ilk kez 1970 yılında ingiliz bir akademisyen tarafından kullanılmış speciesism sözcüğü. türcülük bunun türkçeye düz çevirisi. ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi türcülük de bir tür ayrımcılık. ecdadımızın türcü olmadığı, bunun aksine kendine doğadaki bütün canlılarla ortak bir pozisyonda gördüğü dini inanış sistemlerinden rahatça anlaşılabilir. en eski inanç sistemlerinden biri olan animizm doğada her şeyin bir ruhu olduğu inancı üzerine temellenir. islam öncesi türklerin, amerikalı kızılderililerin unutulmuş dinleri ve bugün afrika avustralya gibi bölgelerde halen yaşamını sürdüren yerel dinler animist dinlerdir. bu dinlerde ortak nokta kainatta her şeyin bir ruhu olduğu görüşüdür. ve ruhu olan şeylerin birbirlerine üstünlüğü yoktur. hatta bu dinlerde insanların soy atası olarak kutsanan totem hayvanlar vardır.
eski mısır inancında da çok sayıda tanrı timsahından hipopotamına, kediden bok böceğine hayvan formunda cisimleştirilmiştir. horus -şahin, khepri- bokböceği, bastet-aslan, sobek-timsah, hesat-inek ve daha bir yığın ufak tefek kutsiyet atfedilmiş hayvan. yunan ve roma mitolojisi de doğadan tamamen kopuk değildir. bu iki kültürün birbirine çok yakın olan mitolojik öykülerinde insan formundaki tanrılarla doğadaki canlılar arasında belirgin bir geçişkenlik vardır. göz koyduğu hatunları ele geçirebilmek için türlü çeşitli hayvan kılığına giren zeustan başlayıp, apollon'dan kaçarken defne ağacına dönüşen daphne'ye kadar bir dünya efsane var. hindu ve brahman inanışları da aynı şekilde doğadaki diğer unsurlara değer veren, kutsiyet atfeden inanışlar.
bütün bu tarihsel süreçler ve inanç sistemleri arasında insan'ın kendini doğadaki diğer canlıların üstünde konumlandırdığına dair bir ipucu yok. herşey semavi dinlerin gelişiyle başlıyor. her ne kadar görünmez ya da bilinmez olarak tanımlansa da insanı kendi suretinde yarattığı söyleminden ötürü antropomorfik, ve our heavenly father söyleminden anlaşılacağı üzere erkek olduğu varsayılan bir tek tanrı dünyadaki her şeyi insan kulları için yarattığını söylüyor. bundan güç alan insan zaman içinde kendi türünü doğadaki her şeyin üstünde konumlandırmaya başlıyor. öyle üstün bir varlık ki yalnızca hayatta kalmak için değil, keyif için, konforu için içinden çıktığı doğayı katletmeyi kendine bahşedilmiş bir hak olarak görüyor. türcülük işte tam bu temelin üstüne kurulmuş bir yapı. korkunç bir yapı ama sağlam da. binlerce yıldır egemen olan ve henüz adı konalı ancak 50 yıl olmuş bir zihniyetin değişmesi için çok fazla zaman gerekli. ama gidişata bakılırsa türümüzün dünya üzerinde o kadar zamanı kalmamış olabilir. türü tüketecek gelişmelerin temelinde türcülüğün yer alıyor olması doğanın insanlığa vurduğu bir tokat adeta.
hayvanlara yönelik yanlı tutumu ifade etmek için kullanılan bir terimdir.
terim İlk defa richard ryder tarafından kullanılmış olsa da peter singer’ın 1975 yılında yayınlanan çığır açan eseri animal liberation kitabı ile yaygınlık kazanmıştır.
Nasıl ki cinsiyetçilik farklı cinslere yönelik, ırkçılık farklı ırklara yönelik ayrımcı davranışları tanımlıyorsa türcülük de salt farklı bir türden oldukları için hayvan sömürüsünü meşrulaştıran yanlı düşünceye karşılık gelir. sonuçları de en az ırkçılık ve cinsiyetçilik kadar ağırdır.
güncel örneklere baktığımızda; insan türünün diğer türler üzerinde kurduğu baskı ve uyguladığı sistematik sömürünün arkasındaki psikoloji hemen her zaman türcülüktür.
her yıl 80 milyar kara hayvanı etleri için öldürülüyor. (deniz hayvanlarının sayısı trilyonları buluyor.) derileri ve kürkleri için katledilen yüz milyonlarca hayvanı da bu sayıya ekleyin. dahası dünyanın en gereksiz bilimsel bilgilerini edinebilmek için yapılan biyomedikal deneyleri, şu aptal kozmetik ürünlerin testlerinde çekilen acıları, eğlence ve spor amacıyla avlanmaları, sirkleri, rodeoları at yarışlarını ve aklınıza gelen diğer sömürü örneklerini düşünün.
işte bütün bunlar o aptal insanoğlunun en önemsiz çıkarlarını tatmin etmek için yapılıyor... peki diğer konularda gayet iyi niyetli, merhametli anlayışlı, nazik insanlar nasıl oluyor da konu hayvanlara gelince burada bir ahlaki ikilem olduğunu göremiyor? yüzde biri insanlara yapılsa dehşete düşüp ortalığı ayağa kaldıracağımız bir mesele konu hayvanlar olunca nasıl sindiriliyor, görmezden geliniyor ya da destekleniyor? işte burada bilişsel bir çarpıtma olarak türcülük yardıma koşuyor. çünkü çok kısa bir şekilde yukarıda değindiğim bu sistematik sömürüyü ancak hayvanları ahlaken önemsiz bir kategoriye sokarak sürdürebilirsiniz. buradaki sözde çözüm mensup olunan türe dayanan yanlı bir görüş benimsemektir. bütün mesele biz önemliyiz, diğerleri önemsiz demek. ondan sonra yapacağınız hiç bir kötülük vicdanınızı kanatmaz.
türcülüğün tuzağından kurtulmanın yolu benzer çıkarlara benzer önemi vermekten geçiyor.örneğin işkence görmemekte hem insanların hem hayvanların benzer çıkarları vardır. eğer siz konuyla alakasız özellikleri (zeka düzeyi gibi) ortaya atarak acı verici biyomedikal deneylerde insanların kullanılmasına karşı çıkıp hayvanların kullanımını savunuyorsanız tıpkı ırkçılık gibi bir ön yargıdan yani türcülükten hareket ediyorsunuz. zeka düzeyi gibi özellikler hayvanın kullanılmasını meşrulaştıramaz çünkü zeka iki türün işkence görmemekteki çıkarı ile ilgisizdir ve dikkate alınmaz.
yine hayvanın da tıpkı insan gibi yaşamakta benzer çıkarı vardır. bir insanın öldürülmesine karşı çıkıp da benzer koşullardaki bir hayvanın öldürülmesini ahlaken savunulur buluyorsanız ve bunun için ''konuyla ilgili bir gerekçe'' gösteremiyorsanız (gösterilebildiğini hiç görmedim) sadece farklı türlerin farklı muameleye tabi tutulabileceği yolunda taraflı bir ön yargıya sahipsinizdir. nasıl ki farklı ırklarda ya da cinsiyetlerde farklı biyolojik özellikler farklı muameleyi haklı göstermez farklı türlere yönelik muamelenin gerekçeleri de biyolojik farklılıklara gönderme yaparak açıklanamaz. bu felsefi olarak tutarsız, mantıksız, bilişsel olarak ön yargılı ahlaki olarak da savunulamaz bir pozisyon olur. ''e tabi farklı davranacaz çünkü biz insanız o hayvan'' demek cahil ağzıyla konuşmaktır.