Sessiz kahramanım. İlçeye her gittiğimizde kırtasiye alışverişimizi yaptıktan sonra kulübeden bozma bir yerde bana ekmek arası köfte yedirirdi. Tadı o kadar lezzetliydi ki üzerinden seneler geçmiş olsa bile tadı hala damağımda. Bir keresinde okulun bahçesinde barfiks demirinde beni sallarken yere düşürmüştü kıçım çok fena acımıştı ben ağlarken o kahkaha atıyordu. Şehirden döndüğünde arabanın bagajını açıp bana boncuklu tabancayı hediye ettiği an hala gözümün önünde. Bisiklet sürmeyi öğrenirken yere her düştüğümde kaldıran oydu, yere düşmediğim ilk an arkamdan kahkaha atarak başarımı kutlayan da oydu.
Üniversite sınavına hazırlanırken dershaneden ayrılma kararıma karşı çıkmayan tek insanın o olacağını asla tahmin edemezdim. Ne zaman kitap, kıyafet veya yemek için para istesem ikinci defa söyletmeyen bir insandı. Yurt dışında staja gideceğim dediğim an tüm parasını vermeye bile hazırdı. Ekonomik özgürlüğümü kazanmam için elinden gelen her şeyi yaptı.
Sevgisini hiç göstermezdi. Bir kere bile seni seviyorum oğlum dediğini hatırlamıyorum. Çok sessiz bir insandı, anneme bile bağırdığını hatırlamıyorum. Sessiz olmasının yanında asla aşırı tepkiler vermeyen birisiydi. Muhteşem sabırlı bir insandı. Her zaman realist çözümleriyle sorunların üstesinden gelebiliyordu. Ne zaman hasta olsam doktor doktor gezdiren insandı. Hastanenin soğuk yatağında yatarken yanımda sevgilim dediğim insan yokken elinde montumu tutarak bekleyen oydu.
Aramızdaki iletişim hiçbir zaman aşırı samimi olamadı ama sanki ne zaman ihtiyacım olsa ulaşabileceğim bir dost gibiydi. Şu an elimde çok güzel bir hayat varsa senin sayende baba. Sabrı ve sakinliği öğrettiğin için teşekkür ederim. Bana her zaman bir evlat gibi davrandığın için teşekkür ederim. Fikirlerime saygı gösterdiğin için teşekkür ederim. Ne zaman arkamı dönsem orada olduğun için teşekkür ederim.
Hayatta çok sevdiğim tüm dostlarım zamanla kayboldu gitti. sevdiğim herkes bir bir yok oldu. Sen kaybolma, hep yaşa baba.
Yaş aldıkça daha dışa dönük, neşeli, bizimle muhabbet etmeyi seven biri oldu. Yemekleri leziz, annemden iyi yapıyor bile diyebilirim.
Çocukluğumda çok konuşmasak da anlardım bakışından, susuşundan.. doğalı 40 yılı geçti ve bana beni sevdiğini söyledi. Çocukken hep başarılı bir öğrenci olmama rağmen neden 100 olmadı notun derdi. Şimdilerde yaptığım en basit şeyler, rutinlerim, iki dakikada internetten hallettiklerimle aferin alıyorum, takdirini duyuyorum. Tüm gençliğim ve çocukluğum şunları duymak için inanılmaz çabalarla geçti. Artık gözlerinin görüşü daha kötü olsa da gönlü çevredeki pek çok şeyi daha güzel görmeye niyetli gibi..
Canım babam.. yapabildiği kadar bu.. bu haliyle, benim babam olarak can babam.. çocukluğumdaki gibi elimden tutuyor hala.. hiç bırakmasın..
kendi genlerinin devamını sağlamak çin çocuk yaptığından bihaber olan versiyonu, hayatınızın sonuna kadar sırtınızda bir kambur, ayak başparmağınızda büyük bir nasır ve tabii ki kalbinizin önünde duran koskocaman bir yağ tabakası olarak size gölge eden aile ferdi.
ne her baba aynı ne de çocuk sahibi olmak isteyen her erkek vicdanlı, merhametli ve empati yeteneğine sahip olabiliyor. hele ki, türkiye gibi bir orta doğu ülkesinde, kadınların hemen hemen tamamen yok sayıldığı, erkeklerin de "aslanım, kaplanım, pipilim" denilerek koca yeleli birer aslan olarak büyütüldüğü göz önüne alındığında, evladının hep daha iyi olmasını düşünen baba sayısı çok az kalacaktır. pırlanta olarak gördüğün, ona layık olmak için çocukluğunda ve ergenliğinde türlü türlü taklalar attığın insan evladının ciğeri beş para etmez, sokakta aynı davranışları, aynı sözleri söyleyen bir yabancı olsa gidip ağzını burnunu kıracağın biri olduğu ne kadar erken anlaşılırsa, o kadar iyi. çünkü bir yerden sonra elinden de bir şey gelmeyecek, "zaten yaşlandı" falan diyerek her şeyi içine atacaksın. sonra "babasına kızan evlat önce babasını, sonra kendini vurdu" haberlerini neden okuyoruz? okursun tabii. sen baba kavramını "ata"ya çevirmiş ve putlaştırmışsın.
bu kadar sinirlenmeyeyim, sakince kısa bir açıklama yapıp bırakayım istiyordum ama olmayacak. beni özellikle annem yıllarca "o baban, o ne derse doğrudur. değiştiremeyiz ki" diyerek büyüttü. ben de baba denen aile ferdinin odin olduğunu, bütün bilgeliğin üzerinden gökkuşağı gibi aktığını düşünüyordum. yani bu "değiştiremeyiz ki" lafını artık başka bir yerde duyduğumda hemen bunu söyleyenin karşısına dikilip "çocuğa martaval okumayın" diyesim geliyor. çocuğun gözünde babayı öyle bir yere yerleştiriyor ki bizim toplum, babaya karşı gelmeyi bırak, tek bir alternatif şey söyleyemiyorsun. evi devlet olarak düşünürsek, baba ohal'deki rte oluyor: her yaptığı doğru, her söylediği kelime kanun, her kızdığında haklı, her öğüdü doğru, içine girdiği her ortamın piri. bende de var bu versiyondan. benimkinin deli gibi alkolü olsaydı ve zamanında evde şiddet uygulasaydı, ben de çoktan o 3. sayfa haberi olmuştum.
baba denilen aile ferdi bir put değildir. eleştirilemez, davranışları yargılanamaz, karşısında bir fikir savunulamaz, söylediği her söz doğru, ürettiği her fikir geçerli değildir. önce iyi insan olmak, ardından baba olmak gerek belki de; bilmiyorum. en azından, vicdanlı, merhametli ve empati yeteneğine sahip olmayanların baba olmamaları gerektiğini biliyorum.
çok küçük yaşta kaybetmiş annesini babam, babası da öyle çok ilgili değilmiş oğluyla. yani babam hem annesiz hem de "az" babayla büyümüş. o yüzden midir bilmem hiç kıyamam babama. bu dünyada en sevdiğim bir kaç insandan biri olmasının yanında çok da saygı duyarım. gördüğüm en dürüst, en adil, en paylaşımcı insanlardandır.
Ben şanslı bir çocuktum, "çok" babayla büyüttü babam beni, kendi babasızlığından olacak. Minnettarım.
Keşke yeniden elinden tuttuğun küçük kızın olabilsem baba, çocukluğumu çok özledim.
çok orijinal bir tanesine sahip olduğum aile bireyi.
öylesine konuşalım diye aradım babamı, biraz hoş beşten sonra "ee başka neler yapıyorsun?" diye sordum. "hiç işte, televizyonda astrolog konuşuyor, onu dinliyorum" dedi. hiç hoşlanmadığı işlerdir burç, fal vs, şaşırdım bayağı. "neden astrolog dinliyorsun baba?" diye sordum. "hep aynı kişiye sövmekten sıkıldım, biraz da buna söveyim dedim" diye cevapladı.
ben babamla hiç anlaşamam. kızarım, kızdırırım. o hep suskunluğu ile kızdırır aslında. "bak sana nasihat olsun..."la başlayan cümleler kurmaz. akıl vermez. bir şey yapar... akıl alırsın. anlatamadım da... şu anlarda şaşkınım. sebebi gecenin bu saatinde bana attığı bir mail... attığı mailde klişe bir hikaye var aslında. ama hissediyorlar sanırsam evlatlarının hislerini. şaşkınım. buraya yapıştırayım o klişe hikayeyi. sonuna da not düşmüş. o da bende kalsın.
*****
"Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.
Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden bir on lira veririm.”
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.
Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.” Mesele kuyumcuyu bulmaktadır.
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. İnşallah sizler de sizin değerinizi bilen bir eş, arkadaş ve çalışma ortamı bulabilirsiniz."
müteaddit defalar belirttiğim üzere, çok orijinal bir modeline sahip olduğum ebeveyn türüdür. babamın kız kardeşimle ve benimle ilgilenme tarzı da elbette kendi meşrebince oldu. kendi hobilerine bizi de katmaya çalıştı, minnoş mizaçlı kız kardeşim bu sıra dışı hobilere uyum sağlayamayınca da babamın bütün ilgisi "atıl kurt!" mizaçlı şahsımın kafasına kaldı :/
sonuç olarak, daha beş altı yaşında, yaşıtlarım barbi bebek süslerken, ben havalı tüfekle atış talimi yapıyordum :/ zaten o yaşta çocuğun eline başka silah verilmez herhalde. yani o da verilmezdi işte ama verdi babam, çünkü karadenizlilik. bayılırdım o tüfeğe, duruyor hala memlekette. dipçiği haki, safran sarı, kızıl renkliydi, alacalıydı böyle, nefisti. o yaşlarda en sevdiğim renk de hakiydi allah kahretmesin, battaniyemi, elbiselerimi falan götümü yırta yırta haki aldırdım/diktirdim senelerce, neden acaba diyordum, şu an yazarken dank etti kafama, ulan baba* :) neyse ben büyüdükçe silahlar da büyüdü, tüfekler tabancalar. kaç çeşidini gördüm cidden bilmem. 11-12 yaşıma geldiğimde ben ilgimi kaybettim silahlara, ılık götlü bir hümaniste dönüştüm, babam da zorlamadı. 20 yıldan fazladır elimi sürmedim silaha, kapandı gitti o defter. iyi bi kaza çıkmamış o yaşta elimden.
ha bir de aynı yaşlarda tavla oynamayı öğretmişti bana. adamın içinde kalmış erkek evladı olmaması resmen. okuma yazma öğrenmeden tavla oynamayı öğrendim bu sayede. beni dükkanın karşısındaki kahveye götürür, arkadaşlarıyla oynatırdı. cidden iyi oynardım ve yenebilirdim bütün işi sabahtan akşama kadar tavla oynamak olan adamları. satrançta aynı başarıyı göstersem dizimi çekerdiniz, tavlayı siklemeyin zaten. ben de kendi çapımda dehaydım olm. hey gidi.
bir gün kendisiyle derin konular hakkında sohbet ederken tam olarak şu cümleyi kurdu:
"istenc ben şu yaşıma geldim, hayatta ne varsa çözdüm, her şeyi anladım; ama bir tek şeyi anlayamadım: kadın çorabı. ya onu öyle ince ince nasıl dokuyorlar, çözemedim gitti. çok acayip icat ha. gülme be! ciddi bir şey konuşuyoruz şurda!"
hakikaten de ciddiydi. babam ya. kuantum mekaniğidir, varoluşun anlamıdır, hepsini anlamış çözmüş de işte, bir kadın çorabı kalmış geriye.
şu kafanın dna'ma kodlanmış kısımları neler acaba? yaşlandıkça çıkacak gibi geliyor. azıcık tırsıyorum.
Benimkisi hayvanın önde gidenidir şahsen. Her lafı kinayelidir, alaycıdır ama sen 2 şaka yapsan hemen bozulur yarım saat şaka olduğunu açıklamak zorunda kalırsın. Herkese agresif çıkışlar yapar, duymayıp lafını tekrarlatırsın ikincisinde bağırarak söyler hani beni neden 2 kere konuşturdun diye ama senden aynı şeyi 5 defa söylemeni istese sen aynısını yapsan ne var niye kızıyorsun sen çok değiştin der, asla haksız değildir özür dilemeyi bilmez, çivi çakmayı bilmez beceriksizdir. Bakkala ekmek almaya gitse eksik getirir. Hayvan sevmez, eve kedi alırsın 1 kere kafasını okşamaz. İnsan hiç sevmez, eve karısının akrabaları gelince homurdanmaya başlar, köşeye çeker ne zaman gidecekler der sıkıştırır. Hiç kimseyi beğenmez. Solcudur milletin solcuğunu beğenmez her solcuya oportünist der, davayı satmış hain der. Haksızsın o adam öyle değil açıklarsın tane tane sana eşek gibi güler, 1 tane insana iyiliği dokunmamıştır. Ne kimseye borç vermiştir ne birini evine almıştır ama utanmadan o kişinin evine gider başka bir zaman. Herkes sana arkasından kusura bakma ama baban, kocan ne sevimsiz bir adam ya nasıl aynı evde yaşayabiliyorsunuz? der ama ona bak arkandan böyle diyorlar diyince o insanları da eleştirmeye başlar onlar hatalı ben değilime getirir. 100 kişi haksız bu haklıdır. Gaslighting'de doktora yapmıştır, karısının harcadığı 50 liranın lafını yapar, nereye harcadın ne yaptın bana listesini çıkar der. Kadına sen beni kesin aldatıyorsun şekli olta atar tutarsa ayağı güya psikolojik oyun oynuyor üzerinde itiraf etmesini bekliyor ya da nasıl tepki verecek yüzünden okuyabilirim belki diyor. Her şeyi bilir bilmediğini tane tane anlatırsın haa en son benim dediğim gibiydi der. Babalıktan tek anladığını eve para getirmektir ama getirdiği paranın sana yedirdiği yemeğin 10 katını senden çıkarır. Taş toprak yeseydim bununla aynı evde yaşamasaydım dersin. Or*spu evladı demek istiyorum da babannemi yıllar sonra tanıdım çok tatlı bir kadın ulan adam annesiyle görüşmüyor kadının gidip elini öpmüyor en son 30 sene önce konuşmuş. Dedem de mert adammış bu kanını s.tiğim superman şekli bir pod içinde inmiş herhalde başka bir açıklaması yok.
Babası olmayan ah babam olsaydı der zira dışarıdan her şey güllük gülistanlıktır ya da baba vefat etmiştir rezil biridir bir kaç iyi anısına tutunmak ister gel gelelim Türkiye gibi namussuzlar cumhuriyetinde iyi insan yoktur. İyi insan yoksa iyi baba da olamaz zaten olabilir mi? Yani dışarı çıkıyorsun herkes birbirine kazık atmaya çalışıyor, birbirinin arkasından konuşuyor ama kapıdan içeri girildiğinde aslında bir portaldan geçiş yapıyoruz ve bambaşka bir dünyanın insanlarıyla mı yaşamaya başlıyoruz? Çürümüş bir toplumdan çıkacak baba da çürüktür. Kızının, karısının eteklerini parçalar bu adamlar. 10 babanın 8'i or.spu çocuğudur. Bunu bir erkek olarak söylüyorum seni kendi cehenneminin dehlizlerine hapsetmek ister. Tepki gösterirsin biz de baba babadır öyle denmez diye her şeyi hasır altı ederiz. Hasır altı ederiz çünkü bu ülkede 21.yy'da psikolojik şiddet hala şiddetin bir formu olarak görülmemektedir. Kadına evliliğinde dayan denir, kıza dayan o senin baban seni düşünüyor denir. Psikolojik şiddete bir güzel makyaj yapılır ve raflarda o seni öyle seviyor etiketiyle satılmaya başlanır. İnsan güçlüdür evlat acısına dayanır, kanseri yener, 8 kurşun yer 6 ay sonra hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir. İnsanın bu gücü gereksiz romantize edilmiştir. İnsan karikatürize edilmiştir hatta neredeyse marvel, dc süper kahramanına dönüştürülmüştür. Senin gücün bu sen +1 çileye de katlanabilirsin insanın beynine ince ince işlenmiştir. Yanındaki insana seni dünyaya getirdi ya da onunla birlikte belli bir süre vakit geçirmek zorunda kaldın diye anlamsız boyutlarda yükümlülük duymaya yeniden programlanmışsındır. Aslında hayat kim ızdıraba ne kadar dayanabiliyor turnuvası değil, içinde mutlu olman için her bir sn'i geçirme şansına sahip olduğunun ekosistemindir. Turnuvanın ödülü olur yağlı kazığı olmaz. Ne diyorduk bu ekosistem doğa, evrim tarafından sana bahşedilmiştir. Bir maymun nasıl ki daldan dala zıplamak, muz yiyip götünü kaşımak için yaşıyorsa sen de mutlu olmak için varsındır. Gözün vardır okumak istersin, film izlemek istersin üzerine yumruk yemek istemezsin. Kulağın Patsy Cline dinlemek için vardır, hakaret işitmek için değil. Yalanı yaşıyorsun.
az önce konuşurken "olur da sevdiğin kızı istediğimizde vermezlerse kaçır gel amına koyim. bak berkay sana da diyorum kaçırın gelin."
adam sayko yav. anarşik ruhlu babişkom.
(bkz: adamlıkta bugün )
idolum olan adam.
bugün ''20 senedir bi' kere adamlık yap da boşan annemden, bıktık senden.'' dediğim için çok özür dilerim. hiçbir şey demesen de o sessizliğinin altında yatanı biliyorum. biliyorum boktan biriyim. ve yine biliyorum bizi seviyorsun. özellikle de beni. 21 senedir hiç sarılmadın bana. hiç oğlum diyip öpmedin de. biliyorum mizacın böyle. hayır baba, hayır! kızmıyorum sana. kalbini kırdığım özür dilerim. yüzünü söyleyemediğim için buraya yazıyorum. bu arada, keşke anneme vurmasaydın baba. bende sana vurmak, bıçak çekmek zorunda kalmazdım. 16-17 yaşında çocuk tutsan atsan savrurdun zaten değil mi baba? bilerek karşılık vermedin. biliyordun hatanı. o xanax bitirdi baba. farkında değilsin ama eriyorsun günden güne. elimden bi' bok gelmiyor. şunları bile yüzüne söyleyemiyorum. söylesem de bi' şey demezdin gerçi. ben bizi çok özledim. sen, annem, berkay. keşke eskisi gibi az kırsak birbirimizi. sanki eskiden daha iyiydik. yada bana öyle geliyor. benle gurur duyduğunu biliyorum. özür dilerim. umarım affedersin beni. t:her insanın kahramanı olan şahıs.
annenizin sizi dünyaya getirmesini sağlayan spermlerin sahibi insandır.
biyolojik yönü hariç, olunması zaman alan bir kişiliktir aslında. annelik doğuştan kadına verilmiş bir içgüdüdür ancak babalık öğrenilen bir şeydir sanki. hayatımdaki erkeklerin, dostlarımın, abimin, eşimin baba olmalarıyla kafamda iyice netleşen bir şey oldu bu. erkekler baba olmayı öğreniyor yavaşça, zira ilk etapta gerçekten hiçbir fikirleri olmuyor.
şu klişe, gözüne far gelen tavşan misali takılıyorlar ilk aylar.. her neyse sevgili dostlar, babamla ilgili bir anımla uzuyorum;
telefonun; salonun ortasında, dantelli örtülerin üzerinde durduğu dönemler. evde telefonun çalması bazen aynı anda tüm ahalinin koşturmasıyla neticeleniyor, zira evdeki en önemli aygıt. son derece dinamik yani. ama işte bizim gibi flört işlerine yeni başlamış ergenler için de bir sınav. herkesin ortasında sevgiliyle flörtleşmenin çılgın heyecanı...
işte neyse telefon çalar, babam açar:
-alo.
-iyi akşamlar, la campanella'yla görüşebilir miyim?
-kim arıyor?
-ben volkan.
-kimsin yavrum sen?
-sınıf arkadaşıyım.
-hangi sınıf çocuuum, okuldan mı, kurstan mı?
-hayırdır anket mi yapıyoruz?
dişiyi dölleyen, çocuğun olmasını sağlayan erkek birey. eril olan.
bu da kendisine ufak bir seslenişimdir. içimde yarasın be adam. bana bunca eziyet etsen de hayatımdaki yegane amaç bana gururla ve gülümseyerek bakmandır. umarım ölümünü görmem. sen beni göm, vallahi sesimi çıkartmam.
sana bir şey olsa önce ben koşarım. kimse bilmez senin için içimden ne güzel şeyler geçiriyorum. geçirdiğin kötü çocukluğu ve sülalenden kimseyle aranın iyi olmamasını da işin içine katınca, hayatta annemden başka kimsenin olmadığını görüyorum. aslında biz de varız ama. hiç kollarını açmadın ki çocuklarına bir omuz verelim sana. aslında bir denesen benimle muhabbet etmeyi, içimden yaştaşın çıkacak haberin yok. seni üzecek insanın amına koyarım be baba. bize çok zarar verdin yalan yok. ama bile isteye yapmadığını biliyorum. eğer bu kuracağımız iş tutarsa, sana söz veriyorum. kendime araba almadan sana istediğin arabayı getirip vereceğim. ahtımdır baba. neye ihtiyacın olursa ben orada olacağım. ama yine de içimde bazı burukluklar var. keşke azıcık sevseydin beni. vallahi zoruma gitmezdi. bu ketum, sert, umursamaz görüntümün altında sana hasret bir çocuk var. onca dövdün, vurdun, kırdın. ya hu bacağım kırıldığı için bacağım kırık kırık dayak yedim be, niye kırıyon bacağını diye dövdün. senin canın sağolsun, babamsın neticede. evlat anasına, babasına düşman olmaz. gel yine döv. vallahi sesimi çıkarmam. ama insanın yanında kimse yokken en azından ailesinden bir el olsun istemiyor değil biliyor musun. geçen gün rüyamda seni gördüm. sana baktım ve şunu söyledim. "baba beni neden sevmedin". ben sana, senin istediğin gibi bir evlat olamanın pişmanlığını yaşayacağım ömür boyu. ancak sen, babalığını hissettiremediğin bir oğulun satırlarında yaşayacaksın o hissi.
ellerin keşke bir kez olsun vurmak için değil de, sarılmak için değseydi. ama önemli değil. hayat işte. her şey oldukça zorlu. arkadaş, sevgili, aile, iş. hepsinden geliyor bir şeyler. mesele mızmızlanmakta değil. çözüm üretmekte.
ben bu çözümü ürettim. bir gün yaptığın tüm güzelliklerin karşılığını vereceğim. seni sadece güzel hatırlayacağım. ve aslında sana verebileceğim en güzel hediyeyi vereceğim bir gün. vefat ettiğinde beni ağlatacaksın bir köşede biliyorum. gizli gizli bir sigara içip kimse görmeden sessiz sessiz dökülecek. neden diye soracağım sana.
sen istediğin gibi cevap verebilirsin o zaman baba. istediğin gibi.
hem anneme de, kardeşlerime de istediklerini vereceğim ben o zaman. umarım o zamanı hiç görmem, ki bu dileğimin ne demek olduğunu ikimiz de biliyoruz. ama hani diyorum ya, belki görürüm. gözün arkada kalmasın. şu aralar bir hayalin peşinde olsam da, ihtiyaç olduğunda hamallık yapar, harç karar. hiçbirini ele muhtaç etmem.
torununu da görmeni isterim biliyor musun? ama önce, benim bu tutumuma ve hayat gayeme uygun bir eş bulmam lazım. biz düsturlu insanlarız biliyorsun. bize sen öğrettin nerede nasıl davranmamız gerektiğini.
ama çok isterim, kızımı sevmeni. tutup parka götürmeni mesela. bize yapmadığın her şeyi kızıma yapmanı isterim. o kadar mutlu olurum ki kalbim sızlar. bilirsin, ben zalim adamım. bir karar verirsem onu gerçekleştirmenin bir yolunu bulurum baba.
senle ben şimdi dargınız. 1 yıl oldu neredeyse aynı sofraya oturmadık. bunu sana olan öfkemden yapmıyorum bilmeni isterim. benimle artık daha fazla tartışmaman için yapıyorum. seni sevdiğim için seninle konuşmuyorum. böyle bir sevgi bu.
tüm insanları sırf insan oldukları için koskocaman seven ben, babasını nasıl daha az sevebilirdi ki.
ben bu dünyaya sevmeye gelmişim baba. biliyorum sen de benim gibisin. sadece tabularını yıkacak kadar cesur değilsin. halbuki ben biliyorum. kim istemez ki evladına sarılmak. ah bir yaklaşsan da yorulmuş bedenini kollarımda hissetsem. bana yaslansan da biraz da ben dursam arkanda.
neyse.
umarım her şey iyi olur. ve hiç söylemesem de yüzüne buradan söyleyeceğim.
kendisiyle empati yapmaya başladığınızda yumuşadığınızı, 15 yıl önceki fikirlerinizin durdukları yerde küflenmeye başlayıp değiştiğini, aynada size bakan açılan alnınızın kendisinin kopyası olma yolunda müthiş bir mesafe kat ettiğini görebiliyorsunuz. buna karşın, eski hatalardan ders almayı henüz 20'li yaşlara bile varmadan kendi kendinize öğrenmiş olduğunuzu hatırlıyor, aradan geçen onlarca yılın karakterinizi toplumsal baskı yoluyla değiştirdiğini anlıyor, annenizi düşünüyor, sevdiklerinizi bir kenara ayırdığınız bütün ölmüş atalarınıza soy sop dinlemeden küfrediyorsunuz.
öz güveniniz, artık, uçlarına bakmaktan yorulduğunuz ayak parmaklarınızın dibinde, hareketsiz yatıyor. olgunlaşmanın bu olmaması gerektiğini, eski, sabit, doğruluğuna körü körüne inandığınız, hayat gayesi olarak bellediğiniz, sizi siz yaptığından ruhunuz kadar emin olduğunuz fikirlerinizdeki çatlaklardan, geçmiş on yıllarınız akıyor, fikirlerinizi de paramparça ederek. aydınlanıp aydınlanmadığınızı sorguluyorsunuz. "bu bir çeşit aydınlanma ise, bunca yıl tecrübe ettiğimi sandığım olgunluk bu kadar mı kırılgandı?" diye soruyorsunuz.
hiçbir şey cevap vermiyor size; ne geçmiş hatalarınız ne binlerle ifade edilen sayılarla ölçülebilen sigaralar ne içine kaçtığı oyuğundan size pis pis el sallayan gözlerinizdeki fer ne yakın dostunuz, hayattaki tek kurtarıcınız olduğuna inandığınız sağduyunuz ne de uzun süredir bakmakta olduğunuz ayak parmaklarınız. derin sessizliklerden anlamlar üretmek isteyen beyniniz çalışmaya başlıyor, umutsuzluğunuzu ve nelerin döndüğünden habersizce mışıl mışıl uyuyan iyi niyetinizi yokluyorsunuz. yerlerindeler ama sessizliği yontmaya başlayan beyninizi durdurmak için ateşlenmiş işaret fişeği olan melankoliye karşılık vermiyorlar. "bu sessizlik, kendimle hesaplaştığım onca yılın sonunda halâ değişmemiş. ben değişmişim, çevrem değişmiş, dünya bile değişmiş; bu halâ aynı. demek ki gittiğim yol yanlış". iyi niyetiniz ağlayarak uyanıyor, umutsuzluğunuz hıçkırıyor, melankoli depresyon hırkanızı sırtınıza geçirmek için yaklaşıyor. gözlerinizi kapatıyorsunuz. "ben o'na dönüşmemek için bu sorgulamaları yaparken, o beni yıllar sonra değiştireceğini zaten biliyormuş. ne yaparsam yapayım, hiçbir yere kaçamıyorum".
kararların etkisi, fikirlerin köklerinin sertliği, kimsesiz hislerin sahipsizliği, karakterin derin çatlakları ve değişmeyen gen yapısı sizi her geçen gün o'na biraz daha yaklaştıracak. istediğiniz kadar kaçın; bütün yolların sonu gene o'nda birleşecek; binlerce akarsuyun boşaldığı bir okyanusun ortasında yapayalnız, çaresiz ve fikirsiz kalacaksınız. teslim olmamak da bir yol, evet ama okyanusa dökülmeyen hiçbir akarsu kolu yok önünüzde, görebildiğiniz kadarıyla. görmediklerinizi aramak için vaktiniz az, enerjiniz bitmek üzere. son çare olarak, gene ayak parmaklarınıza bakıyorsunuz.
ailede en sevilmeyendir genellikle. çünkü çok kızarlar, her boka karışırlar. hep ders çalış derler, hep nasihat ederler, hiç beğenmezler, hep daha iyisini isterler, hep daha iyi bir örnekle kıyaslarlar (falanın oğlu odtü'yü kazanmış), hep kısıtlarlar (çok harcama, gece geç gelme, onunla arkadaşlık etme...), hiç aferin demezler...
genel eğilim böyle de olsa da bütün bu davranışların altında evladının hep daha iyi olmasını isteme dürtüsü olduğunu unutmamak gerekir. bu dürtüyü dışarıya yansıtma şekilleri babadan babaya değişse de genel amacın bu olduğunu unutmamak lazım.
Her baba çocuğunu ahlaklı ve olaylara karşı doğru bir eleştirel bakış açısı kazanan bir birey olarak yetiştirmek zorundadır.Çocuk hem kendisini hem de çevresini doğru bir şekilde anlamlayabilmeli özgünlüğünü koruyabilmelidir.Buradan baba olanlara seslenmek istiyorum.Lütfen çocuğunuza oyuncak ,giysi,para vb.şeyler aldığınızda ben babalık vazifesini yapıyorum daha ne yapayım demeyin.Çocuk oyuncaktan önce sevgi bekler şefkat bekler.Eğer sevgi ,şefkat ,güven vermezseniz güven duyulmayan bireyler olursunuz.Sonrasında dile plesenk olan şu sözü duyarız: Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin.
türkçe konuşan katoliklerin rahiplere seslenirken neredeyse hiç kullanmadığı bir kelime.
farsça "peder" nedense daha çok kullanılıyor. sanırım katolik ayin metninin tanzimat fermanı döneminden kalması ve papa xxiii. ioannes'in de istanbul yıllarında "peder daha doğru demek ki..." deyip peder kelimesini seçmesinden ötürü olsa gerek.
ortodokslarla ilgili çok fikrim yok. belki ortodokslar da peder kelimesini kullanıyordur.
beni hayatımda en çok düşündüren sıfatlardan biri, annenin şaşaalı kraliçeliğinin, tanrısal durumunun yanında sönük kalmış kişi.
çünkü;
o evladını 9 ay 10 gün karnında taşımamış, emzirmemiş, gece gündüz peşinde koşmamış. ilk annesini görmüş insan, onu koklamış, onu tatmış. baba aile reisi, bir figür, gaz pedalının yanında bir fren.
anneler atfedilen gün ve gecelerin yanında, zoraki, icat edilen günlere sıkıştırılmış baba.
kiminin elin çekiç tutmuş, kiminin eli kalem, belki mürekkep yalamış yıllarca, vilayet vilayet gezmiş. eve gelmemiş, gelse de yorgun gelmiş, ilgilenmemiş belki de sevmemiş. sevmemiş değil de sevememiş. ağlamak istemiş ağlayamamış, annesini kaybettiğinde bile ağlayamamış mesela , güçlü olmak onlara farz yazılmış.
kadının çalışmadığı ve tüm geçim yükünü –ki geçim sadece para kazanmak değil, sana devredileni korumak- taşıyan, hele ki böyle toplumsal normlar ile baskılanan erkek için, hele baba ise oldukça zor olsa lazım. hasan hüseyin korkmazgil ne güzel demiş şiirinde.
"babaların ağlaması işte o
babaların ağlaması öyle zor”
yine de o babalar, hayatımızın her anında yanımızda yöremizde olur, görünmez bir eldir önümüzde arkamızda sağımızda solumuzda. ama demez işte ” senin için saçımı süpürge ettim”, belki teşekkür de beklemez. yemek yapmaz belki ama mutfak tütsün diye çabalar. çok şey yapar, ama az söylerler.
anneden yersin dayağı mesela ağzına ağzına, zoruna gitmez, baba ters baksa zor gelir insana. belki çirkin, belki beceriksizsindir ama , anne seni biriciksin gibi sever, oysa baba öyle mi?
ağlarsın sarılmaz, düşersin kaldırmaz belki, acı şeyler de söyler, ama gözü hep üzerindedir hiç çaktırmadan, eğer düşüşün burnunun üstüne ise sırtını bulursun düştüğün yerde.
bir bağ bağışlasa, bir salkım üzüm karşılık bulmaz belki.
hem sevildi mi şu ülkede eski adamlar, ki sevmeyi bilsindi.
aslında bu sevgilerimiz de, bencilce ve egoistçe. acaba bize bakmasa, ilgilenmese, duymak istediklerimizi söylemese, belki yıllar sonra görsek yine sever miydik sevdiklerimizi?
bu ülkede kadın olmak, anne olmak, ne kadar zor ise, adam olmak, baba olmak ta o kadar zordur. neden biliyor musun? insan olmak zordur azizim. insan gibi insan.
insanlıktan nasip almamış, tüm kadın/erkek, anne/babaların iş bu entryde yeri yoktur.