendisine karşı Değilim. Ama bu sözler ona ait değil, olamaz da! anlaşılan o ki güce yakın olmak insanın jargonunu da değiştiriyor.

    bu hileli jargon değişikliği, güce yakın olmak felan...simdi anliyorum ki bütün bunlar birbirimizden ne kadar uzak olduğumuzun altını çizmek içindi. iki boyutlulukla ilgili söyledikleri aklıma geldi.

    #287462 little thirty | 2 yıl önce (  2 yıl önce)
    4kişiye özel 
  11. çok ağır bir depresyona girmiştim. Bu sefer kendi başıma çıkamadım. İlaçlar da hiç bir işe yaramadigindan doktorum ekt dedi. (Ekt ile genel anestezi altında beynine elektrik akımı verilen hasta epileptik nöbet geçirir, bu tekrarlayan nöbetler de beyinde bozulan kimyasal dengeyi yeniden sağlar. )

    3 haftadır hastanede yatıyor- gün aşırı ekt alıyordum. Beynime elektrik yemek daha ilk bir kaç seanstan baslayarak beni kendime getirdi. en son çocukluğumda bu kadar iyi hissediyordum sanırım. (Bu iyilik halini ne kadar koruyacağımın üzerinde kocaman bir soru işareti duruyor. Bir de neden ekt gibi etkili bir seçenek varken uzun yıllar boyunca yokmuş gibi yapıldı anlamıyorum. )

    hastanede yattigim üç hafta dolu dolu geçti. hiç olmadığım kadar dışarıya kendimi kapattığım bir donemde gelmiştim bu hastaneye. ama burada bir kaç insan tanıyınca güçlü arkadaşlıklar kurdum.buradaki En yakın arkadaşlarımın tamamı da depresyonla mücadele ediyordu. Hepsi benim gibi ekt alıyordu. Yani kader ortaklığımız da vardı. Ayrıca hepsi çok hassas, ahlak duyguları güçlü, karakteri sağlam insanlardı. şizofreni ya da diğer psikoz turevleriyle mücadele eden hastalar da vardı. Ama onlar daha çok kendi dünyalarında yaşıyordu.

    aslında bir akıl hastanesi dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en renkli yer. trajedi ve komedi arasındaki sınırlar giderek belirsizlesiyor, gündelik olarak öyle şeyler oluyor ki belirli bir duruma gülmek mi üzülmek mi gerekiyor bilmiyorsunuz. Genelde size komik gelen bir durumun arkasında bir trajedi olabiliyor. dikkatli olmak, kimseyi incitmemek gerekiyor.

    neyse, kedilerimi çok özlediğim için daha fazla evden ayrı kalamadım. doktor 12 seansa tamamlamak istese de ben yeterli olduğunu düşünüp eve döndüm.

    bu macera hiç bir birşeye yaramasa da kimlerin beni önemsediğini gösterdi. Hergun mesaj beklediğim insanlar ancak ben hastaneden çıkınca arayıp sorarken, hiç beklemedigim insanlar haftada bir ziyaretime geldi.


    #288458 little thirty | 1 yıl önce (  1 yıl önce)
    0kişiye özel 
  12. okb en basit formunda çok küçük yaşlarımda başladı. ortaokul yıllarında bir ara çok şiddetlendi. kafamdaki takıntıları dengelemek için sınıfta herkesin ortasında kompulsif hareketler yapıyordum. sıraları belli hizaya getirmek, prizleri kontrol etmek, televizyonu belirli konumda tutmak gibi şeyler. Bir ara o kadar yoğunlaştı ki bu takıntılar neredeyse yürüyüşüm değişti. Açıkçası tuhaf davranan bir çocuktum.

    Normalde böyle garip davranışlar sergileyen bir çocuk diğerlerinin zorbalığına maruz kalır. Ama ben hiç bunu yaşamadım. Çünkü sıska görünüşüme karşın yaşıma göre çok güçlüydüm ve bunu diğer çocuklara çeşitli şekillerde kanıtlamıştım. Zaten o yaşlarda erkek çocuklar arasında hiyerarşiyi belirleyen iki şeyden birisi fiziksel güçtü.

    eğer bu "koruyucu kalkanlarım" olmasaydı, acaba yaşıtlarım tarafından kim bilir ne kadar itilip kakılacaktım, bütün bunlar benim zaten çok hassas dengeler üzerine oturan psikolojimi kim bilir daha ne kadar bozacaktı...

    Elbette bugün kaba güç -zaten bende ne kadarı kaldı bilmiyorum- yetişkinler arasında o kadar belirleyici değil. Ama en iyi eğitimli insanlar arasında bile en az onun kadar kaba başka belirleyici güçler var. Mesela saygı ve nezaket, zaafları görmezden gelmekse eğer yetişkinler arasında hiç birşey bunu statü ve zenginlik kadar iyi sağlayamaz. Gelgelelim ben ne birine ne diğerine sahibim. yine de insanların sahte nezaketini görünce bazen başka türden koruyucu kalkanlara sahip olup olmadığımdan şüpheleniyorum.

    Gerçi Okb'nin dışarıya yansıyan belirtileri tamamen kayboldu ama itici bir melankoliğin (bazen çekilmez bir depresifin) tüm tuhaf formlarını sergiliyorum.ve hala biliyorum ki İnsanların bana iyi davranıyor görünmesi beni sevmelerinden ya da bu halime üzülmelerinden falan kaynaklanmıyor.

    Peki Hiç mi gerçek sevgi, gerçek dostluk, gerçek aşk, gerçek bir sempati yok bu dünyada? Var ama istisna olarak. Kim bilir nerede ve hangi zamanda.

    İnsanlık durumuna ilişkin gerçekten iç karartıcı bir tablo.

    #289330 little thirty | 1 yıl önce (  1 yıl önce)
    0kişiye özel 
  13. son bir haftadır geceleri çok zor geçiyor. Korkunç bir nefes darlığı yaşıyorum.

    Önceden de oluyordu ama bu kadar şiddetli olmadığı ve kısa sürdüğü için üzerinde pek durmuyordum. Aslında bu hikaye çok daha eskilere dayanıyor: daha çocukken astım atakları geçirdiğim ve kronik bronşitli olduğum bir dönemim olmuştu.

    Son bir yıldır kendimi mental o kadar yıprattım ki uzun zamandır uyuyan bu hastalık yeniden uyandı.

    Ağrıya, acıya, gündelik hastalıklara dayanma gücüm var. Ama şiddetli ve uzun süren bir nefes darlığı hiç birine benzemiyor. Bir gece öyle kötü oldum ki, bir ara intihar etmek bu boğulma hissinden kurtumanın tek makul yolu gibi gözüktü. Kendimi benzer sıkıntılar yaşayan seneca'nın sözleriyle avuttum: "acı çok şiddetli olursa uzun sürmez çünkü o zaman insanı öldürür, çok şiddetli olmazsa uzun sürebilir ama buna katlanmak zor olmaz." Açıkçası nefes darlığının bu kadar acı verebileceğini tamamen unutmuşum. Bunun en kötü tarafı da uzun sürdüğünde buna bir panik duygusunun eşlik etmesi. Çünkü bir türlü kendinize gelemiyorsunuz ve bu nefes darlığı artık hiç geçmeyecek gibi tuhaf bir düşünceye kapılıyorsunuz.


    #290958 little thirty | 7 ay önce (  7 ay önce)
    0kişiye özel 
  14. insan pek çok açıdan kısıtlanmış bir varlık. hayatlarımızda talihin rolü ilk başta kabul etmek istemeyeceğimiz kadar büyük. bu sadece başımıza gelenler için değil ahlaki karakterimiz için de doğru.

    mesela bir adamın iyi bir geliri var. bu adam gelirinin kayda değer bir kısmını hayır işlerinde kullanabilir. ya da aynı adam açlık çektiği bir durumda hırsızlık yapabilir. işte talih Aynı adamı birbirine zıt iki konuma sürükledi.

    bu yüzden bir insanın ahlaki karakteri verili bir durumda ne yaptığına göre değil sayısız olası durumda ne yapabileceğine göre belirlenmeli.

    Sorun şu ki sayısız olası durumlarda; değil başkalarını, kendimizi bile hayal etmek her zaman kolay degil.

    Belki de herkesin kendisini makul bir şekilde yerlestirebileceği senaryolar vardır. hayal gücünü zorlayabilenler için iyi bir alıştırma.

    talihin paralel evrelerinde ne yapacağını kim olacağını gerçekten bilen var mıdır acaba?
    #291589 little thirty | 5 ay önce
    0kişiye özel 
  15. içe dönük bir tarafım olsa da enerjik, sevecen biriydim. Ama üst üste yaşadığım trajediler nedeniyle tam tersi özelliklere sahip oldum: ciddi, somurtkan, huysuz, yalnız...

    normal halim hangisi emin değilim. Belki de geç büyüyen bir çocuktum. ya da hayatın gerçeklerini daha iyi kavradım, hayattan ve insanlardan hiç birşey beklemez oldum.

    Bir önceki girdinin kişisel bir versiyonu.
    #291590 little thirty | 5 ay önce (  5 ay önce)
    0kişiye özel 
  16. gece üçte yine çok güçlü bir astım krizi başladı. korkunç bir nefes darlığı yaşadım ve sabaha kadar sürdü. astım için kullandığım sprey çok kısa süre işe yarıyordu, her yarım saatlik rahatlamaya karşı bir saat kıvranıyordum. doktorun teşhisi astım ama astım krizleri bu kadar uzun sürmemeli. belki astımı taklit eden başka bir hastalığım var bilmiyorum.

    gece uyuyamadığım için sabah çok depresiftim. soğuk bir duş alıp biraz kendime gelmeye çalıştım. her zamanki gibi kitap okuyorum. zihnimi bir şeylerle meşgul ettigimde acıyı daha az duyumsuyorum. bu her zaman işe yaramıyor, depresyon dayanılmaz bir seviyeye geldiğinde en sevdiğim aktiviteler bile az çok iskenceye dönüşüyor.

    son günlerde hayatı kaçırdığımı hissediyorum. çok uzun süredir kendi duygularıma ve düşüncelerime gömülmüş durumdayım.

    genetik geçiş bariz olduğu için hiç doğmamak iyi olabilirdi.

    #291626 little thirty | 5 ay önce (  5 ay önce)
    0kişiye özel 
  17. aylar sonra biraz mutlu olunca aklıma hayatımın en mutlu anı geldi. bununla ilgili yazacağım şimdi.

    (başka başlıklarda kafa ütülememek için gerekli özeni gösteriyorum. Okunmaya değer şeyler ortaya çıksın diye dikkatli yazıyorum. Ama değil mi ki benim kişisel başlığım altını istediğim gibi kirletebilirim herhalde. Nevrotik saçmalıklarımdan sıkıldıysanız başlığımı engelleyiniz lütfen.)

    üniversite ikinci sınıftı. Artık çekingenliğimi üzerinden atmış, çok fazla özgüven kazanmıştım. (Sanırım bir daha hiç bir zaman böyle olamadım.) Derslerde sık sık söz alıyor, hocalarla tartışıyor, yer yer onları eleştirme cesareti bile buluyordum. bu ucuz numaraları yutar gibiydi insanlar ya da bana öyle geliyordu. kendi arkadaş gruplarımda alfa olmuştum bile.

    Ama bununla yetinmiyor yeni arkadaş gruplarına giriyor, fikir kulüplerinin söyleşilerine katılıyor fikirlerimi cesaretle savunuyordum. bu özgüvenin benden nefret edenlerde bile bir çeşit saygı uyandırdığını hissediyordum. (O yıllardan öğrendiğim bir ders de altı doldurulsun ya da doldurulmasın insanların özgüven karşısında büyülendiğiydi.)

    bu arada her gece dışarıda içiyor ve yeni birileriyle tanışmaya çalışıyordum. bir gece bir arkadaş grubunda bir kıza bir kaç dakika içinde aşık oldum. (Ben yirmi yılda bir aşık olan biriyim normalde) beklenileceği üzere Kıza yanaşmakta hiç bir tereddüt göstermedim. ertesi gün bahar şenlikleri vardı. en sevdiğim gruplardan kargo sahne alacaktı. Ona "en sevdiğim grubu beraber dinlemeyi" teklif ettim. kız çok soğuk davrandı, bahane bile söylemeden gelemem dedi sonra ekibe sonradan dahil olan bir tane çekik gözlü bir oğlanla konuşmaya başladı.

    bu kızı daha sonra kargo konserinde o çekik gözlü japon askeriyle gördüm. Çok büyük hayal kırıklığı yaşadım. Uzaklaştım onlardan. Bütün özgüvenim, kendi ellerimle ince çubuklarla inşa ettiğim bütün o içi boş, sahte özgüvenim bir anda çöktü. bu benim için çok büyük bir yıkımdı, çünkü aşık olmuştum.

    konser başladı. Bu sırada çok garip bir şey oldu. bir kaç dakika içinde hayatımın en mutlu anını yaşadım. Yeni birini falan bulmadım. Sadece kendimi konsere verdim. bu hayatımın en mutlu anıydı...

    bugün bir parça mutlu olunca aklıma bu konser geldi işte.
    #291650 little thirty | 5 ay önce (  5 ay önce)
    0kişiye özel 
  18. hayatımın en iyi yıllarında dünyaya hep antidepresanların buğulu merceğinden baktım. hiç birşey net değildi, dünyanın renkleri birbirine karışmıştı.

    normalde karmakarışık bir varlığım. Kişisel özelliklerim büyük ölçüde kaotik. antidepresanlar beni düzleştiriyordu. böylece Toplumsal hayatın gerektirdiği rollere kolayca uyum sağlıyordum.

    bunun karşılığındaysa antidepresanlar benden kişiliğimi çalıyordu. kişisel özelliklerimin büyük bir bölümünü -kötü taraflarım kadar iyi taraflarımı da- kaybetmiştim. o yıllarda dolu dolu yaşayan birisi vardı ama o ben değildim sanki.

    antidepresan kullanmayınca bir bakıma daha kötüyüm. daha az sosyalim, işe veya okula gitmek, iyi bir eş olmak gibi toplumsal hayatın gerektirdiği rollere uyum sağlayamıyorum. ama zihnim daha berrak, kavrayışım daha güçlü, duygularım daha derin.

    #291729 little thirty | 4 ay önce (  4 ay önce)
    0kişiye özel 
  19. depresyonun nedenleriyle ilgili daha önce ilgili başlığa bir kaç kere yazmıştım. burada biraz daha ayrıntıya gireceğim.

    -genetik sebepler : uygun çevresel koşullar altında genetik yatkınlığı olan insanların depresyona girme riski çok yüksek.

    peki depresyon geni diye birşey var mı? depresyonun biyokimyasal, yapısal veya hormonal bir dengesizlikten kaynaklandığı doğruysa gerçekten ebeveynlerden çocuklara depresyona zemin hazırlayan mekanizma doğrudan aktarılıyor olabilir, aynı belirli kronik rahatsızlıkların bir ailede nesiller boyunca kendini tekrar etmesi gibi. ama bir ihtimal daha var: ebeveynlerimizden sadece biyolojik özelliklerimizi değil, belirli kişilik özelliklerimizi de genetik olarak devralıyoruz, bu özellikler aynı ebeveynlerin çocuk yetiştirme modeliyle daha da pekişiyor. belki de bizi depresyona sokan genetik olarak devraldığımız, eğitim süreciyle de pekişen kişisel özelliklerimiz.

    o halde şimdi hangi kişilik özelliklerinin depresyona yatkınlığı arttırdığını bulmamız gerekecek.

    -kişilik özellikleri: bu konuda okuduklarım, kendi çevremde ve kendimde gördüklerimle uyuşuyor. majör depresyon sadece belirli kişilik özelliklerinin bir kombinasyonuna sahip olan insanlarda görülüyor.

    şimdiye kadar ağır depresyon geçirmiş bütün tanıdıklarım, genel olarak içe dönük, odaklanmış bir benlik algısına sahip, aşırı düşünme sorunu olan insanlardı.

    depresyona zemin hazırlayan ve büyük ölçüde genetik olduğu söylenebilecek bir diğer özellik de zeka.(bu arada yanlış anlaşılmasın, burada kişisel bir şeyden değil genel eğilimlerden bahsediyorum, yoksa zeki olduğumu falan ima etmiyorum. yatkınlık yaratan diğer kişisel özelliklerim yeter de artar bile.) zeka ve depresyon ilişkisi yıllarca üzerinde çalışılmış bir konu. Örneğin, metodolojisi bir parça tartışmalı bulunsa da, bir araştırmada toplumun en zeki yüzde ikilik kesiminin majör depresyondan muzdarip olma ihtimalinin yaklaşık yüzde kırk olduğu tahmin edilmiş. toplumun genelindeki depresyon oranları düşünüldüğünde, bu oran, zeka ile depresyon arasında en azından bir korelasyon olduğunu gösteriyor. tabi her zeki insan depresyona girmiyor ya da her depresyona giren zeki değil. depresyonun oluşumu için uygun faktörlerin doğru kombinasyonunun oluşması yeterli. yine de zeka ve majör depresyonun hem başlangıcı hem de şiddeti arasında bir bağlantı var gibi gözüküyor. bu bağlantıdan ilave bir sonuç da çıkarabiliriz belki: depresyonu zekanızla yenemezsiniz. tam aksine, ortalamanın üzerindeki bir zeka depresyon özelinde işleri daha da zorlaştırabilir.

    eşlik eden başka mental sorunlar:
    saf depresyon nadir görülüyor. depresyona genellikle başka mental sorunlar eşlik ediyor. her türden mental rahatsızlık depresyona zemin hazırlayabilse de depresyonla en çok beraber görülenler kaygı bozuklukları. bunun nedeni beynin aşırı zorlanması olabilir. yanlış anlaşılmasın aşırı zihinsel zorlama depresyona sebep olmaz, öyle olsaydı teorik konulara kafa yoran insanlar depresyona girerdi. ancak mental zorlanmaya konu olan düşüncelere genelde hoş olmayan duygular eşlik eder. Olumsuz düşünceler, olumsuz duyguları beraberinde getirir, olumsuz duygular da olumsuz düşünceleri daha da artırarak bir geri besleme döngüsü yaratır. depresyona yakalanmanız için bu döngünün uzun bir süre işlemesi gerekir.. (gerçi kaygı bozukluklarının da genetik bir kökeni var, bu da bizi bu hastalıklara zemin hazırlayan kişisel özelliklere geri götürecek ve konu dağılacak, o yüzden burada duruyorum.)

    çevresel faktörler: çocukluk dönemi hem beynin hem zihnin temel parametrelerinin oluştuğu dönem. bu dönemde kazanılan özellikler kolay kolay değişmiyor. disiplinli bir eğitimin doğuştan hassas bir çocuğun mental kodları üzerinde yıkıcı bir etkisi olabilir. Ayrıca hangi sebeple olursa olsun zor bir çocukluk dönemi geçirdiyseniz ileriki yaşlarda depresyonu büyük ölçüde garantilersiniz.

    büyük yaşam olayları: mesela sevilen bir yakının, şok etkisi yaratan ölümü. en kötüsü de sanırım evladını kaybetmek. bu tarz trajediler yukarıda analiz ettiğim özelliklere ve arka plana sahip olsun olmasın herkesi bir süreliğine depresyona sokabilir. ancak uygun bir altyapıya sahipseniz, bir daha asla kendinize gelemeyebilirsiniz.

    ***
    depresyonun nedenlerini iyi kötü kavradık diyelim. Bu ne işimize yaradı?

    Eğer depresyonun nedenleri aynı zamanda depresyonu sürdüren nedenlerse mekanizmayı anlamak çok önemli. bunlar değiştirilebilir nitelikteki şeylerse bunlar üzerinde çalışabilirsiniz. depresyon büyük ölçüde kader olabilir. yine de yatkınlık yaratan bazı özellikler sonradan değiştirilebilir gibi görünüyor.
    #291748 little thirty | 4 ay önce (  4 ay önce)
    0kişiye özel 
  20. bir eser, yapıt ya da metin neden anlaşılmaz?

    bunun bir nedeni kendi yetersizliğimiz olabilir. eğer okuma yapılan alanda altyapımız zayıfsa bir metni anlamayı zor bulabiliriz. temel bilgilerin önceden edinilmesinin zorunlu olduğu teknik ve mesleki eserler özellikle bize yabancı bir dilden konuşur. bu yüzden belirli bir uzmanlık alanındaki eserleri ya hiç elimize almamalı, ya da mutlaka bu alanda da bilgi sahibi olmak istiyorsak, öncelikle temel nitelikteki başvuru kaynaklarından işe başlamalıyız. aslında bu teknik ve mesleki nitelikteki eserler kadar felsefe eserleri için de geçerlidir. daha zor anlaşılır olan eserlere el atmadan önce temel kavramları özümsemeli, alan hakkında genel bir fikre sahip olmalı, başlangıç niteliğindeki temel metinleri okumalıyız.

    bir metni anlamayı güçleştiren bir diğer neden zeka ve kavrayış gücümüzün sınırlılığı olabilir. bir eser ne kadar yalın ve anlaşılır bir dilde yazılırsa yazılsın, ne denli olağanüstü fikirleri aktarıyorsa aktarsın bunlar bir budalanın yavan zihnine giremeyecektir. çünkü büyük fikirler insanların çok küçük bir azınlığı tarafından idrak edilebilir. zaten insanların çok büyük bir bölümü büyük hakikatlerle ilgilenmez. onları sınırlı çevrelerinde cereyan eden önemsiz olaylar meşgul eder. sadece büyük hakikatleri tanımaya önceden yatkınlığı olan, düşünen, sorgulayan bir kafa bu türden fikir ve sanat eserlerini bütün boyutlarıyla değerlendirebilir.

    bunlar metnin anlaşılmazlığının öznel yani bizden kaynaklanan sebepleri. bir de metnin anlaşılmasını imkansız kılan nesnel sebepler var.

    bazı yazarlar zor anlaşılır olmayı bir üslup meselesi olarak görüyor. yeni kavramlar icat etmeyi, dilbilgisi kurallarını hiçe saymayı, kelimeleri bilindiği anlamı dışında kullanılmayı meziyet sanıyorlar. bu yazarlara fikirlerini açık bir dille, herkesin anlayacağı şekilde dile getirmek zor geliyor.

    bir de fikri sefaletlerini anlaşılmazlık örtüsü altında gizleyenler var. çok şey söylüyorlar ama hiç birşey anlatmıyorlar. bu yazarların okunmaya değer tek bir fikrinin olduğunu sanmıyorum. sadece üslup hokkabazlığı yaparak büyük yazar olduklarını gösterme derdinler. denebilir ki, büyük fikirler çocukların kullandığı lisanla aktarılamaz. bu doğru değil, büyük hakikatlere işaret eden fikirler ne kadar karmaşık olursa olsun yalın bir şekilde aktarılabilir. sadece anlaşılmak için yeterli çaba göstermeniz gerekir. ama fikirleriniz yeterince açık değilse diliniz de kaçınılmaz olarak muğlaklaşır.

    anlaşılmazlığı bir üslup tercihi olarak gören yazarların en ünlüsü sanırım hegel. aradan 250 yıl geçmesine rağmen hala hegelin gerçekte ne demeye çalıştığı üzerine tartışmalar yapılıyor, kitaplar, makaleler yazılıyor. insanlar da bu anlaşılmazlık karşısında adeta büyüleniyor. sanılıyor ki hegel'in ele aldığı konular insan zihninin erişimine kapalı, fikirleri insanların anlamayacağı yücelikte, bu yüzden anlaşılmaz olması kaçınılmaz. (bu eserler hiç bir zaman anlaşılmayacaksa neden yazılmış ki?) halbuki hegel ile aynı konularda yazan pek çok filozof fikirlerini oldukça anlaşılır yazabilmiş. demek ki meselenin ele alınan konunun zorluğuyla da bir alakası yok.

    sadece profesyonel felsefeciler arasında değil sıradan yazarlar arasında da zor anlaşılır olmak bir meziyet olarak görülüyor. hatta interaktif sözlüklerdeki felsefe başlıklarında yazanlar ne kadar bilgili, ne kadar entelektüel ne kadar ulaşılmaz olduklarını göstermek için özellikle anlaşılmaz bir dil kullanıyor. bir keresinde ekşi sözlükte takip ettiğim bir felsefe başlığında bütünüyle anlaşılmaz bir yazı okudum. yazının belli kesitlerinden alıntı yaptım ve bütün iyi niyetimle yazara ne demek istediğini sordum. ilgili bölümleri açıklığa kavuşturmak için yazdıkları ilk yazdığı yazıdan bile daha karmaşık bir üsluba sahipti. o anda anladım ki bu yazarın düşünceleri de yazdıkları kadar muğlak.

    önceden zor anlaşılan eserlerdeki fikirleri hiç değilse bu fikirlerin ana hatlarını anlamak için saatlerce uğraşırdım. zannederdim ki, eser anlaşılmaz ise bunun sebebi benim zihinsel yetersizliğim. sonra fark ettim ki, çok az insan bu metinleri anlıyor. anladığını söyleyenler de aynı metinden birbiriyle çelişkili anlamlar çıkarıyor. demek ki bunların da çok büyük bir bölümü okudukları şeyi anlamıyor-sadece anladığını sanıyor.

    bu yüzden bir yazar anlaşılmak için hiç bir çaba göstermemişse ben de anlamak için hiç bir çaba göstermiyorum artık. çünkü benim de vaktim değerli, okumaya ayırdığım zaman kısıtlı ve birşeyler okurken iyi vakit geçirmeye hakkım var.
    #291872 little thirty | 4 ay önce (  4 ay önce)
    0kişiye özel 
  21. sanki doğa bizde mevcut olan bir eksikliği başka bir fazlalıkla telafi ederek dengeyi sağlamaya çalışıyor gibi.

    bir duyusunu kaybedenlerde diğer duyuların keskinleşmesine benzer bir şekilde, doğuştan bazı eksikler de hemen her zaman başka fazlalıklarla dengeleniyor.

    bu eksiklikleri dengeleme süreci sınırlı sayıda bir kaç nitelik üzerinde değil diğer özelliklerin bütünü üzerinde dengeli bir artış şeklinde kendini gösteriyor genelde.

    benim de doğuştan eksikliğini hissettiğim çok fazla şey var. Ama bunların eksikliğini dengeleyecek şeyler başka kişilerdekinin aksine bende sadece tek bir değişken üzerinde yoğunlaşmış. yani doğa çok sayıda şeyin eksikliğini bende sadece bir nitelik üzerinden telafi etmiş. (bunu nereden mi biliyorum? Bu kadar eksikliğe rağmen başka hiç bir becerimin ortalamanın çok üstünde olmamasından.)

    dediğim gibi, dengenin eksi tarafındakiler zaten çok uzun bir liste oluşturuyor, bunların telafi edildiği pozitif niteliklerim ise sadece bir tane. Bu öyle çok işime yarayan bir şey de değil. zeka ve zihinsel üstünlük gibi gerçekten değer verdiğim özellikler üzerinde artan bir yoğunlaşma olmasını tercih ederdim ama durum bu değil.

    buraya kadar okuyacak kadar sabırlı olanlar varsa eğer, bendeki bu fazlalığın ne olduğunu soracaktır. Bendeki bu fazlalığın adı sezgi. Niyetler daha davranışlara dönüşmeden bunları çoğu zaman ve pek çok insanın yaptığından daha isabetli bir şekilde öngörebiliyorum. bu altıncı his gibi gizemli bir yeti değil. Bu mekanizmanın nasıl işlediğini bilmiyorum. Sadece bilinç altımdan bilinç yüzeyine çıkan bir farkındalık bu. Bilinçaltım, belki ben daha ne olduğunu anlamadan küçük ayrıntılara dikkat ediyor ve bunlardan büyük ve gerçekçi sonuçlar çıkarıyor, nasıl oluyor gerçekten bilmiyorum. Ama bu yeti sayesinde insanların niyetleri daha davranışlara dönüşmeden bunları çoğunlukla dolaysız bir şekilde öngörebiliyorum.

    bu büyük hayalkırıklıkları yaşamamı engellese de ne mutlu olmamı garanti ediyor ne de insan ilişkilerinde başarılı olmamı. ama yine de herhalde pek çok aldanıştan bunun sayesinde kurtulmuşumdur.

    Aklım genelde bu sezgileri ön yargı diye bir kenara atma eğiliminde. ama aklımın insanlarla ilgili yargılarında bir kez olsun haklı çıktığını görmedim. ilk baştaki sezgilerim neyi işaret ediyorsa gerçek her zaman buydu. Artık insan ilişkilerimde aklıma mı sezgilerime güvenmem gerektiğini çok iyi biliyorum. Zaten artık aklım da artık bana sezgilerine güvenebilirsin diyor.
    #291888 little thirty | 4 ay önce (  4 ay önce)
    5kişiye özel 
  22. insanlık durumuna ilişkin bir kaç basit önerme:
    -insanların bir çoğu birbirine benziyor, farklılıklar genelde ayrıntılarda. ayrıntılar tatmin etmiyor o yüzden sıkılıyorsun.
    -insanlar gerçekten önemli konulara önem vermiyor. en önemsiz konulara ise hayatlarını adayabiliyor.
    - insanlar melek de değil şeytan da. sadece kendi temel esenliklerini herşeyin üzerinde tutan bencil hayvanlar. temel motivasyon hemen her zaman bencil güdüler. insanlar arasında bencilliğin bu kadar güçlü ve yaygın olması evrimin işleyişi ile ilgili olsa gerek.
    -insanlar önemli fedakarlıklar gerektirmediği zaman oldukça iyi olabiliyor aslında. normal zamanlarda çoğu insan yardımsever, nazik, anlayışlı, cömert. ama bu iyilik gösterilerinin dayandığı bir sınır var: ne zaman büyük çıkarlar tehlikede olursa, iyilikler kolayca feda edilebiliyor.
    -insan ilişkilerinde beni en şaşırtan şeylerden birisi, ne zaman insanlara elimden geldiğince iyi davransam benden uzaklaşmaları, ne zaman da onlara yönelik kayıtsız ve soğuk bir tutum benimsesem beni daha çok sevmeleri oldu.
    otuz yaşından beri insanlara epey mesafeliyim. tam tersi olması gerekmesine rağmen beni daha çok seviyor insanlar. hatta kadınlar arasında bile 20'li yıllarda hiç olmadığı kadar seviliyorum. bu insan ilişkilerinde başarılı olmak isteyen birileri için iyi bir strateji olabilir ama ben bu oyunu sevmiyorum. soğuk ve mesefeli olduğum için insanların gözünde değerimin artması beni insanlardan daha da soğutan ve uzaklaştıran şeyin ta kendisi oldu.
    #293131 little thirty | 1 ay önce (  1 ay önce)
    3kişiye özel