-
2018 yapımı bir film. peter farrelly yönetmiş. başrollerinde viggo mortensen ve mahershala ali oynuyorlar. viggo mortensen, aragorn rolüyle tanıdığımız bir oyuncu. sonra the road filminde bambaşka bir karakter. bu filmde ise 1950'li yıllarda amerika'da yaşayan italyan kökenli bir şoför karakterinde. her rolün altından kalkıyor. tam bir binbir surat. mahershala ali ise ilk kez izlediğim bir isim. house of card dizisinde oynamış, şu aralar netflix repertuarında bulunan roma filminde de ismi geçiyor. onu da izlemedim. ama bu filmde oynadığı karaktere çok yakışmış.
epey bir süre önce caddebostan sahilinde gezinirken bir duvar boyunca stencil baskılar gördüm. the green book. hayırdır dedim kendi kendime yeni fanzin mi çıktı acaba. sonra unuttum gitti. geçtiğimiz günlerde film sitelerinde gezerken gördüm sonra. bir bakayım dedim. iyi ki de demişim. 1950'li yıllarda geçen sıcacık bir yol filmi. çok iyi geldi izlemek. ana fikri dignity. türkçesi vakar. o da arapça ya neyse. güzel film. canınızın sıkkın olduğu bir zaman izleyin. iyi geliyor. üstelik gerçek olaylardan yazılmış bir anı kitabından senaryolaştırılmış. gerçek olduğunu bilmek de güzel geliyor. -
2019 Oscar töreninde, en iyi film dahil, üç dalda ödül kazanmış filmdir.
Son zamanlarda izlediğim en eğlenceli filmlerden biri green book. İnce eleyip sık dokumayacaksanız, eğlenmek için izleyecekseniz kesinlikle öneririm. Öncelikle bilmelisiniz ki filmin ana karakteri bir beyaz, yarı İtalyan bir erkek. Ve film tamamen onun bakış açısından çekilmiş. Tony gibi alaycı, hoyrat, umursamaz bir adam, etrafında olanları ne kadar umursarsa filmimiz de o kadar umursuyor; o ne kadar değişebilirse film de o kadar derinleşiyor. Filmi eğlenceli yapan da bu zaten.
Diğer bir unsur, siyahların içinde de, beyazların içinde de kabul görememiş bir dâhinin hikayesini izlemek. Kimlik tartışmaları ekseninde izlerseniz, üzerine düşünecek epey malzeme bulabilirsiniz.
Fakat detaylara inecekseniz, dönemin korkunç gerçekliğini ya da Don Shirley’ in içinde bulunduğu durumu ne kadar yansıttığını soracaksanız, işler karışmaya başlar. Dediğim gibi filmi eğlenceli kılan yüzeyselliği. Derinlik ararsanız hayal kırıklığına uğrarsınız. Bununla ilgili şöyle bir makaleye denk gelmiştim, çok sert bir eleştiri. Hem "green book" denilen rehber kitap, tarihsel bir dramın göstergesi iken filmde bunun hissettirilmemesi, hem de filmin beyaz adam bakış açısını yansıtması konusunda sert eleştiriler var.
Kısacası akıcı, keyifli bir film, iyi oyunculuk, bir de güzel müzik falan isterseniz tamamdır, fazlası için zorlamayın derim.
Son Not: Ödülleri hak etmesi ya da etmemesi konusunda bir şey söyleyemem. Beş-altı yıl öncesine kadar Akademi ödülleri, ödül dağıtılan yarışma ve festivaller içinde en güvenilir olanı kabul edilirdi. (en prestijli festivaller bile (Cannes gibi) çok fazla kulisin ve politik manevranın döndüğü kulvarlardır. Yani "hak etme" , bütün bu kulisler ve manevralarla belirlenir.) Fakat son yıllarda Oscar biçim değiştirdi ve artık ödüllerin neye göre dağıtıldığı tartışmaya açık. -
Zamanla kültleşeceğini düşündüğüm bir film.
-- spoiler --
Akıllarda şu replik daima kalacak
"Yeterince siyah değilim, yeterince beyaz değilim, yeterince erkek değilim. Ben neyim Tony?!"
-- spoiler -- -
"bana kara diyen dilber
kaşların kara değil mi
yüzümü güldüren gelin
gözlerin kara değil mi
güzel ben seni isterim
seni koynumda beslerim
yüzünü güzel göreyim
zülüfün kara değil mi
boyun uzun belin ince
yanakların olmuş gonca
salıversin kulunca
beliğin kara değil mi
utanırsın akar terin
güzellikte yok benzerin
en sevgili makbul yerin
saçların kara değil mi
beni kara diye yerme
mevlam yaratmış hor görme
ela göze siyah sürme
çekilir kara değil mi
hint'den yemen'den çekilir
iner bağdat'a dökülür
türlü taama ekilir
biber de kara değil mi
göllerde kuğular olur
göğsü ak kara benlidir
mısır'da çok zengin vardır
kölesi kara değil mi
pınara konan kuğunun
kanadı beyaz çoğunun
çöldeki arap beyinin
çadırı kara değil mi
her yoldan gelir geçerler
aktan karayı seçerler
ağalar beyler içerler
kahve de kara değil mi
evlerinde sular akar
güzelleri göze bakar
hublar yanağına sokar
sümbül de kara değil mi
karac'oğlan der maşallah
birgün görünür inşallah
kara donludur beytullah
örtüsü kara değil mi"
filmle ilgili yazı yazmaya karar verdiğim an, bu dizeler dilimde dönmeye başladı. bazı eserler vardır ki, dünyanın neresine giderseniz gidin, verilmek istenen mesajı rahatça anlarsınız. karacaoğlan'ın halk şiiriyle, oscar ödülü almış green book filmi aynı çatı altında birleşebiliyor. veyahut charlie chaplin'in sessiz filmleri dünyanın neresine giderseniz gidin, insanları derin düşüncelere sevk ediyor. bu durumun sebebini düşündünüz mü? gelin bu filme başka bir açıdan bakalım. zaten oscar ödülü almış bu filmi yorumlama işini insanlar yapacaktır. biz karacaoğlan ile green book filminin benzerlikleri inceleyelim.
ırkçılık nedir? insan sevdiklerine ırkçı davranabilir mi? yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen değişmeyen toplumsal bozukluklar nasıl düzelir? sanat, insanlara bu bozuklukları fark edebilme bilinci verir mi? bu soruların cevapları filmi izleyen, şiiri okuyanların neler hissettiklerinden ziyade; nasıl konuştukları, ne düşündükleri ve en önemlisi nasıl hareket ettiklerine bağlıdır. "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" atasözü ne güzel anlam kazanıyor. yüzyıllar öncesinde (17. yy) yaşamış bir halk şairinin, güneş altında çalışmasından dolayı yanık tenine karşı söylenen bir söze vermiş olduğu cevabı, 21. yy'da oscar ödülü almış bir filmi açıklarken kullanıyorum. işin asıl üzücü tarafı ise yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen ırkçılık hala devam ediyor.
filmin başkahramanı siyahi bir piyanist, ki bu piyanist, sergilemiş olduğu dinletiyi dinleyen insanlardan daha alt seviyede kabul ediliyor. aynı1900 lü yıllarda new orleans civarında, bir grup siyahinin sergilemiş oldukları müzik dinletisinin, siyahi insanların kendi aralarında eğlenme biçimi görülmesi gibi. sanat, insanlar tarafından takdir edilmese bile, zaman tarafından onurlandırılır. zaman; ırkçılık, zulüm, baskı, şiddet ve her şeyi insanlara aktarır. zaman; insanların yaralarının kabuk bağlamasına vesile olur.
bazen de zaman yapılan bütün zulümleri tarihe not eder. bu nedenle, bir sanatçı her ne olursa olsun sanatından vazgeçmemelidir. doğru bildiğiniz yolda yürümekten ziyade, bildiğiniz yolun doğru olduğundan emin olmalısınız. yolun doğru olduğundan eminseniz, yolun çetinliğine rağmen, hadiseler karşısında pes etmezsiniz. kine, nefrete karşı boyun eğmez ve yürüdüğünüz yolda sonuna kadar gidersiniz.
kısacası, filmde bulunan italyan şoför gibi işe kendimizi düzeltmeyle başlayabiliriz. o zaman insanları düzeltmekle uğraşmak yerine, kendimizi düzeltmeye çalışmak en iyisi olacak. filmi izlemenizi tavsiye ederim. şimdiden iyi seyirler. -
çok uzun sayılmayacak yıllarda (1940'lar) siyahilerin yaşadıklarını görmemizi sağlayan bir dostluk hikayesi. -
filmin konusu, duygusallığı ve oyunculuklar diğer girdilerde belirtilmiş. aldığı ödüller de.
ben başka bir konuya değineceğim. viggo mortensen'in her haliyle ve her rolde acayip seksi bir adam olduğunu bize kanıtlayan filmdir. -
Viggo Mortensen'in sanat tanrısı olduğunu bir kez daha kanıtladığı harika ötesi filim. Oscar ödüllü filimde ünlü piyanist Dr. Donald Shirley konser turu vermek için yaşadığı yer olan Bronx'tan çıkarak Amerika'nın güneyi boyunca seyahat edecektir lakin şöyle bir sorun vardır Dr. Shirley bir siyahidir ve 1960 Amerikasında siyahilerin hala daha tam olarak kabullenildiği söylenemez. Bu yolculuğunda kendisinin şoförlüğünü İtalyan asıllı Amerikalı Tony yapacaktır. Bu yolculuk Tony ve Donald Shirley'i birbirlerine yakınlaştırıp ten renklerinin sadece bir görüntüden ibaret olduğunu daha iyi kavramalarına yardımcı olacaktır. Viggo Mortensen en sevdiğim oyunculardan birisidir zaten ama bu filmdeki İtalyan aksanıyla gerçekten ne kadar başarılı ve yetenekli bir oyuncu olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.