1. Yıl 2002. Dünya kupasından dolayı net hatırlıyorum.
    Bir halı dokuma atölyesinde amatör olarak çıraklık yapıyorum. İlk günlerim.. Bir gün atölyeye bizim patronun 2 arkadaşı geldi. İçerisinde bilgisayar bulunduğu için diğer elemanlarla beraber ofis diye tanımladığımız yere geçtiler. Geçerken de benim patron;

    " delikanlı; abilerinle bana birer 3ü 1 arada yap bakayım" dedi.

    Ahh 3ü 1 arada .. üzümlü kekim.

    İçerisinde küçük tüp ve bazı mutfak gereçleri bulunduğu için diğer elemanlarla beraber mutfak diye tanımladığımız yere geçtim. Üç tane şeffaf kupa bardağına bir adet 3ü 1 aradayı bölüştürüp patronla arkadaşlarına götürdüm. Aradan bir iki dakika geçti geçmedi patron beni geri çağırdı.

    - olum sen bu kahveleri nasıl yaptın?

    + abi normal yaptım işte. Bir paketi Üçe böldüm ama arkadaşlarına biraz fazla koydum misafirdir sonuçta.. annem de bir paket kahve aldığında kendisine, bana ve kardeşime aynı şekilde yapıyo..

    Ben böyle açıklama yapınca adamın yüzünde merhamete bulanık bir acıma duygusu yerleşti. Bir kaç saniye süren, ama aklıma her geldiğinde kendimi bir garip hissetmeme neden o bakıştan sonra;

    -"Hadi evladım bunları götür yenilerini yap ama her bardak için birer paket kullan." dedi.

    Ohaa bir bardak için bir paket! Orta çağ avrupasına benzer rönesans esintileri sardı zihnimi, aydınlandım. Ahh anam, garip anam, kadın anam! 3ü 1 arada metaforu üzerinden ne de nâif gizlemiş çocuklarından garibanlığımızı kadın anam!

    Bu olay patronumu o kadar çok üzmüş ola ki o hafta haftalığımı iki misli vermişti. Pazar ve market alışverişimizi ayrıca cebinden yap.... şaka la şaka hemen inanıyonuz aminyum.. olayın gidişatına göre hemen senaryoyu kafanızda kuruyonuz tatlı su duygusalları sizi..

    Hâlden anlamazdı benim ibnetör patronum. Hatta bir seferinde 5 milyon olan haftalığımı 4.5 milyon vermişti 500 bin bozuk yok diye. Olum 5 milyon zaten tüm. Hem gariban hem salakmışım güzel keklemiş yalnız. Bak hatırlayınca yine kinlendim piçe.

    Bir seferinde de başka bir iş tecrübemde, türk kahvesini normal kahve gibi bardağın içine koyup, üstüne sıcak su eklemiştim. Gerçi bu olayda garibanlık değil de aslında cahalet ile alakalı (hayır güzel kardeşim mallık değil) bir durum var. Hazır kahve konusu açılmışken bu anımı da aradan çıkarayım dedim heheehee.

    Ama cehalet güzel şey, erdemdir hem.

    ( ayrılsak da beraberizde ki "mc erdem" rolünden hatırladığım erdem baş'a selamlarımı gönderiyorum, belçikada ki halamlara da. )




    #181523 luck blackrock | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    0anket 
  2. 2008 yılının sonlarına doğru babam, yeni bir iş kuracam diye yıllardır yaptığı işi bırakıp konfeksiyon dükkanı açmaya karar verdi. tam da o yıl dünyada ekonomik kriz patlak verdi ve babam bütün elindekini neredeyse kaybetti. evde 3 çocuğuz üçümüz de okuyoruz, hayatımda fakirliği hep dizi/filmlerde gören ben o zamanlar da fakirliğin ne demek olduğunu anladım.

    normalde her bayram arabayla aile ziyaretine giden biz, ilk defa o bayram toplu taşımayla aile ziyaretine gittik, onda da babamsız. 2009 yılı oldu, annem zavalı kadın bir işe çalışmaya girdi. bazen öyle günler oluyordu ki sabahlara kadar çalıştığı oluyordu annemin. ben o zaman ki aklımla kavrayamadığım şeyleri yıllar sonra kavradım, geç olsa bile kavradım. annem yaz tatilinde 3 ay boyunca full çalışmaya gitti, ablam 16, ben 10, kız kardeşim 8 yaşında üçümüz o küçücük yaşlarımızda zorlukların üstesinden gelmeye çalıştık.

    bunlar olurken hiçbir akraba yardım eli uzatmadı, sözde halam olacak varlıklı kadın bir kere bile "bir şeye ihtiyacınız var mı" diye sormadı, yeri geldi bayramlık kıyafet alamadık, yeri geldi domatesi taneyle aldık, yeri geldi pastaneye "inşallah 10 tl'ye uygun pasta vardır" diyerek gittik ama hiçbir zaman geldiğimiz yeri de unutmadık, unutamayız da. aradan yıllar geçti, biz zor bile olsa düze çıktık. babam emekli oldu iyi kötü maaşı var, ablam iyi bir işte çalışıyor, iyi kötü kirada ayrı bir evimiz de var şimdi.

    ama o yapılanları unutamıyorum, akrabaların bize yüz çevirmesini, insanların maddi durumu bilmeden küçük düşürmesini hiçbirini unutamıyorum. bundan dolayı sokakta ne zaman bir kedi görsem okşarım, elimden geldiğince mama, su vermeye çalışırım, bunları yapmamın tek nedeni yokluğun ne olduğunu bilmem, sahipsizliğin, garibanlığın ne olduğunu biliyor olmam yapmamın nedenleri. dilerim allah'tan hiçbir canlı ömrü boyunca yoklukla, fakirlikle sınanmasın ve de ikiyüzlü, alçak insanlar gibi akrabaları olmasın.
    #272804 ramos | 3 yıl önce
    0anket 
  3. Sene milattan önce bilmem kaç. Tabi o zamanlar telefon yok, bilgisayar yok ve çok fakiriz. Canınız sıkılsa gideceğiniz AVM ler yok. Yokluk içerisinde yaşadığımız o günlerde doğada ne bulursak tüketiyorduk. Resmen dilenciden farkımız yoktu. Yıllar yılları kovaladı ve Neyseki o kötü günleri atlattık. Evimde izlemediğim bir TV bile var artık. Gitmem için bir ton alış veriş merkezi açtılar. İçlerinde indirim adı verdikleri yeni satış politikaları ile insanları kandırabilen bir satış çılgınlığı başlattılar. İhtiyacımız olmasa bile tüketmek için yaratılmış yaratıklara çevirdiler bizleri.

    İşte öyle, fakirlik diz boyuydu bir zamanlar. Neyseki daha fakir olacağımız zamanlara doğru yıllar yılları kovalıyor.
    #272807 ormanci | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0anket 
  4. Abimle aynı evde yaşadığımız bir zaman diliminde nasıl olduysa oldu ki aynı anda işsiz ve borç harç içinde kalakaldık.
    Biz zamanın orta direk denen bir ailenin çocuklarıyız. Babam mühendis, annem heykeltıraş. Buradan da anlayacağınız gibi annem hiç kazanmıyor, babam da tek başına 2 çocuklu aileye kirada bir evde bakıyordu.

    Muhteşem bir zenginlik içinde yaşamadık, çok fakir de yaşamadık.
    şimdiki gençler bilmez, o zamanlar vardı böyle bir şey. tam arada aileler vardı ve bu durum çoğunluktaydı. bunları niye anlattım, kendi ayaklarınız üstünde ne kadar duruyorsanız o kadar varsınız bu aile tipinde.
    borç isteyecek kimse yok demek. bırakın parasal desteği, bakın borç diyorum.

    her neyse,
    denk geldi aynı anda işsiz kaldık, papaz bizde kaldı yani.
    bir şekilde son kalanlarla kirayı ve aidatı ödedik. ama gerisi tık tık.

    evde olan az kuru peynir ve iki paket makarna da bittikten sonra mont ve ceket cepleri karıştırma, masada duran kasenin dibini araştırma ve özellikle komidin çekmeceleri karıştırma operasyonu yaptık.

    bu araştırma safhasından elimizde bugünün parası 30 lira gibi bir para oluştu.
    Bugünün parası 30 ama alabildikleri bugünün alabildikleriyle aynı değil tabii, çok daha fazla. ama o kadar dikkatli kullanmak zorundayız ki, en az 1 hafta yiyecek olmalı.

    eve yakın pazar kuruluyor, gittik pazara. bakın bakın yok, olmuyor.
    abim lahana gördü, koca şey 3 lira, bereketli malzeme.
    bir paket pirinç, allahtan sıvı yağ vardı.

    arkadaş o bir tane lahanayı, evir çevir 10 gün yedik ya.
    kapuskadan da lahanadan da nefret ederim hala. toparlanana kadar lahana milli yiyeceğimiz oldu, durup durup lahana.
    gözeneklerimden lahana sıvısı akacaktı artık.

    tüm bu (şimdilerde o dönemden 1. lahana dönemi diye bahsederiz) süreçte, her yere yürüyerek ulaşmamız, kebapçıların önünden geçerken bir küçük yutkunma safhası, geceleri özelikle yatakta uyku öncesi yalnızken gözünüzün önünden uçuşan çikolatalar, arayan ve bir yere davet eden insanlara şehir dışındayım yalanı gibi eşlikçiler de, dönemi unutulmaz anılar listesinin ilk 10 bölümüne yerleştirmektedir.

    2. lahana dönemi oldu mu peki?
    elbette oldu ama lahanadan gerçekten tiksindiğimiz için biz o dönemi 1. patates dönemi diye adlandırıyoruz ki, kendisi sadece haşlanarak tuz eşliğinde de tüketilebildiği ve yağ vs gibi şeylersiz de bir şekilde yenebildiği için biraz daha gideri vardı.
    yalnız çok çabuk acıktırır vicdansız.




    #272830 la campanella | 3 yıl önce
    0anket