1. Yaşama, var olma, bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğu değil, var olduğu olgusu, mevcudiyet, öz karşıtı.

    Örnek kullanım: Artık yaradılışının, varoluşunun, hayatla ödüllendirilişinin sebebini bilmektedir. (T. Buğra)
    #145823 tdk | 6 yıl önce
    0felsefe terimi 
  2. "?"

    ne psikolog, ne psikiyatr, ne yaşam koçu, ne de herhangi bir otorite...

    hiçbirinden faydalı, tatmin edici veya alakalı bir yaklaşım gelmeyeceğini bildiğimden, bunlara başvurmadan, bir zamanlar çözümü kendisinde bulabileceğimi düşündüğüm 'den de cevap alamayınca, en yoğun olmam gereken şu dönemde, konfor alanımdan çıkma ve zihnen soyutlanmaktan kurtulma uğruna gittiğim kütüphanede çalışırken bile kafamda bir şeyleri oturtamadığımı fark edince kolları sıvadım, dağ gibi kitapları kenara attım.

    şu genç yaşıma rağmen, var olmam ile varlıktan zihnimin belirsiz çatışmalarını ve bunların ilerlemeci düzende kurulu somut hayata yansımalarını ciddi süredir yoğun şekilde yaşamamdan dolayı, bu konuda kendimi 570 yaşında doğa üstü güçlere sahip bilge yüce honos gibi hissediyorum.

    "belirsizlik içinde kıvranan bir kişi varsa bile benim için kar" şeklindeki duygusal paylaşımcılıktan ziyade, hiçbir yerde bu hususta tatminkar ve çözüm odaklı bir yaklaşım göremeyince, içimde saklı olduğunu düşündüğüm bazı yaklaşımları harekete geçirmek adına bu yazıyı yazmam gerekiyor. nereden başlayacağımı ben de bilmiyorum, ancak bu spontanelikle beraber üretim için en sağlıklı ve içten psikolojiye erişmenin huzuruyla sonsuzluğumu kılmak istiyorum.

    ne var ki, hayatın ve düzenin sunduğu yüzeysel ilerlemecilik buna nadiren izin veriyor. bunun sebebi esasında bir siyasi, toplumsal veya ekonomik düzenden kaynaklı değil; bu kavramları ortaya çıkaran, bağlantı sayılamayacak kadar derin olan temeldeki varlık ile ilgili. yaşam odağını ve devamlılığını belirli düşünsel doygunluklara bağlayabilen biri, bağlayabildiği ölçüde nitelikli izler bırakabilir.

    ancak gerekli yetiye sahipse, her şeyden önce düşünsel belirsizliklerini ve buhranlarını aşması gerekecek. üstesinden gelmezse bile gerek bilinçli, gerek bilinçsiz olarak hayatın mükemmel düzeydeki karmaşıklığına kendini kaptıracak. bu gayet kolay. odanda varoluş bunalımı yaşarken, annenin gelip, "akşam yemeği için yoğurt al," demesi, çoğu zaman üstün gelecek. in tavan yaptığı zamanlarda bile bu şekilde işleyen bir mekanizmaya sahip olmamız, kafayı yememek için güzel. ancak özellikle sıkıntılı, emek isteyen ve zahmetli anlarda, hayatın içinden konulan hedef ve ideallerden yola çıkılan gerekli motivasyonun sağlanması esnasında kalan zihni aşkın "yarımlar" ve "askıda kalanlar," kurşun gibi beyne işleyebiliyor.

    varoluşsal bunalım - yoğurt çatışmasındaki metaforun sayısız karşılığı var bu hayatta. üstelik hayat, bunları çözümlemek için fırsat sunmak bir yana, belirsizliklerin hasır altı edilmesi için yardım edecek nitelikte. insan da varlığın bir parçası olduğu için, mevcut düzenin devamıyla bir örtüşme içerisinde. bu örtüşme, varlık ötesine, metafiziğe sıçrayan zihni baskılamak için mükemmel. her insanın, en aptalların bile, kendisini zeki olarak nitelendirirken, zaten potansiyeli oranında düşünebilmesi ve farkındalığa varabilmesi kaynaklı bir zeka tanımı yapabileceği şeklinde hatalı düşünce sergileyebileceğine ihtimal dahi vermemesi arasındaki bağ gibi bu .

    varlık-metafizik ilişkisindeki zihinsel çatışmanın somut hayata yansımasını , adlı eserinde kendi hayatından ifade ediyordu. geleneksel dine olan inancını küçük yaşlarda kaybeden tolstoy, gençliğinde kendisini uçsuz bucaksız bir gelişim sürecine atıyor, nasıl ve ne şekilde ilerleme kaydedeceğine yoğunlaşarak hayatı yaşama evresini anlatıyordu. ve bu döneme dair değindiği bir nokta vardı:

    "geçmişe dönüp baktığımda şimdi şunu açıkça görebiliyorum ki, benim itikatim -tek gerçek itikatim- hayvani içgüdülerimin dışında hayatıma yön veren o itici güç, kendimi mükemmelleştirmeye olan inancımdı. ama bu mükemmelleştirmenin içeriği ve amacı neydi, anlatamıyorum..."

    ilk gençlik dönemini atlatan tolstoy, zamanla büyük bir yazar olmaya başladı. bunun karşılığında insanlar onlara para, ün, şan, şöhret ve tatminlik veriyordu. tolstoy ise bunları pek sorgulamadan, yüksek kibir ve ilerlemeci anlayışla -hemen hepimizin çoğunlukla içinde bulunduğu- ve yüksek motivasyonla, aynı güncel duygulardaki arkadaşlarıyla beraber, birbirleriyle yarışarak hayatını idame ettiriyordu:

    "şu an apaçık görebiliyorum ki bütün bu olanların bir tımarhanedekinden hiçbir farkı yokmuş, ama o zamanlar bunu ben sadece belli belirsiz sorguluyordum..."

    ciddi bir süre daha kendini geliştirmeye adayarak avrupa'yı geziyor ve avrupalılarla hissettiği yakınlık, mükemmel insan olma yolunda çaba göstermeye olan inancını pekiştiriyordu:

    "çünkü aynı inanca onlarda da rastladım. bu inanç bende de günümüz eğitimli insanlarının çoğunda görülen o yaygın şekliyle yer etti. bu inanç, ifadesini "ilerleme" sözcüğünde buluyordu. bana o zamanlar bu sözcüğün başka bir anlamı varmış gibi geliyordu. en doğru şekilde "nasıl yaşarım?" sorusuyla kendime işkence çektirdiğim (hayata bağlı her insan gibi) ve cevap olarak "ilerlemeye uygun olarak yaşa."yı verdiğim zamanlar henüz sadece, kayığı rüzgar ve dalgalarca sürüklenirken kendisi için hayati ve tek soru olan "dümeni ne tarafa kırmalı?" sorusuna "biz bir yerlere sürükleniyoruz?" cevabını veren adama benzediğimi bilmiyordum. o zamanlar bunun farkında değildim. sadece zaman zaman insanların hayatı anlamalarındaki eksikliklerini gizlemede kullandıkları, günümüzün bir hayli yaygın olan bu batıl inancına isyan ettiğim oluyordu..."

    hayatın amacı konusunda zaman içinde boşluklara ve buhranlara düşmeye başlayan tolstoy, bir aile kurduktan sonra kendisini ailesine adadı. ara ara bu düşüncelerle boğuşuyorsa da, genellikle onları bastırdı. kendisini hayatın karmaşıklığına ve hayatın somutundaki sorumluluklarına adadı.

    50 yaşına dayandığında, son yıllarda başlayan kafa karışıklığından ve belirsizlikten kendini alamamaya başladı:

    "...sonra bu kafa karışıklığı gitgide daha sık ve hep aynı şekilde nüksetmeye başladı. bu dönemlerde aklıma hep şu sorular geliyordu: ne için? amacı ne?"

    ilerleyen dönemde bu sorularla başa çıkamayan tolstoy, ölmeyi arzulamaya başlamıştı. ardından sorgulamalar sonucu tanrıya olan inancı, hayatının amacını kendince belirlemesine yol açmıştı. tanrı'yı düşündüğü an yaşadığını hissettiğinden bahsediyordu.

    ancak işin felsefi-teolojik kısmına girmek her ne kadar sonuca göre çözüm üretebilse bile, yine de gerçek anlamda çözüm olduğunu düşünmüyorum. bu şekilde bir çözümün geçerliliği, inanılsa bile tanrı'nın varlığını her an zikretmekle (akılda tutmakla) mümkün. bu noktada tanrı'yı zikretmek, yok olacağına inanan bir insanın, ölümü (her şeyin sonunu) her an düşünmemesiyle, dolayısıyla "delirmemesiyle" eşdeğer güçte. bu farkındalığa erişmek teorik olarak mümkün olsa da, pratikte mümkün değil gibi. o nedenle bazı uzakdoğu felsefelerinin "nirvana" ve "aşmışlık" anlayışı var, farklı yollarla sağlansa da. kaldı ki yine teoride tanrı ve ahiret inancına sahip olan ile olmayan arasında, huzur-acı zıtlığı şeklinde ters yönde farka sahip. ancak varlık kaynaklı olduğumuz için uygulamada bu iki teorik "zıt" arasında bile ve varoluşsal motivasyon yönünden hiçbir fark olduğunu düşünmüyorum. asıl mesele de burada başlıyor.

    herkesin çoğunlukla yaptığı gibi hayata dair gelişim odaklı yaşadığım ve bu zihniyetimi güçlendirdiğim anlarda hissettiğim temel motivasyonsuzluk, varoluş odaklı (ahiret veya yok olmak) inancımın içeriği fark etmeksizin çözümsüz kalıyor. geleneksel inanca sahip olmayan ve yaratıcıya inanmakla beraber kesinliği konusunda belirsizlik yaşayan ben, sıkı ve şüphesiz bir ahiret inancı senaryosunda bile, hayatın içindeyken birden "neden, ne amaçla," sorularıyla karşı karşıya kalıyorum. kaldı ki, ahiret inancına giden yollardaki mevcut inanışlarda dahi, bu (ön) hayatın "neden" ve "hangi amaçla" sorularına yanıt verir nitelikte içerikleri yok. sürekli var olmak, yok olmayacağını bilmek, "neden," sorusuna engel değil.

    bunun daha iyi anlaşılması için, motivasyonsuzluğa ve bunalıma sebep olduğu düşünülen "yok olmak" üzerine bir zaman çizgisi oluşturun zihninizde. ve 80 yıllık bir ömür biçin. 80. yılı, yani çizgi üzerindeki olan son noktayı, biraz daha uzattığınız, hatta sonsuzluğa çektiğiniz takdirde, yaşanacaklar ve yapılacaklar ile bunlara temel teşkil eden motivasyonel felsefeler değişecek mi?

    esasında bu bir illüzyon. oldukça karmaşık. hayatı sonlanacak olan bir varlığın, varoluşsal yaşama güdüsünün düşünsel sürece yansıdığı bir illüzyon. ahiret inancı ve sonsuzluk esası baz alındığında gelen rahatlama bile illüzyonel. insan ahiret gibi aşkınlığı içerik yönünden tasavvur edebilecek bir güçte değil. bunun metafizikten bir farkı yok. bu yönden aslında içerik olarak yok hükmünde olan bu ahiret veya sonsuz yaşam anlayışı, salt yöntemsel bir çözüm önerdiği için, "gerçek çözüm" yanılgısı yaratıyor.

    yok olacağına inanmak veya sonsuza kadar yaşayacağını bilmek... bütün mesele bu değil. "neden," sorusuna gelecek olan cevap açısından hiçbir önemi yok bu meselenin. ben bugün zahmetli bir sorumululuğun üstesinden gelmeye çalışırken, maddeyi aşkın zihnim yardımıyla, birden "neden," sorusuyla sarsılarak, somut güncelden metafiziğe kayan bir düzlem değiştirdiğimde, ahirette de var olacağımı bilmek, neden o zahmetli işi çekmem gerektiği konusunda bana herhangi bir cevap vermiyor. esasında bu boyutlar arası çatışma, eğlenceli ve keyifli rutinsel zamanlarda amaçsızlığın nadiren akla gelmesi, gelse bile dürtüsel hazzın bunu yenmesi ve üstünü örtmesiyle atılan temelden sonra, sıkıntılı zamanların baş göstermesiyle üzerine inşa edilen bina gibi. asıl çatışma, sıkıntılı zamanlarda, yani binanın tamamlandığı zamanda ortaya çıkıyor. bu normal, çünkü dürtüsellikten ve evrimsel psikolojiden en uzak olduğumuz zamanlar bunlar.

    tolstoy, insanların "ilerlemecilik" adı altında hayatın amacını bulmuşçasına bir batıl "inançla" yaşamalarını ele alıyordu. oldukça haklı, zira tolstoy gibi düşünsel yönden güçlü ve sahibi insanların sayısı oldukça az. bu, o insanları, sık sık benzetmesine başvurduğum "akvaryumdaki balıklar"dan farksız kılıyor. ancak birazdan değineceğim üzere, metodolojik olarak doğru olmasa bile, o insanların sonuç itibariyle doğru yolda olduklarını düşünüyorum. bu, iyi bir kafada oldukları anlamına gelmiyor tabi.

    görev ve sorumlulukları yerine getirirken hiçbir sıkıntı çekmemek, çoğunlukla bu eylemleri ve hayatın kendisini yle ilgili. çevrenizde "ot" gördüğünüz, fakat eylemsizlik sorunu yaşamayanların hayata dair motivasyonlarını hayal ederseniz, akvaryumdaki balık benzetmesini daha iyi anlayabilirsiniz. zira o insanlar öyle veya değil, sizin gözünüzde çoğu şeyi sorgulamadan sorumluluklarını adeta bir hayvani içgüdüyle yerine getiriyor. işte içselleştirmeden kastettiğim bu durum, en zekilerimizde ve farkındalık sahibi olanlarımızda bile söz konusu. varoluşa odaklanan bünye için ise, içselleştirme mekanizmasının zayıfladığını düşünüyorum. "neden," sorusu bütün zemini ayaklar altından kaydırabiliyor.

    ben ise tolstoy'a katılmakla birlikte, bir tur daha dönüp, mevcut, dürtüsel, motivasyonel ve ilerlemeci bir sonuca geri dönüyorum her seferinde. varlık veya yokluk, bunun sonucunun ne olduğu önemli değil. en kötü(?) ihtimalde dahi elimizde bir gerçeklik var, o da hayatın kendisi, daha da ötesinde benliğimiz.

    sigarayı bırakmayı düşündüğüm zaman, "neden," sorusunu soruyorsam, bunun cevabı "var olmam" olur. hayatın anlamı inanç bazında var veya yok. ancak mevcut dürtüselliğim ve doğmuş olmam, bütün maddeyi aşkın yönlerimin yanında, mevcut düzende en yüksek ve nitelikli hazları yaşamam için yeterli cevabı veriyor. bir şeylerin zahmetine katlanırken, daha iyi bir hayat elde edeceğimi düşünmek kadar basit bir eylem, düşünsel sebeplerle iki tur atarak da olsa yine aynı noktaya varılmasıyla gerçekleşebilir.

    yle bunu yaşamak ise, varılan noktada acı vermek yerine, her anı yüksek farkındalıkla geçirmeyi sağlayan bir lüks. belirsiz de olsa bazı şeylerin sonucu olarak kazandığım benliğimde, zaman algısını yitirerek geçen her saniyeyi zihnimde hissetmek olumsuz bir şey değil. bütün varoluşa, her şeye ve her insana tatlı bir melankoliyle yaklaştığım bu mükemmel kolektifliğin kendisi bile bir haz kaynağıyken, bütün benliğimle yaşamdan maksimum keyfi almak varken, sonunda ne olacağına odaklanmak, ancak olabilir. ben kadar sert değilim bu konuda. en azından hayatın absürt yanına aynı açıdan yaklaşmıyorum. bahsettiğim şeyler de sorgulamaya yergi değil zaten. ancak elde bir hayat varken, yokluğun tek alternatifi olan varlık içinde olmanın lüksü içindeyken; bu lüksün acı vermesi, belli bir düşünsel farkındalığa ulaştıktan sonra kabul edilmemeli.

    hayranlıkla ve merakla yaklaşılması gereken ve mükemmel kombinlerle kaynaşan senaryolara sahip bu hayatta, benliğin temel oluşturduğu yi istemeye karşı çıkmak, bu varoluşun lüksüne bir ihanet olurdu. varoluşsal farkındalıkla her anın, aslında zaman algısını yitirecek güçteki özelliğiyle karşımıza çıkması, nin daimi olarak hevesle yaşanması gerektiğini bağırmalı bizlere.

    yine bazı uzakdoğu felsefelerinin, "şimdiyi yaşama" üzerine kurulu "aşmışlık" ve "yükselme" anlayışı, benliğin sona ereceği bilinciyle daha bir anlam kazanıyor. hayatı zaman dilimlerine bölmemenin, her anın her ana bağlı olduğunu bilmenin getireceği farkındalık, şu satırlar arasında geçen vakitte bile, her anı bütünün bir parçası olarak görebilmekte yardımcı olacak nitelikte.

    50 sene sonra ile şimdi arasında bir fark yok. tutkular, hevesler ve bilumum plansal öğeler, varlık temelli benliğin kendini en iyi şekilde yönlendirmesinde a odaklanmak için mükemmel sebepler. bunlara bir başkaldırı, nitelikli hazlara odaklanılması gerektiğini düşünen 'a, en temelde varoluşun kendisine ve benliğimize haksızlık olurdu.
    #206088 sosyal filozof | 4 yıl önce
    0felsefe terimi