1. uzun uzadıya çok yazardım ama özet geçeyim.

    tanım : şu gün şu anda anadolu toprakları üzerinde türkçe konuşabilmeyi borçlu olduğumuz kişidir.

    yine uzun uzun konular kavramlar bağlamlarla anlatırdım ama buna ne zaman yeter ne kafam kaldırır. size köşebaşı olay-kavramları anlatayım. aralarını rahatlıkla doldurursunuz.

    * türkistan coğrafyasında yaşayan ve türkçe konuşan halklar göçer yaşam biçimleri sebeyle asimilasyona yatkın halklardır. sanılanın aksine türkler asimile eden değil, dünya tarihinin en kolay asimile olan topluluklarıdır. bunun sosyolojik-teknik sebebi, şehir kültürleri ve yazılı kültür-edebiyat geleneklerinin olmamasıdır. doğu tarafında dünyanın en köklü şehir medeniyetine sahip çin uygarlığı, batı-güney tarafında bir o kadar köklü ve eski medeniyete sahip farslar vardır. her ikiside yazılı kültür-edebiyat konusunda dünya tarihinin en eski medeniyetleridir.

    sosyolojik tespit 1 : şehir kültür-edebiyatları baskındır. etkindir. yazılıdır. asimile eder.
    sosyolojik tespit 2 : göçer kültür edebiyatlar edilgendir. sözlüdür. asimile olur.
    bu tanımı yaparken şehir ve göçer kültürleri iyidir, kötüdür, gelişmiştir, ilkeldir, komplekstir, çeşitlilik vardır, kısırdır gibi kıyaslamalara sokmuyorum. kimyasal tepkimenin sonucunu söylüyorum sadece. göçer kültür son derece modern, çağdaş, çeşitli, kompleks ve ütopik de olabilir. fonksiyonel ve teknik olarak şehir kültürü ile temas ettiğinde asimile olur, aşınır, yok olma seviyesine gelir.

    * türkler büyük çoğunlukla moğol akınları, kısmen de coğrafi sebeplerle batıya akın akın göç ettiğinde ilk olarak fars kültürü ile temas ettiler ve ciddi oranda asimilasyon burada başladı. en büyük etkiyi kültürün en temel parçası olan türk dili gördü. daha sonra gelenek-görenek-inanç gibi sosyolojik kavramlarla baskın fars kültürünün etkisi altına girildi. tabi bu olay yalnızca mezopotamya coğrafyasında sabit kalan türkler için geçerliydi. akın akın daha batıya, anatolia topraklarına geldiler.

    * burada çok klişe bir ezbere kurban gitmişizdir. 1071 türklerin anadolu'ya girdiği tarih değildir. nikah memurunun cüzdanı imzaladığı tarihtir. yani resmi bir statüsü olduğu için böyle kabul ederiz. öncesinde türk topluluklarının anadolu topraklarına bilinçsiz ve organize olmadan akın edip yaşadığı, kırsalda yapılandığı ve kendini hissettirdiği en az 150 yıllık bir ara dönem vardır. malazgirt savaşı bu topluluklara resmi olarak devlet kurma hakkı verdiği için sembolik olarak önemlidir.

    * burada karşımıza çıkan durum çin ve fars coğrafyasında yaşananların aynısıdır. doğu roma imparatorluğu yani bizans, helen kültürünün en etkin olduğu coğrafyadır -ki helen kültürü en az çin ve fars kültürü kadar köklü bir şehir kültürüdür ve yazılıdır. asimile eder, baskındır.

    fakat anadolu coğrafyasındaki türkler farslarda olduğu kadar hızlı ve temas anında asimilasyona uğramamıştır. sebebi yine tekniktir. fars coğrafyasındaki gibi akın akın şehir merkezlerine göç olmamıştır. türk nüfusun neredeyse tamamı yaylalara, kırsala yapılanmıştır. çünkü göçer yaşam şekli şehir merkezine bağımlı olmaksızın yaşama kolaylığı sunar.

    * bu noktada daha önemli bir konu vardır ki, o tarihlerde yani 10.yy anadolu topraklarındaki yaşam, bu coğrafyanın görüp görebileceği en kısır, kurak, verem ve mikroptan kırılıp dökülen zamanlarını yaşamaktadır. şöyle ki, anadolu'daki pek çok kilise papazı artık cemaat olmadığı için ve açlık-ölüm sınırında olduğu için merkez kiliselere mektuplar göndererek kasabalardan ayrılmak zorunda kalır. bu denli büyük bir çoraklığın ve yokluğun yaşandığı yıllardan bahsediyorum. fonksiyonel olarak yayla ve kırsaldaki türk toplulukları bu durumdan olumsuz anlamda hiç etkilenmemiş, yalıtılmış bir hayat sürebilmiştir.

    yani helen kültürü ile temas fars coğrafyasındaki gibi anlık ve yoğun biçimde değil, çok gecikmeli ve bizans halkları yokluktan bitme noktasına gelene kadar gerçekleşmemiştir.

    * kısacası, türkler anadolu coğrafyasını savaşarak değil, çaktırmadan almıştır. şöyle ki, bizans imparatoruna ulaklar sayesinde giden haberlerde türk göçerlerin kırsal ve yaylalarda hayat kurduğu, artık sayılarının küçümsenmeyecek kadar arttığı belirtilir. bunları egeden toros dağları boyunca bir kalemde geri püskürteyim diye ordu toplayan imparatorun karşısına 100binden fazla silahlı yörük atlısı çıkar. daha ortada henüz bir organize devlet yok, düzenli ordu yok, adı konulmuş bir şey yok. roma imparatoru anadolu topraklarını kaybettiğini anladığı anda iş işten çoktan geçmiştir.

    * sözü yine uzattım. sadede geliyorum. anadolu toprakları üzerindeki türkler de şehir kültürüyle temas ettiği anda kaçınılmaz son gerçekleşir. temelde dil, sonrasında inanç, gelenek görenek ve sosyal yaşam olarak kısa sürede asimilasyona uğrar. o kadar ki, türk gibi yaşayan, türk gibi giyinip yiyip içen hıristiyan topluluklara evrildiği 1-2 asırlık dönemler yaşanır.

    * döndük yine horasan'a. yani türkistan coğrafyasının kalbine. türkmen nüfusun ve türkmen kültürünün şah damarı kabul edilen horasan'da yaşayan hoca ahmed yesevi, tengri inancı ile kuran ayetlerinin ütopyasını bir çizgide harmanlamış ve bunu dil-kültür-benlik kaybı yaşayan toplumlara ilaç olarak sunmuştur. islam alimi olması onu ümmetçi yapmaz çünkü "din bir seçimdir, türklük kaderdir" sözü kendisine aittir.

    işte tam bu noktada belirtmek gereği duyduğum bir şey var. sanırım bu, günümüzde inanç-ibadet konusunun günlük yaşamda ne kadar etkili olması gerektiği konusunda aydınlatıcı olacaktır.

    şehir kültürlerinde din toplumsal ve kişisel hayatın en önemli parçalarından biridir. detaylıdır, yaşamın her anındadır, kişiler ve toplumlar sorularla ve cevaplarla boğuşur. çoğu zaman yalnızca cevap bulmak için çırpınır.

    göçer kültürlerde din günlük hayatta yok denilecek kadar azdır. soru işareti barındırmaz, ihtiyaç duyulmaz. yaşamın kalın köşebaşı tabelalarını oluşturur. ayrıntılara girmez, kafaları meşgul etmez. var olma-yok olma noktalarında belirir.

    hoca ahmet yesevi, dil yok olduğu zaman toplumun ve milletin toptan yok olacağı konusunda öngörülü biridir ve özellikle islam'ın çekirdeğini oluşturan temel unsurları sözel kültüre adapte edip anadolu coğrafyasında yok olmak üzere olan türk topluluklarına yayma görevini sahiplenmiştir. amaç dilde öze dönüştür. din bu amaç için çok kullanışlı bir araçtır.

    ahmet yesevi ve öğrencileri'nin organizasyonu sayesinde anadolu toprakları üzerinde benliğini yitiren türk varlığı sözel bir islam versiyonu ile türkçe ibadete dönmüş, günlük yaşamdaki helen kültürü karşısındaki erozyon bıçak gibi kesilmiştir.

    bunun için türklerin müslümanlığı sazlı-sözlüdür.
    bunun için türkler din olayını hayatın temel noktasında kabul etmez, saygı duyar.
    bunun için türkler islam dinine araplar veya farslar gibi değil, türk gibi bakar.
    bunun için islam dininin hüküm sürdüğü tüm coğrafyalardaki kültür tek tip, tek eksende iken, türk coğrafyalarında islamın her tonu, her rengi, her türevi, her fraksiyonu vardır.
    bunun için islamın ulaştığı tüm coğrafyalar arap dil-kültür-edebiyatının esiri olmuşken, şehir-yazılı kültürü olmadığı halde buna direnebilen yalnızca türklerdir.

    hoca ahmet yesevi'nin yüzlerce binlerce beyiti, şiiri, söylevi vardır. size burada pek çoğunu yazabilirdim. gerek yok. özet geçiyorum.

    türkçe yoksa, türk yoktur.
    #270950 crx | 3 yıl önce
    0din, filozof, şair