Şimdi daha çok VR gibi ulaşılması zor teknolojileri sağlayan yada yüksek donanımlarla ulaşılması güç oyun hizmeti veren işletmelerdir. Arada işimiz düşer ve Türkiye'nin fakir yerlerinde eski kıvamında devam ettiğini görebilirsiniz. İstanbul, İzmir, Ankara, Adana gibi yerlerde Korelilerin internet cafelerine benzeyen yüksek kalitede hizmet sunan mekanlar açılmaktadır.
japonya'da, özellikle tokyo gibi bölgelerde, ev kiralarını ödeyemeyen kişilerin yaşadıkları yerlerdir.
ama size bir "senpai" tavsiyesi mi diyeyim, yoksa bir tavsiye mi diyeyim bilemem ama hijyenine sakın güvenmeyin japonya'daki internet cafelerin. türlü türlü insan var.
o dokunduğunuz klavyeye nasıl ellerin dokunduğunu, hangi maddelerin sıçradığını bilemezsiniz.
İnternet cafeye gitmek ile internet cafede çalışmak arasında farklılıklar vardır. Ben size bir de işin farklı yüzünü anlatayım.
En başta çalıştığım internet cafe her şeyi paraya çevirebilen bir yapıya sahipti. Eminim hepsi benzer şeyler yapıyordur. Bilgisayarlardan flash belleğinize attığınız bir filmin bile gigabyte’ına göre fiyatlandırıldığı bir sistem kurmuşlar. Her kesimden insan gelir, gider. Bana en ilginç gelen askerler gelmesin diye onlara uygulanan farklı tarife(pahalı) oldu. Şöyle bir strateji duydu bu kulaklar. “Bu haftasonu askerlerin yemin töreni var. Bize gelen askerlere turist tarifesini açacağız(turist tarifesi en pahalı olan yani) ve onlar diğer internet cafeleri doldururken biz, normal müşteriyi kendimize çekeceğiz.” Turist tarifesine hiç girmeyeceğim, siz hayal gücünüzde canlandırın artık. Neyse bu daha başlangıç devam edelim.
İnternet cafede çalışanların bir görevi de müşterilerin bilgisayarlarını dikizlemek. Çünkü pornografik içeriklere girenlerin bilgisayarını erişime kapatmak ve o müşterinin arkasından parayı tahsil edene kadar koşturmak gibi bir misyonunuz oluyor. “Ya, ben 5 dakika girdim. Benim bilgisayar kendiliğinden kapandı.” diyenlere ben senin bilgisayarını dikizledim diyemiyorsun haliyle. O parayı bir şekilde alman lazım. Çünkü 10 kuruş bile eksik çıksa yevmiyenden kesiyorlar. Şöyle bir durum da var. Eğer tahsil edilen tutar fazla çıkarsa muhasebe programında bir şey olmuyor.
Hayatımda ilk defa bir kadına “Sizi dükkana almamam söylendi patron tarafından.” demek zorunda kalmıştım. Evet, demek zorunda değildim o işi o anda bırakmam gerekirdi. Çünkü 5 lira borcu olsa ne, olmasa ne diye düşünecek durumda değildim. Kadını, çocuğunun yanında rencide edecek bir durumda bırakmaktan başka bir seçenek olmalıydı. Ama yapamadım boyun eğdim.
O insan müsveddesi patronların elinde oyuncak olduğumun ben de farkındaydım. Ve zamanın asgari ücreti 1000 liraya yakınken ben, 25 lira yevmiye ile çalışıyordum. Sigortayı sormayın tabii ki yoktu.
Ücretini ödemeden sıvışanlar ayrıydı zaten. Onlar yüzünden sigara içmeye çıkanlara bile şüpheli gözüyle bakıyordum. En nihayetinde bu iş beni çok yormuştu. Her kesimden insan bir şekilde uğruyordu. Facebook şifresini geri almak isteyen, e devlet şifresi almak isteyen, film-müzik isteyen, format attırmak isteyen vs. İnanın işi bıraktıktan sonra bir daha patronların yanında çalışırsam beni eşekler öpsün bile dedim. Yıllarca aylak aylak dolaştım ve çalışmadım. Bu sistemin en altlarını görmedim belki ama en boktanlarında bulundum. Bu internet cafeler de bunların başıdır.
2000’lerin türkiye’sindeki örneklerinde ekseriyetle sie liegt in meinen armen, sir speedy, don omar, sean paul gibi isimler, şarkılar boy gösterirdi. Her masa ismiyle ilgili bir bel altı kafiye uydurulur, masa isimlerine o kafiyelerle seslenilirdi.
“Himmet ağabey, ‘masa beş koyayım da yerleş’i yarım saat daha uzatır mısın?”
Popülerliğini bir türlü yitirmeyen mekandır. İnternetin çıkışı CD/VCD satışı üzerinden para kazanan sektörün internetin çıkışıyla beraber azalarak tükendiği;bilgisayar ve internetin yaygınlaşmasıyla biteceğini düşündüğüm tuzlu fiyatına rağmen hıncahınç dolu olduğu mekanlardır.
zamanında yüklü bir miktar para yatırdığım mekanlar arasında gelir. bir de evimizin tam karşısında olunca ayrı. ilk olarak mahallemizde açılan internet kafeye 9 yaşında falan gitmiştim sanırım. arkadaşımla 100.000 lira mı ne verip 10 dakikalık açtırmıştık. bilgisayarda olan oyunda midtown madness ve silahlı polis oyunuydu. biz iki kişilik oynandığı için polis oyunun seçmiş onu oynamıştık. daha sonraları ankaraya taşınmamızdan sonra uzun bir süre gidemedim. evimizde almanyadan dayımın getirdiği play station vardı, bu ihtiyacımı onunla karşılamıştım. bu yüzden en sevdiğim oyunlar arasında hâlâ resident evil gelir. tek orijinal oyun o olduğu için onu oynayabiliyordum. bir de içerisinde medi-evil, adı aklıma gelmedi ama koşan kirpinin olduğu bir oyun vardı. onları demo olarak oynayabiliyordum sadece. velhasıl kelam daha sonra yine memlekete taşındık. bu kez evimizin karşısına açılmıştı. okul çıkışlarında sürekli orada takılıyorduk. eve internet ve bilgisayar gelince o macera da sonlandı. güzel günlerdi. şimdilerde eskisi gibi yoğun bir şekil işliyor mu hiç bilmiyorum.