Super Mario'nun oyunda sürekli yediği mantara gerçek hayatta sinek mantarı adı veriliyor. Bu mantardan yediğinizde mikropsi adı verilen bir süreç yaşıyorsunuz, bu süreçte objeleri olduğundan daha küçük görmeye başlıyorsunuz ve bu da size etrafınızdaki objelerden daha büyükmüşsünüz hissi veriyor
bir dahinin bile "saflığı" nedeniyle sonradan utanç duyacağı şeyler yapabileceğidir.
bu konuda verilebilecek en sarsıcı ornek einstein'in kendisinin ön ayak olduğu manhattan projesi'ndeki rolü nedeniyle sonradan utanç duymasıdır.
bilindiği üzere, einstein, ikinci dünya savaşı sırasında abd başkanı roosevelt'e nazilerin atom bombasi uzerinde çalıştığını söylemiş ,bu silahın nazilerin elinde korkunc bir olum makinasına donusecegi konusunda uyarılarını yaparak baskanin "aklına karpuz kabugunu düşürmüş"tür, hem de en yanlış zamanda.
Bunun üzerine roosevelt biz niye yapmıyoruz diye düşünmüş ve nükleer silah geliştirmek amacıyla manhattan projesini başlatmıştır.
hiroshima ve nagazaki'ye atılan atom bombaları sonucunda bu silah tam da einstein'in korktuğu gibi gerçekten bir ölüm makinasına dönmüşmüş, ancak amerikalarin elinde...
yıllardır kutsal kitap okurum, pavlus'un ispanya'ya gittiğini hep gözden kaçırmışım.
"Şimdiyse bu yörelerde artık yapacağım bir şey kalmadığından, yıllardır da yanınıza gelmeyi arzuladığımdan, İspanya’ya giderken size uğrarım. Yol üzerinde sizi görüp bir süre arkadaşlığınıza doyduktan sonra beni oraya uğurlayacağınızı umarım."
Çöp kutusuna poşet geçirirken poşeti içine sokup kenarlarını kutuya tutturmak yerine poşeti ters bir şekilde kafadan giydirip poşedin tam ortasına çöpün tabanına kadar basmak...
ispanyolların katolik japon samurailardan yardım istemesi üzerine 1603 yılında bazı japon samuraiların meksika'ya göç etmesi ve ispanyollar için askerlik hizmeti yapması.
insan hafızası hiç bi şeyi unutmazmış. unuttuğumuz sandığımız bilgileri ya da durumları aslında hafızada kaydederken geri getiremeyecek şekilde kaydedilirmiş. bilgi geri getirilemediğinde ise unuttuğumuzu sanmaktayız.
kendi deneyimlerimden yola çıkarak öğrendiğim bir şey olduğu için ne kadar doğru bilmiyorum ama, muhatabınızla konuşurken birinci çoğul şahıs kullanmanız karşı tarafı size çekiyor sanırım.
mesela "sen saat x'de gelirsin, ben de seni gelip alırım" yerine "yarın saat x'de burada oluruz" tarzı bir ifade karşı tarafta daha olumlu etki bırakıyor.
"Çay harareti alır" olarak bildiğimiz cümlede geçen çay günlük hayatta içtiğimiz çay değil. Orda geçen çay nehir ve ırmak gibi sulak olan bir yer adıdır. Işte o çaya girince hararetiniz alınmış olur. Yani çay içince değil çaya girince hararet alır. Bir çay örneği
Ha illaki çay içerek hararetinizi almak istiyorsanız soğuk çay içebilirsiniz* O halde gelecek nesile yeni açık ve net bir söz bırakalım "soğuk çay hararet alır" (her anlamda tutarlı bir cümle)
Her ayın(1 ay 28 gün kabul edilir) 14ü regl döngüsü düzenli olan kadınlarda yumurtlama günüdür. Ve kadının ruhsal durumu değişiklik gösterir. Bu günde kadınlara herşey daha güzel ve hoş gelir. Teklif edecekseniz mesela bu günde edin kabul etme oranı 90%(tipiniz önemli değil merak etmeyin). Ve aynı zamanda 14üncü günden 1-2 gün önce başlamak şartıyla 1 haftalık süre zarfında girilen cinsel ilişkide bebek sahibi olma ihtimalleri daha yüksektir çünkü yumurta atılıyor ve bebek oluşum şansı artıyor. 14üncü gün kadınlar için bir nevi aydınlanma gibidir ferah olur içleri mutlu olurlar. Bu durum suistimal edilmemek şartıyla kullanılabilir. Kendine güveni olmayan erkek bu gün ve sonrasi gidip rahatça konuşabilir. Ha nerden bileceksiniz 14üncü gün olduğunu? Bilemezsiniz tabiki.o kadından başka kimse bilemez. Söyleyen kadında görmedim. İşinize yarar mı bilmem ama aklınızda bulunsun yine.
üniversite eğitiminin bir meslek sahibi olmak için değil, sevdiğiniz alanda eğitimli bir insan olmak için alınması gerektiği. bunu maalesef çok geç öğrendim.
floransalı olan meucci, 1850' de amerika birleşik devletleri'nin yolunu tutmuş, on yıl sonra ise teletrofono isimli elektrikli bir aygıtın çalışma prensiplerini gözler önine sermeyi başarmış. graham bell'in telefonu icat ettiğini açıklamasından beş sene kadar önce (1871'de), telefon için bir tür geçici patent başvurusunda bulunmuş. aynı yıl meucci, staten island feribotu patlamasında yanarak yaralanmış. hasta haliylr çalışıp para kazanamayınca, üstüne bir de çok da iyi ingilizce bilmeyince 10 dolar olan patent yenileme ücretini gönderememiş.
gelelim bell abiye. graham bell 1876 yılında telefon patentini tescillediğinde meucci dava açmış, çalışma modellerini ve diğer her şeyi western union'a incelenmesi için de göndermiş. graham bell ise o yıllarda western union' da çalışmakta ve meucci tarafından gönderilen raporlar, çalışma ve diğer her şey gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuş.
graham bell'in en önemli keşfine konu başlığı olarak "koyun" diyebiliriz. ikiden fazla meme ucuna sahip koyunların daha çok ikiz doğurduğunu keşfetmiştir. (edit: elbette birçok güzel keşfi ve icadı vardır. bu şaka şaka :/ ama gerçekliği olan bir şaka)
graham bell'de yenilik arayışında thomas edison gibi acımasızmış işte.
arabayla dümdüz havaya doğru saatte 95km hızla gitseniz, 1 saatte dünya'nın atmosferinin bittiği ve uzayın başladığı sınıra, karman hattına gelirmişsiniz. yani oksijen vs gibi diğer koşulları, ortam sorunlarını hesaba katmazsanız, arabayla uzaya 1 saatte çıkabilirsiniz. *
yeni öğrendiğim bir şey değil ama ilk öğrendiğimde ben bir hayli şaşırmıştım.
dünyanın çapı 12,742 kilometre. dünya üzerinde kazılabilmiş en derin çukur ise 12,262 metre. oranlarsak yüzde bir olarak hesaplarız. yani, yer kabuğunun yüzde birini keşfedebilmiş durumdayız. geriye kalan yüzde doksansekiz hakkında bilgimiz bilimsel tahminlerden ibaret. yani, buradan mars'a gidip inceleme yapabilen insanoğlu kendi gezegeninin yüzde doksansekizini keşfedebilmiş durumda değil. (doksansekiz çünkü yüzde birer olarak iki ayrı yönden kazabiliriz.)
kol saatinin sol bileğe takılması hadisesi... artık yerleşmiş, çoğu kültürde var olan bir davranıştır bu yahut tercihtir demek daha doğru. sağlak olanlar diyebilirler ki "sağ elimi ve kolumu sık kullandığım için saatimin daha az zarar görmesini sağlamak adına sol bileğime takıyorum." peki ya solaklar? onların da büyük çoğunluğu sol bileğine takıyor kol saatini.
bunun cevabı saatin kurma düğmesinin geçmişten bugüne "saat 3" ibaresinin yanında yani saatin çerçevesinin sağında bulunması. eskiden cep saatlerinde de bu durum böyleydi ve insanlar sol iç cebine ya da sol yan cebine koyarlardı saatlerini. ve sol elle çıkarıp sağ elle kurarlardı. bu alışkanlık değişmedi.
çeşit çeşit saatler çıktı ama sol bileğe takılmaya devam ediliyor. çünkü evrensel bir biçimde insan davranışlarına yerleşmiş bir etkinliktir bu. hiçbir saat üreticisi de sol tarafa kurma kolu koymamıştır. (istisnalar vardır, tek tek araştırmadım.)
pek çok osmanlı tatlısının bizans mutfağı tatlılarıyla benzerlik gösterdiği. gastris adlı eski yunan tatlısı baklavayla çok benzer bi tatlıymış. wikipedia'nın yalancısıyım.
günümüzde dinozorlara en yakın tür tavuk değil hindidir. bu götelek dinozor hayvanı zaten ilk tarih sahnesine çıktıklarında cücük kadar bişeylerdi. daha sonra meydanı boş bulup, alavere dalavere kürt memed nöbete falan derken neredeyse bir apartman büyüklüğüne ulaştılar. besin zincirinde akp lilerden hızlı büyüdüler.
malum göktaşıyla dinozorların nesli tükenmedi. öncesinde bir takım dinozor türleri akıllık edip küçülmeşlerdi. bugünkü kuşlar o hayvanların atalarıdır. fakat işte bugün dinozor hayvanı diye kafamızda yer edinen türler evrim sürecinde akarken küpünü dolduran hacı diye büyüdükçe büyüyen mahluklardı. düşen göktaşıyla birlikte onlar yarraklara yan bastılar. dünyada sadece bir kuzu büyüklüğünde canlılar kalıp yaşamlarını devam ettirdi. zira bir kuzu büyüklüğündeyseniz dünya yansa da sknizde olmaz. bir mağaraya sığınıp günü de götü de kurtarırsınız.
o çağlarda henüz memeliler yoktu. meme olmayan bir dünyaya sokayım zaten kalsan ne gitsen ne.