Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah'ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller, tansık.
Şaşırtıcı. İşini iyi yapan insan bulmak mucize. Ocak tamiri için eleman çağırırsın, doğalgaz bağlantısını uyduruk yapar inceden gaz sızıntı yapar. Farkına varmazsin. Elektrikçi priz takar, taktığı priz gevsektir sallanır. Bu da tehlike yaratabilir. Doğalgazcıya dersin iyi bir kombi tak, kimsenin bilmediği bir marka getirir takar. Bina inşaatı yapılır, ev sahibi der ki, direkleri incelt ve iki direği de iptal et yer kazanalım. Usta, emredersin abi der. Usta adamsın biliyorsun bu işi, yapmasana, öyle olmaz diyip biraksana işi. Ama öyle olmuyor tabi, hem adamın işi kolaylaşıyor hem de napsin parasını kazanma derdinde bir an önce.
doğa kanunlarını koyan tanrının bu kanunları geçici olarak sekteye uğratarak kendi kudretini göstermesidir.
iskoç filozof david hume, mucizelerin mantıksal açıdan mümkün ancak olası olmadığını söylemişti. zira ona göre doğa yasalarının tarihin bir anında, evrenin bir yerinde sekteye uğraması mantıksal açıdan mümkündü ancak bu mucizelerin olası olduğunu göstermiyordu. çünkü elimizde bir kanıt kırıntısı yoktu. örneğin doğa yasaları sonsuz defa tekrarlanır ve buna sayısız insan, sayısız defa tanıklık eder. bu yasaların sekteye uğraması anlamına gelen mucizelerse sadece eski tarihlere ve ölmüş insanların iddialarına atıfla ''anlatılabilir''. üstelik mucize iddialarının bu ölçüde kabul görmesinin insan psikolojisi ile ilgili bir boyutu da vardır. çünkü insan doğası gereği efsane, mit, mucize gibi şeylerden hoşlanır.
benim kişisel görüşüme göre, eski tarihli, göremediğimiz, tanık olmadığımız mucizeler yerine önümüzde duran varlığın bizatihi kendisinin bir mucize olduğunu farketmek gerekir. benzer şekilde, tanrının kudretini arayanların fi tarihindeki mucizeler yerine bugün net bir şekilde bilebildiğimiz doğa yasalarına, evrenin zenginliği, düzenliliği ve çeşitliliğine, duygularımızın derinliğine ve içimizdeki ahlak yasasının bağlayıcılığına bakması yeterli olacaktır.
kilise doktorlarından aziz thomas aquinas'a göre sebep-sonuç ilişkisi dışında olan olaylardır. sebep-sonuç ilişkisiyle açıklanan şeyler mucize sınıfına girmezler. çünkü zaten bunlara alışığızdır. tanrı da bizlere bir şey göstermek için bunları kullanmaz. sanırım bu sebepten ötürü de jean-jacques rousseau, "tüm doğa yasalarını bilemiyorsam, o zaman neyin mucize olup neyin olmadığını anlayamam" türü bir söz söylemiş. yine de rousseau, bence, çok da haklı sayılmaz bu durumda.
mucizeleri neden-sonuç ilişkisine dayandırmak mucize kavramına ters olsa da, belki mucizeleri dünyevileştirip kavranabilmesi için faydalı olabilirler. ama yine de mucizenin gösterdiğini tam olarak yansıtamazlar.
bununla beraber mucizeleri de 3 sınıfa ayırmış:
-kızıldeniz'in yahudilere pasaj oluşturup, yahudilerin buradan geçmesi en üst seviye mucizeye örnektir. çünkü doğada böyle bir şey olmaz. burada tanrı'nın işi vardır.
-ikinci seviye mucizeler doğada olabilecek bir şeyin tanrı tarafından yapılmasıdır.
-üçüncü seviye mucizeler ise doğanın yapabileceği ama yapmadığı, bunun üzerine tanrı'nın yaptığıdır. mesela yağmur yağmayan yere yağmur yağması gibi.
tamamen mekanik bir evrende mi yaşıyoruz, yoksa mekanik evrenin yanında mekanik olmayan bir evrenin içinde mi yaşıyoruz? mucizelerin gerçekliğini ve gerçekdışılığını sorgulamak için galiba ilk olarak bunun bilinmesi şart.
tabii tamamen mekanik bir evren içinde olduğumuzu varsayarsak bile hume'un "doğa yasaları ne oldu hacı?" şeklindeki önerisine mill "tanrı yeni yasa yarattı" şeklinde karşılık vermiştir mesela.
gottfried wilhelm leibniz ise aquinas'ın 3 seviyesini yeterli bulmamış olacak ki, seviyeleri 5'e çıkartmış. tabii o da aquinas gibi en yüksek seviyeyi doğanın yapmayacağı ve tanrı'nın hızlı bir müdahalesi olan olaylara ayırmış.
aquinas'a yaptığı tek ekleme bunlar değil elbette. aquinas'ın "doğa"sını "hangi doğa?" sorusunu sorarak da ele almış ve "doğa" ifadesiyle "sınırlı olan doğa" olarak fiziksel doğayı tanımlamış.
protestan teologlar ise mucizeden çok mesih isa'nın karakterine odaklanmışlar ve herhangi bir kilise gelenekleri olmadıkları için de mucizeleri biraz kafalarına göre yorumlamışlardır. mesela günümüzde eğer sağlıklı, mutlu ve varlıklı bir hayatınız yoksa sizi imansız olarak damgalayan protestan kiliseleri vardır. çünkü imanlı olsaydınız, tanrı size bunları sunardı.
oysa bu görüş hristiyanlık'taki mucize anlayışına tamamen ters bir anlayıştır.
zaten insanların da mucize konusundaki en büyük yanılgısı da yukarıdaki gibi "bir şey olsa da hayatımdaki sorunlar yoluna girse, ölene kadar bolluk içinde kılımı kıpırdatmadan yaşasam" isteklerinden kaynaklanıyor. problem burada yatıyor bence. insanların büyü vs türü işlerle uğraşmasına da bu sebep oluyor.
elbette, hristiyan inancında, tanrı insanları yeryüzünde yalnız bırakmamıştır. yoksa zaten ona deizm derdik ve mesih'in de kurban edilmesi gerekmezdi. hristiyan inancına göre, insanın başına gelen her şey imanına göre gerçekleşir. mucize bekleniyorsa tanrı'ya yönelinmelidir.
Ocak 2010 basım tarihli 145 sayfalık alev inan kitabı.
kitap tanıtımı: Mucize dediğin geçicidir biliyor musun? diye birden konuya girdi Musa.
Mucizenin tek özelliği ender olmasıdır başka hiç bir özelliği yoktur. Bir istatistik meselesidir mucize. Az görülür o kadar. Onun için mucize derler ona. Günlük yaşantımızda daha sık gördüklerimize haksızlık ederiz bu yüzden. Bir de üstüne üstlük geçicidir de; anlıktır mucize. Çok da nankördür; pek konuşulur, sonrasını getiremez.
Mucize hayatının dönüm noktasındaki bir kadının, dünyanın bilinen, bilinmeyen, dinî, mitolojik ya da rivayet edilen başlıca mucizevî olaylarında duraklayarak, kendi yolculuğunu çarpıcı bir şekilde ele alıyor.
Bir açmazın içinde bulunan Yağmur, bilgisayarında başlattığı çaresiz mucize arayışında her ne kadar umduğunu bulamasa da, mucize kendince bir yolunu bulup ona ulaşır. Tarihin mucizevi şahsiyetlerinin genç kadının yaşamının belli dönemlerinde ortaya çıkmaları, hikâyelerini bilinmeyen yönlerini anlatmaları, zaman zaman olmasını dilediğimiz mucize kavramına farklı bir bakış açısıyla yaklaşmamızı sağlıyor.
Hz. Musa, Hz. İsa'nın şifa verdiği Bartimaeus, ölümden dirilen Lazarus, bilinmeyen kerametiyle Abdullah bin Mübarek, Hz. Rabia, Aziz Fransis, Abdüşşems (Ebu Hureyre), Krişna, Karyağdı Sultan, Romalı Perpetua ve hatta Cebrail; hepsinin bilindiklerin dışında anlatacakları var.
teknik olarak doğa yasalarının geçici olarak askıya alınmasıdır. daha genel anlamıyla başka türlü olmayacak, olması da beklenemeyecek doğa üstü olayların tanrı'nın iradesiyle gerçekleşmesidir.
bundan dört yıl önce yazdığım girdi duruyor yukarıda. bunu dinlere yönelik tüm inancımı kaybettiğim ancak hala bir yaratıcı inancına tutunduğum bir dönemde yazmış olmalıyım. orada da mucize kavramını benzer şekilde tanımlamış, hume'dan ödünç aldığım kavramlarla çözümlemeler yapmış ve dinlerin mucize anlatısını eleştirmiştim.
O girdide, tekil mucize hikayelerinin inandırıcı olmadığını ancak gözümüzün önünde duran varlığın, doğanın, fiziksel yasaların özetle evrenin kendisinin başlı başına bir mucize olduğunu söylemişim. Yani denizin asayla yarılması ya da ayın ikiye bölünmesi gibi Tekil mucizeler zaten ilgimi çekmiyordu ama evrenin var oluşu ve kusursuz işleyişi beni o zamanlar bir yaratıcı ya da kurucu ilkeye götürüyordu.
uzun bir süredir çok farklı düşünüyorum. evren bana hiç de tanrı'nın kanıtlarını içinde barındıran bir mucize gibi görünmüyor. sadece fiziksel evrende bir düzenlilik ve bu düzenliliğin arkasında belirli yasalar var, hepsi bu. (Atom altı evrende bu düzenlilik de yok.) neden kaos yerine düzen var? Bunu kimse bilmiyor. Ama bilgimizdeki her boşluğu tanrı ile doldurmak ya da anlayamadığımız herşeyi tanrı ile açıklamak yerine basitçe bilmiyoruz demek bana daha doğru geliyor. mesela daha önceden de canlılar dünyasındaki düzenliliğin tek açıklamasının tanrı olduğuna inanılıyordu. Nasıl ki kendi içinde farklı bileşenleri uyum içinde işleyen saat gibi insan yapımı bir makine bir tasarımcısı olmadan kendiliğinden olmazsa ondan daha üstün ve daha karmaşık göz gibi organik bir makine de kendiliğinden olamazdı, gözün de bir tasarımcısı olmalıydı. (bkz: william paley) Ama bugün canlılar dünyasındaki düzen, uyum ve işlevselliği tanrı kavramına başvurmadan evrim teorisiyle kolaylıkla açıklayabiliyoruz. Belki canlılar dünyasında olduğu gibi nesneler dünyasındaki düzenliliğin de sebebi bir gün bilimsel yöntemlerle açıklanır.
Önümde duran şeyin, yani evrenin bir mucize olmadığına ilişkin karşı savlar bulmakta ise hiç zorlanmıyorum.
mesela evrende çok fazla boşluk var. bilinçli canlıların yaşadığı bölüm neden bu kadar küçük? Bilinç neden dünya gibi evren ölçeğinde toz parçası boyutunda bir gezegende evrilmiş? bilinçli yaşam kozmolojik tarihin neden bu kadar küçük bir bölümüne hapsolmuş? Tanrı bu uçsuz bucaksız evreni kendisine süs olsun diye mi yarattı? eğer değilse neden yarattı? milyarlarca yıldır aynı yerde dönüp duran sayısız gezegen, sonsuz kapkaranlık bir boşluk... bunda tanrının kudretini gösteren bir mucize göremiyorum ben.
bilinçli yaşamın hüküm sürdüğü bu küçücük gezegende işler daha iyi değil. dünya tasarım hatası gibi görünen bir sürü fenomenle dolup taşıyor. mesela, depremler, kasırgalar, seller, kuraklık, hastalıklar, insan elinden çıkma sayısız kötülükler... Herşeyi geçtim, dünyada, yani evrende yaşamın olduğu bu biricik gezegende, yaşam neden milyarlarca yıldır acı üreten ve hala üretmeye devam eden bir mekanizma ile evrildi? (bkz: evrim teorisi) tanrı'nın bilinçli organizmaları yaratmak için bu kadar acı ve yıkım dolu bir yol seçmesinde nasıl bir mucize var?
Bu gibi sorunlara teleolojik argüman ve kötülük sorunu başlıklarında fazlasıyla değindiğim için burada aynı argümanları tekrarlamak istemiyorum.
Dört yıl önce evrene baktığım zaman "bir tür mucize" görüyordum, şimdi ise tek gördüğüm bilinçsiz, amaçsız, kendi halinde bir akış.
edit: önceki girdimde "içimizdeki ahlak yasasının bağlayıcılığı"na dikkat çekmiş ve bunun da tanrı'nın kudretini gösteren bir başka mucize olduğunu ileri sürmüşüm. Kötülüğün insan türü içindeki yaygınlığı gösteriyor ki tanrı kudretini çok az örnek üzerinden göstermek istemiş.