az önce konuşurken "olur da sevdiğin kızı istediğimizde vermezlerse kaçır gel amına koyim. bak berkay sana da diyorum kaçırın gelin."
adam sayko yav. anarşik ruhlu babişkom.
(bkz: adamlıkta bugün )
idolum olan adam.
bugün ''20 senedir bi' kere adamlık yap da boşan annemden, bıktık senden.'' dediğim için çok özür dilerim. hiçbir şey demesen de o sessizliğinin altında yatanı biliyorum. biliyorum boktan biriyim. ve yine biliyorum bizi seviyorsun. özellikle de beni. 21 senedir hiç sarılmadın bana. hiç oğlum diyip öpmedin de. biliyorum mizacın böyle. hayır baba, hayır! kızmıyorum sana. kalbini kırdığım özür dilerim. yüzünü söyleyemediğim için buraya yazıyorum. bu arada, keşke anneme vurmasaydın baba. bende sana vurmak, bıçak çekmek zorunda kalmazdım. 16-17 yaşında çocuk tutsan atsan savrurdun zaten değil mi baba? bilerek karşılık vermedin. biliyordun hatanı. o xanax bitirdi baba. farkında değilsin ama eriyorsun günden güne. elimden bi' bok gelmiyor. şunları bile yüzüne söyleyemiyorum. söylesem de bi' şey demezdin gerçi. ben bizi çok özledim. sen, annem, berkay. keşke eskisi gibi az kırsak birbirimizi. sanki eskiden daha iyiydik. yada bana öyle geliyor. benle gurur duyduğunu biliyorum. özür dilerim. umarım affedersin beni. t:her insanın kahramanı olan şahıs.
ailede en sevilmeyendir genellikle. çünkü çok kızarlar, her boka karışırlar. hep ders çalış derler, hep nasihat ederler, hiç beğenmezler, hep daha iyisini isterler, hep daha iyi bir örnekle kıyaslarlar (falanın oğlu odtü'yü kazanmış), hep kısıtlarlar (çok harcama, gece geç gelme, onunla arkadaşlık etme...), hiç aferin demezler...
genel eğilim böyle de olsa da bütün bu davranışların altında evladının hep daha iyi olmasını isteme dürtüsü olduğunu unutmamak gerekir. bu dürtüyü dışarıya yansıtma şekilleri babadan babaya değişse de genel amacın bu olduğunu unutmamak lazım.
kendi genlerinin devamını sağlamak çin çocuk yaptığından bihaber olan versiyonu, hayatınızın sonuna kadar sırtınızda bir kambur, ayak başparmağınızda büyük bir nasır ve tabii ki kalbinizin önünde duran koskocaman bir yağ tabakası olarak size gölge eden aile ferdi.
ne her baba aynı ne de çocuk sahibi olmak isteyen her erkek vicdanlı, merhametli ve empati yeteneğine sahip olabiliyor. hele ki, türkiye gibi bir orta doğu ülkesinde, kadınların hemen hemen tamamen yok sayıldığı, erkeklerin de "aslanım, kaplanım, pipilim" denilerek koca yeleli birer aslan olarak büyütüldüğü göz önüne alındığında, evladının hep daha iyi olmasını düşünen baba sayısı çok az kalacaktır. pırlanta olarak gördüğün, ona layık olmak için çocukluğunda ve ergenliğinde türlü türlü taklalar attığın insan evladının ciğeri beş para etmez, sokakta aynı davranışları, aynı sözleri söyleyen bir yabancı olsa gidip ağzını burnunu kıracağın biri olduğu ne kadar erken anlaşılırsa, o kadar iyi. çünkü bir yerden sonra elinden de bir şey gelmeyecek, "zaten yaşlandı" falan diyerek her şeyi içine atacaksın. sonra "babasına kızan evlat önce babasını, sonra kendini vurdu" haberlerini neden okuyoruz? okursun tabii. sen baba kavramını "ata"ya çevirmiş ve putlaştırmışsın.
bu kadar sinirlenmeyeyim, sakince kısa bir açıklama yapıp bırakayım istiyordum ama olmayacak. beni özellikle annem yıllarca "o baban, o ne derse doğrudur. değiştiremeyiz ki" diyerek büyüttü. ben de baba denen aile ferdinin odin olduğunu, bütün bilgeliğin üzerinden gökkuşağı gibi aktığını düşünüyordum. yani bu "değiştiremeyiz ki" lafını artık başka bir yerde duyduğumda hemen bunu söyleyenin karşısına dikilip "çocuğa martaval okumayın" diyesim geliyor. çocuğun gözünde babayı öyle bir yere yerleştiriyor ki bizim toplum, babaya karşı gelmeyi bırak, tek bir alternatif şey söyleyemiyorsun. evi devlet olarak düşünürsek, baba ohal'deki rte oluyor: her yaptığı doğru, her söylediği kelime kanun, her kızdığında haklı, her öğüdü doğru, içine girdiği her ortamın piri. bende de var bu versiyondan. benimkinin deli gibi alkolü olsaydı ve zamanında evde şiddet uygulasaydı, ben de çoktan o 3. sayfa haberi olmuştum.
baba denilen aile ferdi bir put değildir. eleştirilemez, davranışları yargılanamaz, karşısında bir fikir savunulamaz, söylediği her söz doğru, ürettiği her fikir geçerli değildir. önce iyi insan olmak, ardından baba olmak gerek belki de; bilmiyorum. en azından, vicdanlı, merhametli ve empati yeteneğine sahip olmayanların baba olmamaları gerektiğini biliyorum.
ben babamla hiç anlaşamam. kızarım, kızdırırım. o hep suskunluğu ile kızdırır aslında. "bak sana nasihat olsun..."la başlayan cümleler kurmaz. akıl vermez. bir şey yapar... akıl alırsın. anlatamadım da... şu anlarda şaşkınım. sebebi gecenin bu saatinde bana attığı bir mail... attığı mailde klişe bir hikaye var aslında. ama hissediyorlar sanırsam evlatlarının hislerini. şaşkınım. buraya yapıştırayım o klişe hikayeyi. sonuna da not düşmüş. o da bende kalsın.
*****
"Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.
Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden bir on lira veririm.”
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.
Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.” Mesele kuyumcuyu bulmaktadır.
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. İnşallah sizler de sizin değerinizi bilen bir eş, arkadaş ve çalışma ortamı bulabilirsiniz."
Her baba çocuğunu ahlaklı ve olaylara karşı doğru bir eleştirel bakış açısı kazanan bir birey olarak yetiştirmek zorundadır.Çocuk hem kendisini hem de çevresini doğru bir şekilde anlamlayabilmeli özgünlüğünü koruyabilmelidir.Buradan baba olanlara seslenmek istiyorum.Lütfen çocuğunuza oyuncak ,giysi,para vb.şeyler aldığınızda ben babalık vazifesini yapıyorum daha ne yapayım demeyin.Çocuk oyuncaktan önce sevgi bekler şefkat bekler.Eğer sevgi ,şefkat ,güven vermezseniz güven duyulmayan bireyler olursunuz.Sonrasında dile plesenk olan şu sözü duyarız: Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin.
18 yıl 9 ay 22 gün önce tarafımca toprağa verilen muhterem şahıs. ( merak etmeyin tahmininizden büyüğüm). şu acımasız, zalim ve gaddar dünyadaki en büyük kalkan. şimdi ben de çocuğum için kalkanlık yapıyorum. dünyanın daha zalim ve gaddar olduğunu öğrenip, onunla birlikte daha da büyüyorum.
arkadaş, dost, sırdaş, baba.. doğrusu benim için bir insanı hangi hislerle yakın hissediyor eşliğinde ona herhangi bir sıfat veriliyorsa, hepsiydi, hepsinin hakkını verendir. ne kadar yazarsam yazayım, hiçbir zaman yeterli kadar yazdığımı düşünmeyeceğim gibi hissediyorum uzun zamandır. dad.. i miss our talks
Erkek olarak soyluyorum eve para getirmekten başka bir sike yaramayan, kendini evin diğer aile bireylerinin efendisi olarak gören, psikolojik şiddetin en alasını uygulayan vasat, iki yüzlü, biridir. Babanızdan iyi baba olun çünkü evladıniz sizden tiksinecek.
Sessiz kahramanım. İlçeye her gittiğimizde kırtasiye alışverişimizi yaptıktan sonra kulübeden bozma bir yerde bana ekmek arası köfte yedirirdi. Tadı o kadar lezzetliydi ki üzerinden seneler geçmiş olsa bile tadı hala damağımda. Bir keresinde okulun bahçesinde barfiks demirinde beni sallarken yere düşürmüştü kıçım çok fena acımıştı ben ağlarken o kahkaha atıyordu. Şehirden döndüğünde arabanın bagajını açıp bana boncuklu tabancayı hediye ettiği an hala gözümün önünde. Bisiklet sürmeyi öğrenirken yere her düştüğümde kaldıran oydu, yere düşmediğim ilk an arkamdan kahkaha atarak başarımı kutlayan da oydu.
Üniversite sınavına hazırlanırken dershaneden ayrılma kararıma karşı çıkmayan tek insanın o olacağını asla tahmin edemezdim. Ne zaman kitap, kıyafet veya yemek için para istesem ikinci defa söyletmeyen bir insandı. Yurt dışında staja gideceğim dediğim an tüm parasını vermeye bile hazırdı. Ekonomik özgürlüğümü kazanmam için elinden gelen her şeyi yaptı.
Sevgisini hiç göstermezdi. Bir kere bile seni seviyorum oğlum dediğini hatırlamıyorum. Çok sessiz bir insandı, anneme bile bağırdığını hatırlamıyorum. Sessiz olmasının yanında asla aşırı tepkiler vermeyen birisiydi. Muhteşem sabırlı bir insandı. Her zaman realist çözümleriyle sorunların üstesinden gelebiliyordu. Ne zaman hasta olsam doktor doktor gezdiren insandı. Hastanenin soğuk yatağında yatarken yanımda sevgilim dediğim insan yokken elinde montumu tutarak bekleyen oydu.
Aramızdaki iletişim hiçbir zaman aşırı samimi olamadı ama sanki ne zaman ihtiyacım olsa ulaşabileceğim bir dost gibiydi. Şu an elimde çok güzel bir hayat varsa senin sayende baba. Sabrı ve sakinliği öğrettiğin için teşekkür ederim. Bana her zaman bir evlat gibi davrandığın için teşekkür ederim. Fikirlerime saygı gösterdiğin için teşekkür ederim. Ne zaman arkamı dönsem orada olduğun için teşekkür ederim.
Hayatta çok sevdiğim tüm dostlarım zamanla kayboldu gitti. sevdiğim herkes bir bir yok oldu. Sen kaybolma, hep yaşa baba.
Bir adet aşırı tutumlu/pinti versiyonuna sahip olduğum tür. Adam resmen entropinin, enerjinin korunumu kanununun yaşayan bir tezahürü. Ülkeye enerji bakanı falan olması gerek. Yemin ederim birkaç seneye türkiye toparlar kendini.
Entry'yi yazmama vesile olan olay da şu: Karanlık odada bir şeye bakıyordum o ara el fenerini açtım telefonun. Sonra lavaboya gittim elimi yıkamaya. Geri döndüğümde bana şu cümleyi kurdu: " oğlum boşuna niye ışığı çalıştırıyorsun? "
bir gün kendisiyle derin konular hakkında sohbet ederken tam olarak şu cümleyi kurdu:
"istenc ben şu yaşıma geldim, hayatta ne varsa çözdüm, her şeyi anladım; ama bir tek şeyi anlayamadım: kadın çorabı. ya onu öyle ince ince nasıl dokuyorlar, çözemedim gitti. çok acayip icat ha. gülme be! ciddi bir şey konuşuyoruz şurda!"
hakikaten de ciddiydi. babam ya. kuantum mekaniğidir, varoluşun anlamıdır, hepsini anlamış çözmüş de işte, bir kadın çorabı kalmış geriye.
şu kafanın dna'ma kodlanmış kısımları neler acaba? yaşlandıkça çıkacak gibi geliyor. azıcık tırsıyorum.
iletişim kurmaktan özenlikle kaçındığım aile bireyi. hatta ömrümün sonuna kadar görmesem, özlemeyeceğim kişi. “Olur da ona çeken huylarım varsa” düşüncesi ile babalık kavramından bile soğutan insanımsı.
Yaş aldıkça daha dışa dönük, neşeli, bizimle muhabbet etmeyi seven biri oldu. Yemekleri leziz, annemden iyi yapıyor bile diyebilirim.
Çocukluğumda çok konuşmasak da anlardım bakışından, susuşundan.. doğalı 40 yılı geçti ve bana beni sevdiğini söyledi. Çocukken hep başarılı bir öğrenci olmama rağmen neden 100 olmadı notun derdi. Şimdilerde yaptığım en basit şeyler, rutinlerim, iki dakikada internetten hallettiklerimle aferin alıyorum, takdirini duyuyorum. Tüm gençliğim ve çocukluğum şunları duymak için inanılmaz çabalarla geçti. Artık gözlerinin görüşü daha kötü olsa da gönlü çevredeki pek çok şeyi daha güzel görmeye niyetli gibi..
Canım babam.. yapabildiği kadar bu.. bu haliyle, benim babam olarak can babam.. çocukluğumdaki gibi elimden tutuyor hala.. hiç bırakmasın..
geçen gün telefonda on dakika kadar konuştuk babamla, ısrarla "griptin, iyileştin mi?" diye sordu. "yok baba, hasta değildim" diyorum. "hayır bana hastayım demiştin" diye üsteliyor. "yahu ben yıllardır hasta olmadım" diyorum. "atma be, ayda bir hastalanıyorsun, hiç bakmıyorsun kendine" diyor.
aha dedim, babamın kafa gitti, zaten bir dolu hastalığı var, tonla ilaç kullanıyor. alzheimer gibi bir şey çıkacak kesin, annemle konuşayım da doktora götürsün diye düşünerek muhabbete devam ediyorum.
konuşmanın sonunda "iyi hadi, ahmet'e (kız kardeşimin yavuklusu) selam söyle" diyor. ben babamın alzheimer olduğundan artık kesinlikle emin olarak "yalnız ahmet değil, mehmet benimkinin adı" diyorum. babam şok içinde "aa! sen istenc misin?!" diye bombayı patlatıyor. meğer iki saattir kız kardeşimle konuştuğunu sanıyormuş. benim de adamın kafası gitti diye kendi kendime yüreğime iniyor. allah iyiliğini versin baba. ne diyim bilmem ki sana.
müteaddit defalar belirttiğim üzere, çok orijinal bir modeline sahip olduğum ebeveyn türüdür. babamın kız kardeşimle ve benimle ilgilenme tarzı da elbette kendi meşrebince oldu. kendi hobilerine bizi de katmaya çalıştı, minnoş mizaçlı kız kardeşim bu sıra dışı hobilere uyum sağlayamayınca da babamın bütün ilgisi "atıl kurt!" mizaçlı şahsımın kafasına kaldı :/
sonuç olarak, daha beş altı yaşında, yaşıtlarım barbi bebek süslerken, ben havalı tüfekle atış talimi yapıyordum :/ zaten o yaşta çocuğun eline başka silah verilmez herhalde. yani o da verilmezdi işte ama verdi babam, çünkü karadenizlilik. bayılırdım o tüfeğe, duruyor hala memlekette. dipçiği haki, safran sarı, kızıl renkliydi, alacalıydı böyle, nefisti. o yaşlarda en sevdiğim renk de hakiydi allah kahretmesin, battaniyemi, elbiselerimi falan götümü yırta yırta haki aldırdım/diktirdim senelerce, neden acaba diyordum, şu an yazarken dank etti kafama, ulan baba* :) neyse ben büyüdükçe silahlar da büyüdü, tüfekler tabancalar. kaç çeşidini gördüm cidden bilmem. 11-12 yaşıma geldiğimde ben ilgimi kaybettim silahlara, ılık götlü bir hümaniste dönüştüm, babam da zorlamadı. 20 yıldan fazladır elimi sürmedim silaha, kapandı gitti o defter. iyi bi kaza çıkmamış o yaşta elimden.
ha bir de aynı yaşlarda tavla oynamayı öğretmişti bana. adamın içinde kalmış erkek evladı olmaması resmen. okuma yazma öğrenmeden tavla oynamayı öğrendim bu sayede. beni dükkanın karşısındaki kahveye götürür, arkadaşlarıyla oynatırdı. cidden iyi oynardım ve yenebilirdim bütün işi sabahtan akşama kadar tavla oynamak olan adamları. satrançta aynı başarıyı göstersem dizimi çekerdiniz, tavlayı siklemeyin zaten. ben de kendi çapımda dehaydım olm. hey gidi.
Baba da şans işidir biraz kimse seçemez babasını ya adam gibisine denk gelirsiniz eğitim Bilimleri derslerinde öğretilen kişilik gelişimi kuramlarına uygun bir hayat geçirirsiniz ya da embesil bir varlık babanız olur acaba ileride çoluğuma çocuğuma da bu cinsini Sevdiğimin geni bulaşır mı ? Deyip evliliği erken yaşta kafanızdan silme kararı alırsınız biraz şans işi işte hafife alınmayacak olgudur baba.