bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. bu başlık şahsıma ait olması için onay beklemektedir.
    #184965 little thirty | 5 yıl önce
    0kişiye özel 
  2. takma adım levin. 'un adlı eserinin arka planda kalan tuhaf karakteri, konstantin dmitri levin'den gelme.

    bilenler bilir levin aslında tolstoy'un kendi hikayesini anlattığı bir karakter. tıpkı savaş ve barış'taki piyer bezuhov ve bir dereceye kadar prens andrey ya diriliş'teki nehlüdov gibi. gerçekten de tolstoy'un (oto)biyografisini bu roman kahramanları üzerinden okuyabilirsiniz.

    neyse tuhaf adamdır levin, pek çok kişiye itici gelebilecek özellikleri vardır ama ben sevdiğim bu karakteri takma isim olarak kullanırım. sadece buradan bile tolstoy'u ne kadar çok sevdiğim anlaşılabilir.

    tolstoy bana göre bir sanatçıdan ziyade bir filozoftur. çok iddialı gelebilir ancak insanlığın bence son öğretmenidir. benim de fikir babamdır.

    işte bu başlık altında tolstoy'un fikirlerini tartışacağım. ama bunu yaparken son derece kişisel bir perspektiften bakacağım. kendi bunalımlarım üzerinden paralellik kurup tolstoy'a sataşacağım, bazen de hakkını teslim edip teşekkür edeceğim.


    #184968 little thirty | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    0kişiye özel 
  3. tolstoy bir pasifist. yani kötülüğe karşı direnmeme taraftarı.

    sana vurana öbür yanağını çevir, senden gömleğini isteyene kaftanını da ver. tamam çok güzel.kişi kendisine yapılan kötülükleri bağışlasın...

    ama ya bir kadın sırf gerçeği söyledi, sahtekarları deşifre etti diye bir takım ''yaşam formları'' tarafından linç edip yakılıyorsa buna pasifizm hatrına seyirci mi kalırdınız, yoksa ölmek pahasına bu barbarlığa, bu kötülüğe karşı mı koyardınız?

    aklımdaki şey şu, izah edeyim (bkz: )

    ne demek istediğimi anlamak için başlık altında yazılan girdileri okuyun, duyarlı arkadaşlar çok iyi anlatmışlar durumu, tekrar etmeyeceğim.

    kötülükte şeytanla yarışan insanlar var, yine de pasifizm?

    tek bir örnek verdim sadece.


    #185008 little thirty | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    0kişiye özel 
  4. pasifizm bahsinden devam edelim. bir önceki girdimde, bir insanın kişisel olarak kötülüğe direnmemeyi seçebileceğini ancak başkalarına yapılan zulümlere karşı koymanın ahlaki bir görev olduğunu ima etmiştim.

    zira tolstoy'un savunduğu tarzda bir pasifizmin tek sonucu iyilerin baskı, zulüm ve tahakküm altında ezilmesi olacaktır. denilebilir ki bizim bunu düşünmemize gerek yok, bu türden kötülüklerin önlenmesi, caydırılması ve cezalandırılması için devletin gücü var. gerçekten de ideal olanı, toplumda meşru şiddet tekeline sahip gücün, uygun kurumsal düzenlemeler yoluyla bunu sağlamasıdır. gelgelelim tolstoy, bütün bireysel ve kurumsal şiddet türlerine olduğu gibi devletin şiddetine de karşı çıkmaktadır. yani ona göre devlet hapishaneleri, darağaçları, kolluk kuvvetleri, vergi memurlarıyla önleyebileceğinden çok daha fazla kötülüğe sebep olmaktadır. üstelik devlet bu zulümlerle de yetinmemekte, insanları yaygın eğitim yoluyla aptallaştırmakta, onları kötü alışkanlıklara, içkiye, tütüne, fuhuşa teşvik etmektedir. daha da kötüsü, insanları uzun sürelerle askere almakta ölmeye veya kardeşlerini öldürmeye zorlamaktadır. dolayısıyla ona göre devlet sebep olduğu bütün bu zulümleriyle aşılması gereken bir kötülüktür.

    bir noktada tolstoy'un hakkını teslim etmek gerekir. bu düşünceler despot çarlık rejiminde üstelik de milyonlarca insanın askere alınıp birbirini acımasızca boğazladığı 1. dünya savaşından kısa bir süre önce dile getiriliyor. konuya tarihsel açıdan bakıldığında da devletlerin tarihi gerçekten de böyle bir tespiti haklı çıkaracak ölçüde kanlı olmuştur.

    ancak devletin olmadığı bir ''doğa durumu'' nasıl düşünülebilir bilmiyorum. devletin olmadığı bir durumda, güçsüzü güçlüden kim koruyacak, insanların ya küçük insan gruplarının sadece bireysel çıkarlarını gözeterek çatışmaya girmeleri nasıl önlenecek, şiddet olaylarını kim engelleyecek ve konuya dönecek olursak biz pasifist takılırken kötülere karşı güvenliğimizi kim sağlayacak?

    tolstoy bunu bilmediğini söylüyor. ancak mevcut durumdan daha kötü olamayacağında ısrarlı.

    diğer yandan bir toplumda herkes pasifizmi benimseyip, tolstoy'un anladığı anlamda iyi bir hristiyan olsa ve devletsiz iyi bir toplumsal düzen kendiliğinden oluşsa bile sorun çözülmüyor, çünkü dünyada başka devletler de var, pasifizm ile oluşan boşluğu başka devletlerin doldurmasını, bu ideal pasifist-devletsiz toplumu köleleştirmesini nasıl engelleyeceksiniz? bu durumda başa dönülmüş olmayacak mı? üstelik yeni gelen devletin daha acımasız, daha sert, daha sömürücü olması çok daha yüksek bir olasılık.

    sonuç olarak, tolstoy'un pasifizm öğretisinin insanın içindeki iyilik potansiyeline aşırı bel bağladığını ve mevcut durumda hiç bir şekilde uygulanamayacağını düşünüyorum.
    #185076 little thirty | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    5kişiye özel 
  5. mevcut dünya halinin içler acısı durumu ortada. bu tolstoy'un zamanında da hemen hemen böyleydi.

    aynı ben merkezcilik, aynı umursamazlık, aynı aptallık...

    sadece çıkarcılığımızı, aptallığımızı, zulme karşı kayıtsızlığımız gizlemekte daha başarılıyız. hepsi bu...

    bugün de vicdanımız talepleriyle içinde bulunduğumuz dünyanın talepleri taban tabana zıt değil mi? aynı tolstoy'un yazdığı zamanlardaki gibi...

    buna ancak alkolle, tütünle kötü şeylerle yani sadece kendimizi uyuşturarak katlanabiliriz diyordu tolstoy. bugün de böyle değil mi?

    #185491 little thirty | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    0kişiye özel 
  6. deterministler insanın, doğadaki diğer varlıklar gibi ''belirlenmiş'' olduğunu söyler. yani insan tercihlerinde hiç bir şekilde özgür değildir, eğer belirli bir şekilde davranıyorsa, bu, başka türlü davranamayacağı içindir. insanın davranışları tıpkı doğadaki gibi benzer-ama daha karmaşık-bir takım yasalarla belirlenmiştir.

    özgür irade savunucuları ise insanın bilinçli varlıklar olarak akıl yoluyla diğer varlıklardan ayrıldığını, dolayısıyla yapıp etmelerinde doğanın belirlenimlerinden bağışık olduklarını söylüyor.

    tolstoy ise kendisini ikisi arasında bir yerde konumlandırıyor.

    zira, tolstoy'a göre insan yapıp etmelerinde büyük ölçüde özgür değildir. o sadece sınırlı ancak önemli bir alanda özgürlüğe sahiptir. peki insanın özgür iradesinin olduğu bu sınırlı alan nedir? tolstoy'a göre, bunu insanın gerçekle kurduğu ilişkide aramalıyız... gerçekle kurulan ilişki, aynı zamanda, insan davranışının da belirleyicisi olacaktır.

    yani insan davranışını belirleyen şey gerçeklik algısıdır, insan davranışlarında özgür değildir ancak davranışlarının da arkasında bulunan ''gerçekliğe ilişkin tutumunu'' belirlemekte özgürdür. dolayısıyla özgür irade gerçeği tanımak ya da yadsımak üzerinden kurulan dolayımlı bir iradedir.

    örneğin tutkusunu dizginleyemeyen bir alkolik, sarhoşluğu bir kötülük ya da alternatif olarak zararsız bir eğlence olarak görmekte özgürdür. gerçekle doğru bir ilişki kurduğu birinci durumda, kişi bu tutkusundan hemen vazgeçemiyorsa bile bir gün bundan kurtulabilir. gerçeğin yadsındığı ikinci durumda ise bu kişinin tutkusu giderek artacaktır.

    ya da bir yangında aile bireylerini kurtarmadan kendini dışarı atan bir adam bundan pişmanlık da duyabilir, bu davranışını haklı da çıkarabilir. eğer pişmanlık duyarsa kendini bir sonraki benzer durumda yapacağı fedakarlıklara hazırlamış olur. ya da tersi.

    #185660 little thirty | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    0kişiye özel 
  7. özgür irade konusu kadar kafamı karıştıran ikinci bir konu daha yok diyebilirim.

    bu gerçekten zor bir konu ve makul bir kanı oluşturabilmek için özgür irade sorunuyla ilgilenen bütün filozofların görüşlerini tek tek ele almanız gerekebilir. ben burada başlığın konusuna uygun düşmesi açısından sorunu tolstoy'un görüşleri ve benim buna yönelik eleştirilerimle sınırlı tutacağım ama siz bir önceki girdide kaba taslak ele aldığım görüşlerin tamamını okuyun, bu konu üzerinde düşünün.çünkü bu öyle bir konudur ki, buna yönelik varacağımız sonuç insan ilişkilerinden, ceza infaz sistemine kadar pek çok alandaki düşüncelerimizi temelinden etkileyebilir.

    bunu söyledikten sonra tolstoy'un özgür irade konusuna yönelik eleştirilerime geçebilirim.

    bir önceki girdimde tolstoy'un özgür irade konusunda deterministlerle, iradeciler arasında bir yerde durduğunu söylemiştim. tolstoy özgür iradenin sadece sınırlı bir alanda olabileceğini, ancak bu sınırlı alanda yapacağımız bir tercihin önemli sonuçlar doğuracağını söylüyordu. ona göre bu sınırlı alanda, insan gerçeği kabul etmek ya da yadsımak şeklinde ikili bir tercihe sahiptir. eğer gerçeği doğru bir şekilde tanırsa doğru davranacaktır, ya da tam tersi. aslında sokrates da bilgiyi erdeml eşitlerken muhtemelen aynı şeyi kastediyordu.

    bence bu kavrayış özgür irade sorununa gerçekten çok önemli bir açılım getiriyor. zira dünya'daki pek çok kötülük insanların gerçeği tanımamasından kaynaklanıyor. insan önceliklerini ve değerlerini, davranışlarının olası sonuçlarıyla beraber doğru değerlendirebilseydi pek çok kötü davranıştan da sakınabilirdi. bu bana doğru, tutarlı ve mantıklı gözüküyor.

    ancak bu açıklama özgür iradenin işleyişine yönelik sadece sınırlı bir açıklama getiriyor. çünkü bu açıklamada a priori kurulan deterministik varsayım ( doğru algı---- doğru davranış) pek çok insan davranışında geçerli olmayabilir. bunu sıklıkla benimsenen değerlere aykırı davranışlarda görebiliriz.

    örneğin herkes yalan söylemenin kötü olduğunu bilir (en yalancılar bile) ancak insanlar yalan söylemeden yapamazlar. ya da bir patron, işçilerin sefaleti üzerinden servet edinmenin kötü olduğunu bilse bile hiç bir zaman servetinden vazgeçemez. buna benzer insan davranışındaki çelişik örnekleri tolstoy da-başka sebeplerle- veriyor ancak gerçeğin kabul edilmesiyle insanın iradesini doğru yönde kullanmış olacağı şeklindeki iddiasından da bir türlü vazgeçmiyor. bunun da bana göre tek açıklaması şudur; tolstoy ''gerçek'' ten bahsederken bir bütün olarak hristiyan değerlerinin tanınmasını kastediyor. yani hristiyan değerleri yegane gerçeklik olarak tanınır buna yönelik olarak yeni bir zihin inşa edilirse işte o zaman insan doğru davranacaktır.

    buradaki eleştirim, bu görüşün, hristiyan değerlerini kabul edilmesinin arkasında bulunan dinamikleri göz ardı etmesidir. sahi kimler kabul eder bu değerleri? belirli bir coğrafyada yaşayanlar? eğitim, sosyokültürel çevre ya da gelenekler bakımından bu düşünceyle çocukluklarında tanışanlar? genetik özellikleri nedeniyle ''bu gerçeğin'' tanınmasına yatkın olanlar? ya da doğuştan özelliklerinin veya çevrenin etkisiyle, karakteri hristiyanlığın yüce değerlerini tanımaya zaten elverişli olanlar? varlıklarını kaybetmek istemeyen zenginler, ya da kaybedecek bir şeyi olmayıp da isa'nın sosyal adalet mesajını çıkarlarına daha uygun bulan fakirler? devleti yönetenler ya da devletten sadece zarar görenler?

    korkarım yine başa döndük. çünkü tolsoy'a göre insan davranışlarını belirleyen şey ''gerçeklikle kurulan ilişki''dir . (insanın özgür olduğu tek alan da budur.) peki gerçeklikle kurulan ilişkiyi belirleyen şeyler nelerdir? bir önceki paragrafta örneklerini verdiğim bin bir türden farklı insanın hepsi aynı şekilde ve özgürce gerçekle ilişki kurabilir mi?

    #186219 little thirty | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    0kişiye özel 
  8. sanat ne hazza ne de güzelliğe indirgenebilir, bu bir iletişim biçimidir diyor tolstoy. örneğin bir şairin şiirini yazarken hissettiklerine okuyucunun yaklaşması, benzer şeyler hissetmesi gibi.

    şöyle düşünüyorum...sanırım sanat dediğimiz, mekanı ve zamanı aşan bir duygunun insanları birleştirmesinden başka birşey değil. benden bir asır önce yaşayan bir yazarın hissettiklerine yaklaşıyorum. onu anlıyor, onun yazdıklarında kendi düşüncelerimi, hissettiklerimi, duyarlılıklarımı buluyorum.
    ya da müzikte mekan ötesi bir duygu atılımı oluyor; dünyanın başka bir ucunda yaşayan bir grubun müziği anlatıyor hikayemi.

    yani sanat mekan ve zaman ötesi bir etkileşim. fırlatıldığı zaman ve mekan diliminde soylu duygularına yer bulamayan herhangi birinin sığınağı...
    #189926 little thirty | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0kişiye özel 
  9. sahip olduğu yaşam standardının işçi sınıfının ezilmesine bağlı olduğu biliyordu tolstoy. devletin bu ayrıcalıkları korumaktan başka bir işlevi yoktu ona göre.

    kendi lehine işleyen bir sisteme kafa tutmuştu tolstoy. buna dayanmadı, servetini çöpe attı, fikirlerini değil servetini önemseyen karısını terk edip gitti ve misyonunu tamamladı.

    peki biz işçi sınıfının sefaleti üzerinden yükselen hayat standartlarımızı sorgulayacak mıyız?

    şu gizil varsayımlara bir bakalım:

    - ben akıllıyım, o halde daha iyi yaşamayı hak ediyorum:

    oysa genlerin şanslı bir bileşimiNDEN başka birşey değildir akıl. şansla belirlenen birşey sayesinde üstün olduğumuzu düşünmekle ne kadar akıllı olduğumuzu da tartışmaya açmış olmuyor muyuz? sahi akıllı olmayı temel alan şu üstünlük iddiaları hangi 'akla' dayanıyor? ne yazık ki bu akla dayanan bir iddia değil ve sizin bu konuda ısrar etmeniz pek de akıllı olmadığınızı gösteriyor. bu durumda üstünlük iddianız gülünç bir şekilde çöktü.

    -ben yüksek lisans ve doktora yaptım. hemi de yurtdışında, bunun karşılığını tabi ki alacağım:

    kendinizi kandırmayın. bu sizin ne kadar çabaladığınızdan çok, nasıl bir ailede dünyaya geldiğinizle belirlenir. iyi üniversiteleri bitirmeniz biraz çaba ister belki ama bu işçi sınıfının karın tokluğu için sarf ettiği çabadan daha fazla değildir. üstünlüğünüz nereden geliyor?

    -ben aklımla çalışıyorum o bileğiyle:

    peki akılla çalışmanın erdemi nedir? insanlığa daha faydalı olmak mı? peki mühendis işçi olmadan inşa edebilir mi? komutan piyadesiz savaşa girebilir mi? işçi sınıfının ürettikleri olmasa nasıl bir dünyada yaşardık? emekçiler olmasaydı değil o lezzetli yemekler sunan restoranlar bi yana, karnımızı doyurmak için bir parça ekmek bile bulamazdık herhalde?

    ya bir makul bir argüman sunun ya da beden gücüyle çalışanın akıl gücüyle çalışana oranla daha çok yorulduğunu-ki bu kimin daha iyi yaşamayı hak ettiğini gösteren tek nesnel ölçüttür- kabul edin ve üstünlük iddianızdan vazgeçin.

    diğer yandan, gerçekten akıllıysanız bilirsiniz, aklın faaliyeti keyifli ve tatmin edicidir. yine bilmeniz gerekir, beden faaliyeti tüketicidir. örneğin, bir inşaat işçisinin hayatı boyunca sağlığını bozacak işlerle kendini tüketmesiyle bir akademisyenin elinde kahve, masa başında yazması aynı kolaylıkta mıdır? HANGİSİ eğlenceli ve kolay, hangisi yorucu ve yıpratıcıdır? hangisi takdiri, sempatiyi, empatiyi daha çok hak eder?
    #191454 little thirty | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    3kişiye özel 
  10. tolstoy, intiharın eşiğindeyken hristiyanlığın oldukça tuhaf bir yorumuna sarıldı, yaşamaya devam etti.

    hristiyanlığın bu özel yorumunu kendi icat etmiş değildi söylediğine göre. ama bunlara kendinden birşeyler katmış olduğu kesin.

    yaptığı özetle şöyle bişeydi:

    din adına ne varsa bütün bu saçmalıkları yorumla, yeniden biçimlendir, ''bu saçmalıklara kendinden birşeyler kattıktan sonra bunlarda kendinden birşeyler bul'' ve hayata tutun.

    ben bunu yapamam. tarihin kutsal çöplüğünden birşeyler eşeleyip görünmez, yüce ve kutsal olana ulaşmak için boşuna uğraşıp duramam.

    çünkü kendime yalan söyleyemem.

    çünkü bu kadar saçmalığa katlanamam.

    aptallara hitap eden bu masallara ''kafamı düzeltmek'' ya da kendi hayatımı kurtarmak adına inanıyor gibi yapamam.
    #261554 little thirty | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0kişiye özel