allah herkesin acısına yardım etsin, yakınlarını kaybetmiş herkese sabırlar dilerim ama benim anlamsız bulduğum eylemselliktir. 36 yılda babamın mezarına gitmişliğim 3 veya 4 falandır.
fakat hayatımın aşkının başkenti ankara'da, ankara'yı ve hayatımdan bütün mutlulukları terk ettiğim gece yapmıştım böyle bir ziyaret. 5 litrelik dikmen şarabıyla 1500 yıl evvel yitirdiğimiz şair imrul kays'ın mezarına gitmiş vedalaşmış ağlamıştım. ve şu şiiri okumuştum.
atların lisanını bilirim kadınların gizli tarifesini itin hergelenin biriyim muhabbet tellâllarına göre
kalmadı yatmadığım hane üryan girmediğim bahçe imru'l kays'ı öldüren zehir bana da sunuldu kaç kere
doludizgin geçtim yesrib'i mekke'yi kona göçe görmek için şairin ülkesini indim kadim yemen'e
yemen : mısır ketenine nakşedilmiş bir kaligrafi : yüz bin sağmal deve bir o kadar soru işareti
yemen : çölün eteğine serilmiş bir pösteki : yüz bini çini kâse bir o kadar cırcırböceği
20 yıldır yurtdışında olduğumdan ve anne tarafıyla baba tarafı sülalelerin kabristanları birbirine yüzlerce km uzakta allahın dağında olduğundan yıllardır gidemedim, lakin gittiğim bir çok yerde kiliselerin arka tarafında bulunan mezarlıklara mutlaka uğrarım. oranın zengin eşrafının kabristanları hemen belli olur, kimi en pahalı malzemelerle yapılmış, özenle süslenmiştir, kimi heybetli ama sadedir. bazen insanı derin düşüncelere garkeden mezar taşları çıkar karşıma.
danimarka'da arabasına atlayıp kamp yapmaya gelen çok az sayıda alman aile ve paleontoloji tutkunları dışında kimsenin pek uğramadığı dağbaşı bir yerde iki vaka karşıma çıktı. birincisinde 2. dünya savaşı'nda danimarka'yı nazilere karşı savunurken vurulan üç raf* pilotunun anıt mezarı vardı. ikisi ingiliz, biri kanadalıymış. en yaşlısı 28 yaşında, diğerleri yanlış hatırlamıyorsam 23 ve 25 idi. gencecik çocuklar, evlerinden uzakta denizaşırı, okyanus aşırı memlekette şehit olmuşlar. ailelerinin ziyaret etmesi çok zor, durumları yoksa imkansızdır. o bölgedeki en gösterişli, en bakımlı mezarlar o anıt mezarlardı, toz bile yoktu taşlarında.
ikincisi yine aynı yörede ortaçağdan kalma bir kilisenin kabristanındaydı. bir köşede diğer mezarlardan çok farklı tarzda mezar taşları, hepsi bir örnek.( kaç taneydi hatırlamıyorum.) isimleri rus isimleri, üstte kiril alfabesi, altta latin alfabesiyle iki kez yazmışlar, ama iyice aşınmış, zor okunuyor. bir de anıt taşı var, orada da birkaç isim. bir tanesi türkilerden -sanırım azeri- hasan hasanov. sovyet mezar taşlarına kızıl yıldız işlenmiş. yine 2. dünya savaşından, toplama kampında ölümü bekleyen esirlerdenmiş bunlar. 1945'te ruslar gelince naziler bunları bir gemiye doldurup baltık denizinin ortasında kaderine terketmiş. 350 küsür esir, ekserisi yahudi düşünce suçluları ve direnişçiler, bir kısmı savaşta esir düşen sovyet askerleri. denizin ortasında başıboş giden gemiyi başka bir alman gemisi yedeğine alıp getirmiş bu köyün sahiline bırakmış. yazılanlara göre esirlerin hepsinin açlıktan kemikleri çıkmış, tifüstü dizanteriydi veremdi ölümün kıyısındalarmış. yerli halk bunlara bakmış, yedirip içirmiş, doktorlar gelip tedavi etmiş. çok kötü durumda olan 19 tanesi hariç hepsi kurtulmuş. 19 kader ortağı, itin öldüğü yerde bir danimarka köyünde bir ortaçağ kilisesinin kabristanına gömülmüşler. bir tanesi müslüman evladı, birkaçı ortodoks, geri kalanı yahudi. protestan kilisesinin kabristanında yatıyorlar öyle, evlerinden yurtlarından uzakta, başka ırktan başka dinden mezhepten ölülerin arasında. onların da aileleri, varsa geride kalan evlatları ziyaret edemedi mezarlarını.
(nereden biliyorsun diye soran olursa: merak ettim telefonla internetten aradım buldum hikayelerini. nasıl bir etki bıraktıysa artık fotoğraf çekmek bile aklıma gelmemiş.)