1. danimarka'nın başkenti. copenhagen. kentin simgesi küçük deniz kızıdır. danimarkalı yazar 'in küçük deniz kızı öyküsüne ithafen 1913 yılında heykeltraş edvard eriksen tarafından yapılmış bir heykeldir.
    www.wikizeroo.com/...
    #113873 laedri | 6 yıl önce
    0şehir 
  2. Sosyal devleti, huzuru, mutluluğu, insanların birbirine ve diğer yaşayanlara saygısını iliklerinize kadar hissedebildiğiniz bir İskandinav başkenti.
    Geçen hafta oradaydım, 3 gece 4 gün. Pegasus ile 2 kişi gidişi dönüş 1400 tl ye aldık biletlerimizi. 3 saatlik bir uçuş olduğunu düşünürseniz ucuz diyebileceğimiz bi fiyata aldık. Sanırım bu gezinin ucuz diye tanımlayabileceğim tek şeyi bu biletlerdi geri kalan herşey çok pahalıydı. Kopenhag zaten pahalı bir şehir üzerine bir de türk lirasının değersizleşmesi de eklenince gezi biraz pahalıya mal oldu. Para birimi kron, dkk diye geçiyor, 1 dkk 0,8tl.

    Öğlen saatlerinde indik Kopenhag’a havaalanı çok sakin, pasaport kontrol tek yerde değil dağıtmışlar dolayısıyla gidince öyle önünüzde bitmek tükenmek bilmezmiş gibi duran bir kuyruk olmuyor, en fazla sizin uçaktaki insan sayısı kadar insan oluyor önünüzde, dolayısıyla sanırım 10 dakika falan bekledik kuyrukta. Sonra gidip tren biletlerimiz aldık doğru merkez tren istasyonuna. İki kişi 20 dakikalık yol için 75dkk verdik tren biletleri için. Sonra otele gidip bavulları bırakıp çıktık sokağa.

    İlk gördüğümüz yer tivoli bahçeleri ydi. O günlük önünden geçtik sonra ki gün girdik içine. Merkezde belediye binasının olduğu meydan Radhuspladsen ’e gittik. Bi espirisi yok, bidiğin meydan, küçük küçük kiosklar var falan. Fakat bir şey dikkatimizi çekti, sırtında kırmızı mont olan kişiler var, bunlar belediye tarafından akredite edilmiş kişiler, bunlara para veriyorsunuz bunlar sizinle beraber kaç gün derseniz o kadar gün sizinle geziyorlar. Bir nevi mihmandar oluyorlar size. Size seçenekleri sunuyorlar, bu var bu var diye sizin seçiminize göre size 1-2-3 günlük planlar yapıp o kadar gün boyunca sizinle geziyorlar ve tabi gezi boyunca da anlatıyorlar. Tabi bu kişilerin yemesi içmesi müze giriş ücretleri falan nasıl oluyor bilmiyorum ama uygulama güzel.

    Meydanın arka tarafında ünlü stroget caddesi var. Uzunca bir cadde ve alışveriş caddesi, her türlü marka var caddede. Kalabalık bi cadde, caddeyi bitirdiğinizde sizi koca bir meydan karşılıyor meydan da mimarisi göz alıcı bir tiyatro binası var, tiyatro binasının karşısında ise kartpostallarda sıklıkla yer verilen nyhavn bölgesi var. Aslında küçük bir bölge, bi rıhtımın kenarı, 1930 lara kadar liman kentlerinde sıklıkla karşılaştığımız denizcilerin cinsel isteklerini tatmin ettikleri mekanlarla dolu, karanlık, pis ve güvenli olmayan bir yermiş. 1931 den sonra belediye buraya el atmış ve geliştirmiş. Şimdi evler rengarenk boyalı, her binanın altı yeme içme mekanı, yeme içmeye o kadar da çok para vermek istemeyenler için rıhtımda oturabilecek yerleri olan bir yer haline gelmiş. Çok güzel bir yer, sanırım bu 4 gün boyunca farklı kerelere 4-5 kere gitmişizdir buraya. Hiçbir şey yapmasanız elinize 2 bira alıp geçip kanal kenarında otursanız o bile huzur veriyor insana.

    Burada kanal turu yapma imkanınız var. Üzeri açık botlara biniyorsunuz sizi 1 saatlik bir kanal turuna çıkartıyorlar. Kişi başı 85dkk ya çıkabiliyorsunuz bu tura. Biz yaptık, oldukça da memnun kaldık. Hoş gerçi aynı yerleri daha sonra yürüyerek yine gördük ama olsun değişik bi deneyimdi.

    Kanal turundan sonra civarı dolaşırken rundetaarn adı verilen bir gözetleme kulesine denk geldik 25dkk ya tepesine çıkabildiğiniz bir kule. Bizim galata kulesine çok benziyor. Tek bir fark var tepesine komple yürüyerek çıkıyorsunuz. En tepede de bir teleskop var. Şehiri tepeden görmek adına güzel bi yer. Sanırım bi yarım saat falan durduk, sonra gibip bi yerde yemek yedik. Gezinin en can acıtıcı tarafı yemek yeme kısmıydı. Bir hamburger yanında az bir patates kızartması ve bir gazlı içecek 120-130dkk’ydı ve bu genel itibariyle hep böyleydi en ucuz yer 100-110dkk falandı. Mc donaldsdaki bir menü bile 85dkk’ydı. Neyse hamama giren terler dedik adam başı 130dkkmızı bayıldık ve yedik hamburgerimizi. Sonra otele gittik ve yatıp uyuduk.

    Ertesi sabah kalkıp şehrin merkeze biraz uzak bir kesimindeki mezarlık ve parkı görmek için yürümeye başladık, yaklaşık 1 saat falan sürdü gidiş. Peki ne gördük orada, aslında hiçbir şey ama işte gelmişken görmeden dönmeyelim istedik. Superkilen diye bir park var, değişik bir yer herkes instagramda yayınlamalık fotoğraf çekiliyordu tabi biz de bu kervana katıldık. Onun ardından Assistnes Kirkegaard isimli şehir mezarlığına gittik. Danimarka tarihine yön vermiş bir çok isim burada yatıyordu. Tabi ki biz Danimarka tarihine çok aşina olmadığımız için pek bilemedik ama yine de mezarlık gezip, yürüyüş yapmak için süper bir yerdi.

    Sonrasında planımız carlsberg bira fabrikasını ziyaret etmekti falan müze ve fabrika 2020 yılına kadar sürecek yenileme sürecindeymiş, sadece shop kısmı açıkmış o yüzden gidemedik. İsteyip de yapamadığımız tek şey buydu sanırım. Carlserg elde patlayınca biz de tivoli bahçelerine girdik. Adam başı 130dkk giriş ücreti. İçerideki aletlere binmek için sınırsız bir paket vardı biz almadık onu. Bahçe masal diyarı gibiydi. Söylentiye göre walt disney bu disneylandleri açmadan önce burayı ziyaret etmiş ve buradan çok etkilenmiş sonra benzer bir yerde kendis açmayı planlamış. İçerisindeki dönme dolaplar, roller costerlar bilimum lunapark aletlerinin yanı sıra, çeşitli bahçeler, gün boyu farklı Showların sunulduğu sahneler, insanların yatıp yuvarlanabileceği yeşillik alanlar, hayvanat bahçesi, havuzları, yeme içme yerleri, eğlence yerleri falan bildiğin ayrı bir dünya vardı. İnsan orada 1 gününü hiç çıkmadan geçirebilir sanırım. Bir bi oyuna denk geldik sahnenin birinde onu izledik, sonra gittik çimenlerde biraz oturduk sonra gezip tozduk. Karnımız acıkınca kolumuza gün içinde tekrar giriş yapmamıza imkan tanıyacak damgayı vurdurup çıktık.

    Meatpacking district denilen bir sürü yeme içme mekanının bir araya toplandığı alana gittik. Orada meşhur bir pizzacı varmış, ismi mother. 2 pizza 2 biraya 410dkk verdik sonra otele dinlenmeye geri gittik. Akşam hava kararınca tivolinin ışıklandırılmış halini görmek için tekrar geri girdik alana. Gündüzü güzeldi, gecesi ayrı güzeldi, masal gibi, her yer ışıl ışıl, büyük havuzda su showu vardı onu izledik, biraz gezindik sonra lazer Show vardı onu izledik sonra çıkıp nyhavn’ın gecesini görmek için kanala yürüdük. Burası biraz hayal kırıklığı oldu, çünkü biz gece 11 gibi oradaydık ve kimsecikler yoktu. Mekanlar kapanmış, insanlar çekilmiş falan ıssız bir yer halini almış. Çaresiz otele döndük.

    Ertesi gün, taaa oralara gitmişken olmazsa olmazlardan birini yaptık ve isveç’e malmö’ye geçtik. Yani gittikten sonra dönüş yolunda, gelmesek de olurmuş dedik ama eğer vaktiniz varsa gidin, değişik bir şehir katmış olursunuz dağarcığınıza. İki kişi tek yön 240dkk verip gittik. Oraya gidişin sanırım tek cazip yeri şu meşhur oresundsbron köprüsü nden geçmek. Bu köprü iki ülkeyi birbirine bağlıyor. Ne kadar uzunluğunda bilmiyorum ama geçişi kapatmamak adına köprünün bir kısmı denizin altına batıyor. Neyse ki malmö’ye dönecek olursak, sessiz sakin, gördüğümüz insanların çokğu 70 yaş üzeri, her yerin park olduğu, eski mimarisini korumuş bir şehir. Malmöhus slott diye sularla çevrili bir kale var, kronoborg semtinde şehrin en büyük parkı olan pildammsparken parkı var. Onun haricinde bol bol huzur var.
    O günü de malmöde yedikten sonra son gün christiania’ya gittik. Burası çok ilginç bir yer. 1971 de kurulmuş. Kendi bayrakları olan özerk bir bölge. Vietman savaşı sırasındaki bu çiçek çocuklar zamanında burayı çevirip kurtarılmış bölge ilan etmişler. Sonra buraya polisi ve devlet güçlerini ve belediye hizmetlerini sokmamışlar, kendilerine göre komün bir yaşam kurmuşlar. Bölgeden çıkarken “you are now entering the eu ” falan yazıyor o derece yani. İçeride neredeyse her şey serbest. Ya da şöyle söyliyim fotoğraf çekmek dışında hiçbir yasak yok. O kadar ki her türlü ot, haşhaş, sarma, cigaralık falan midyeci kıvamında tablalarda satılıyor. Zaten inanılmaz bir marijuana kokusu hakim içeride. Burası ile ilgili tek hayal kırıklığı çok pis bir yer olmasıydı. Tamam kendinize bir alan yaratmışsınız, bağlı güçleri içeride istemiyorsunuz falan da yaw arkadaş orada sonuçta siz yaşıyorsunuz o ne pisliktir. Neyse ki neresinden bakarsan ilginç bir yerdi.

    Son ziyaret yeri christiania’dan sonra trnele havaalanı oradan 3 saatlik uçuş ve geri dönüş. 2 kişi 3 gece 4 gün gezi zive ücretleri vs hariç tutarsak geri kalan herşey dahil 1000 euro falan tuttu. Bu tutar eminim başka bir Avrupa şehrine gidilse 700 euro civarı falan olurdu. Neyse ki gözlemler; insanlar çok mutlu, yeme kültürleri çok yok, fast food üzerine genellikler yeme içme mekanları. Tuborg ve carlsberg’in vatanı olması hasebiyle bira=su gibi birşeydi ama bir 33lük şişe bira 55dkk’ydı bize pahalı geldi. Şehir temiz, insanların ulaşımı için farklı firmaların şehrinde farklı yerlere yayılmış elektrikli scooter hizmeti var. Uygulamayı indiriyorsun. Barkodu okutuyorsun, kart bilgilerini girip çalıştırıyorsun, gidiceğin yere gidiyorsun, işin bitince istediğin yerde logout oluyorsun, para direk kredi kartından çekiliyor, alet orada kalıyor. Sonra kim isterse oradan alıp başka yere gitmek için kullanıyor. Gece günzüd onlar hep sokakta, sürekli kullanım halinde. Yani gece karanlığında kimse onları çalıp evine götürüp parçalarına ayırmıyor.

    Küçük deniz kızı heykeli, unuttum sanmayın özellikle bahsetmedim, şehrin çok uzak bir yerinde ve gidip görmeye değecek bir şey değil. Resimlerine bakın yeter.
    #141672 11001 | 6 yıl önce
    0şehir 
  3. Hastası olduğum Carlsberg isimli biranın doğduğu şehir.
    #143055 umutamatukendi | 6 yıl önce
    0şehir