black metal tarihine büyük etkisi olan norveçli gruplar mayhem, burzum, darkthrone, immortal, emperor, enslaved ve satyricon grup elemanlarının bir kısmının içinde yer aldığı ve genel olarak norveç black metalinin kişisel çıkarlar ve varg vikerness gibi mandeburlar sebebiyle odak noktasını değiştirip önceden pasif bir müzik türüyken, proaktif, agresif ve düşmancıl bir türe nasıl evrildiğinin hikayesini oldukça başarılı bir şekilde anlatan 2008 yapımı belgesel. black metal ortamlarında bir nevi el kitabı değeri görmekte ve belgeselde anlatılanların aslında sadece norveç black metalini kapsadığı, dünya genelindeki black metale toz kondurulmaması gerektiğine dair sert tartışmaların temel argümanlarını oluşturmaya devam etmekte.
black metalin özellikle norveç için değerli hale geldiği '80'li yılların sonu ile '90'lı yılların başını anlatıyor. bu noktada, "abi ben black metali falan bilmem. anlattıklarını anlar mıyım acaba?" diye düşünenler olabilir. bunun cevabı, benim adıma, evettir çünkü zaten metalin binbir alt türü arasında bile ciddi boyutlarda fikir ayrılıkları bulunmakta iken, metalin gerçek anlamda kanla beslenen en asi çocuğu olan black metal hakkında birkaç bilgi edinmeden bu belgeselin izlenmesi bana göre mümkün değil. he, izlersiniz, "ne boktan adamlarmış bunlar" der, aslında belgeselden hiçbir bok anlamadan hayatlarınıza devam edersiniz. orası sizin bileceğiniz iş.
"black metale giriş 101" gibi bir açıklama yapmaya benim metal bilgim yetmez. ama özellikle norveç'in black metal kültürünün adeta cort diye '90'ların başında birçok grubun ortaya çıkmasıyla var olduğunu söyleyebilirim. mayhem'in bu gruplar arasındaki yeri, grup elemanlarının sosyal hayatları nedeniyle birçok noktada diğer norveçli gruplardan ayrılsa da, temel olarak burzum, immortal ve darkthrone'un aynı zamanlarda ortaya çıkıp müthiş black metal eserleri üreterek "heavy'ye de, glam'e de kafamız girsin"ci bakış açısıyla black metali black sabbath'ın açtığı yoldan fersahlarca ileriye götürdüğü de bir gerçektir. until the light takes us'ın da incelediği dönem, işte bu dönem. mayhem'in kurucularından olan, euronymous olarak bilinen oystein aarseth'in (Øystein aarseth), mayhem olarak verdikleri birkaç konser sonrasında adlarını ülke genelinde duyurabildiği, mayhem'in o dönemki solisti olan, dead olarak bilinen per yngve ohlin'in albüm hazırlığı zamanında grup elemanlarının konakladığı bir çeşit kır evinde kendini vurup öldürmesini, euronymous'un bu ölümü mayhem lehine müthiş bir pr ile kullandığını kısaca anlattıktan sonra, burzum'un tek kişilik dev kadrosu varg vikernes'in farklı(!) fikirlerini genişçe anlattığını izliyorsunuz. belgeselin büyük bir bölümü de, elbette, vikernes'in ünlü kilise yakma maceraları, yakalanması ve norveç'in -o dönemki- en ağır cezası olan 21 yıl hapis cezasına çarptırılmasına giden yolu inceliyor. bunların hepsini anlatırken, başrole ne mayhem'i ne de burzum'u koyuyor. fenriz olarak bilinen, darkthrone'un 2 elemanından biri olan gylve nagell'i koyuyor. belgesel boyunca sanki fenriz'in hayatını izliyormuşsunuz gibi bir izlenim vermek istiyor. belgeselin yönetmenleri olan aaron aites ve audrey ewell, sanırım hem euronymous'un hem de vikernes'in oldukça kötü şöhretleri üzerinden bir pr işine girmek istememiş ve doğrudan hedef saptırarak söz konusu dönemdeki çarpıcı olayları farklı bir bakış açısıyla ortaya koymak istemişler. bunu da büyük oranda başardıklarını düşünüyorum.
fenriz black metal camiasında her zaman "işinde gücünde metalci" etiketine sahip nadir müzisyenlerden biri olmuştur. euronymous'a adadığı darkthrone albümü a blaze in the northern sky'ın hem döneminin hem de şimdinin en iyi black metal albümlerinden biri olabilmesi, sadece davul çalarak başladığı müzikal kariyerini "her şeyi yapabilen bir müzisyen"e kadar genişletebilmiş olması ve potansiyelini yakalayamama baskısını elinin tersiyle itip o potansiyel çıtayı kucaklayabilmesi belgeselin norveç black metalinin derinlerine dalmadığında değindiği detaylardan. belgeseli ilk izlediğimde, enslaved ve darkthrone krizine girmiştim. geçen ay bilmem kaçıncı kere izledim ve gene aynı krize girdim. belgeselin önemli ayrıntılarından biri de şu: çekimler bittikten sonra fenriz belgeseli izlememiş. şimdiye kadar da izlediğini sanmıyorum. belgeselin başrolü kendisinde olmasına rağmen, sanki berbat bir iş ortaya konmuş gibi davranmasında belgesel yapımcılarına koyduğu tavrın etkili olduğunu düşünüyorum. birkaç sahnede fenriz'in gündelik hayatındaki ayrıntıları izliyorsunuz uzunca bir süre (bara gidip sevgilisiyle öpüşüp koklaşması falan da var). ham hali 4 saate yakın olduğu söylenen bir belgeselin son halinden bunların çıkartılmamış olmasına sinirlenmiş olabileceğini düşünüyorum.
aslında belgeselin temel olarak öne çıktığı ve dikkat çekmek istediği nokta, vikernes ve onun fikirleri. kilise yakma nedeni olarak bütün norveç basınının (ve tabii ki genel olarak dünya basınının) olayı satanizme bağlamasının yanlış olduğunu, norveç kültürünü mahvedenin hristiyanlık olduğunu, mitlerin gerçek olduğunu ve şimdi o mitlerin olması gerektiği yerde aslında hristiyan unsurların oturmasından rahatsızlık duyduğunu tane tane alnatmış. vikernes'in yazılı röportajlarını ergenliğimde okumuş olmasaydım, kendisinden kolaylıkla etkilenebilirdim bu belgesel sayesinde. müthiş bir etkileme ve manipülasyon gücü olduğunu hep düşünmüşümdür. karşınıza geçip 15 dakika sizinle konuşsa ve gayet açık fikirli olmaya kendinizi zorlarsanız inanabileceğiniz şeylerden bahsetse (odin'in çocukları mevzusu gibi), belki de kilise yakmaktan öte, toplu katliama kalkışmayı düşünebilecek bir duygu yoğunluğuna erişebilirsiniz. belgeselin bir bölümünde vikernes'in uzunca bir monologu mevcut. sonunda gülümsediği ve insan katletmenin gerekli bir şey olduğunu iliklerinize kadar işlediği cümleleri gerçekten etkili ama sadece aklını kullanmayı bilmeyen insanları etkileyebilecek düzeyde. zamanında manson'ın cinayetlerine sevindiğini söylemiş, black metal için yeri kolay kolay doldurulamayacağı gibi, söz yazarlığı konusunda da aşmış bir müzisyenin iç dünyası hakkında derinlemesine bilgilenebilirsiniz.
belgesel genel olarak böyle. belgeseli edinmeniz biraz zor olabilir. malum yollardan edinmeye çalışmayı deneyebilirsiniz ama biraz sabırlı olmanızı öneririm. birçok metalci için black metalin doğduğu yer olarak bilinen norveç'in hristiyan kültürü ile genç delikanlılarının kendilerini göstermeye çalıştıkları black metali arasındaki fikir çatışmasının ne boyutta olabileceğini merak ediyorsanız, izlemenizi öneririm.
tamamen aynı konuları ele alan ama bir belgeselden ziyade bir ticari film haline dönüştürülmüş (bkz: lords of chaos)'u da izleyebilirsiniz.
edit: belgeselin ne kadar sert olduğuna dair bir fikriniz olması açısından, bir sahne paylaşayım: black metalle alakalı oslo'daki bir sergideki tablolardan biri .