Smile, though your heart is aching
Smile, even though it's breaking
When there are clouds in the sky
You'll get by
If you smile through your fear and sorrow
Smile and maybe tomorrow
You'll see the sun come shining through for you
Light up your face with gladness
Hide every trace of sadness
Although a tear may be ever so near
That's the time you must keep on trying
Smile, what's the use of crying?
You'll find that life is still worthwhile
If you'll just smile
genç yönetmen parker finn'in 2 yıl önce çektiği 2. kısa filmi olan "laura hasn't slept"'inden uyarladığı uzun metraj korku filmi. eylül ayının sonunda görücüye çıkmış, hindistan'da vizyona girdiği gibi de internete servis edilmiş. filmi paramount pictures'ın küçük bir bütçeyle kotarmak istediği ama ön gösterim gibi bi' şey yaptıktan sonra gelen fazla sayıda iyi eleştiriden sonra bütçeyi artırarak gösterime soktuğu da güzel bir not. filmle ilgili yazmadan önce şunu da ekleyeyim: paramount pictures'ın alt bir yapım şirketi var; adı paramount players. özellikle smile gibi farklı işler bu isim altında pazarlanıyor. pictures daha geniş çapta işlerde risk alıyor, players ise festival filmi tadında ama ters köşe yapıp iyi de çıkabilecek, riskli ama daha küçük çapta işlerle ilgileniyor. players adını siz de takibe alın bence. izlemek için film seçerken işinize yarayabilir.
film büyük bir devlet hastanesinde terapist olarak çalışan doktor rose cotter'ın hayatını anlatıyor aslında. türlü türlü psikolojik rahatsızlığı olan hastalara yoğun çalışma saatleri boyunca bakan doktorun hayatı, bir hastasının ona anlattıklarından sonra fena halde kayıyor. doktorun kendi psikolojik geçmişi de, en az herhangi bir hastası kadar sıkıntılı olduğu için psikolojik cümbüş de böylece start almış oluyor.
film doğrudan "b type movie" sevenler için çekilmiş gibi geldi bana. doğrudan uyarlandığı kısa filmi de izlemek lazım tabii ama ilk yarım saatindeki çekim teknikleri (ikili diyalog sahnelerinde doğrudan siz konuşuyor ya da dinliyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz) ve sahne geçişleri (doktorun hayatının neden kaydığını anladığınız anlarda ekran ters dönüyor ve bunun sık sık olduğunu gördüğünüz gibi de bi' boklar olacağını kavramış oluyorsunuz) beni tatmin etti. filmin jumpscare kısımları fena halde eleştirilmiş. ben pek takılmadım. ayrıca filmin görsel efektlerinin sınıfta kalıyor olması da umrumda değildi çünkü filmde tam da bu berbat cgi ile anlatılmak istenen nokta, "travmasız bir hayat mümkün olabilir mi?" ile "travmaların üzerine gidip onlardan kurtulsak, yenileri karşımıza çıkmadan önce mükemmel insan olabilir miyiz?" sorularına verilecek cevapların kesişim kümesini saniye saniye işaretliyordu. böylece film ve doğrudan yönetmen finn size "aklınız sizin, evet ama içindeki her kötü ayrıntıyı yok edebileceğinize; hadi sınırı daraltalım; içindeki her şeyi kontrol edebildiğinize ne kadar güvenirsiniz?" sorusunu sormuş oluyor. doktorun da bu sorulara cevapları var elbette. izlerken tahmin ettiğim neredeyse çoğu şey "ahanda!" hızıyla ortaya çıktı ama bu öngörülebilirlik beni filmden soğutmadı; aksine, aynı sorulara kendi cevaplarımı hazırlamam için kamçıladı.
filmin ağır topu ve başrolü sosie bacon'da. kevin bacon ve kyra sedgwick'in bütün fiziksel özelliklerini taşıyan genç aktris, smile gibi hem yer yer dram ağırlıklı hem de jumpscare olmaksızın sizi geren filmlerde daha sık karşımıza çıkmalı bence. kariyer gelişimini yakından izlemek için can atıyorum. doktorun illet ablası holly'yi canlandıran gillian zinser, olayları başlatan doktora öğrencisi laura'yı canlandıran ve aslında bu filmin de ortaya çıkmasını finn'in kısa filmindeki başrolüyle sağlayan caitlin stasey, korkunç pastel renkli giyimiyle her sahnesinde kendisine "hımm, öyledir kesin, götüm" tepkisi verdiren başka bir terapisti canlandıran robin weigert, "düz polis"i canlandıran kyle gallner ve "annem ölecek, ben öleceğim, herkes ölecek" repliğiyle akla kazınmaması mümkün olmayan carl'ı canlandıran jack sochet; filmin aklımda kalan diğer oyuncuları.
kendi travmalarınız üzerine kendi kendinize çekişmekten zevk alıyorsanız, korku filmi değil, psikolojik gerilim filmi izlemek istiyorsanız ve filmdeki mitin gerçekliğini araştırmak için şimdiden can atıyorsanız, smile'ı açın izleyin. film keşke ilk planlandığı ismi olan "something's wrong with rose" ile vizyona girseymiş... o zaman belki adındaki sikkoluk, filmi izlememek için neden arayan korku filmi izleyicilerini de soğutmazmış. gene de gözünüzden kaçmasın bence, bi' şans verin.
Geçen senenin ana akım korku sinemasında sanırsam en dikkat çeken isim bu filmdir.
Aslında fragmanı izlemeden izlemenizi tavsiye ederim çünkü fragman filmin yarısını falan spoil ediyor gibi.
Film zaten başından ne olacağını belli ediyor sonu da şaşırtmıyor bu tarza hakim insanlar için.
Ancak gerçekten korkunç bir film bu, uzun zamandır korku diye bok bok işler izleyeceğinize sırf korkmak için bu filmi tavsiye edebilirim haftasonu mısırları patlatıp eşiniz, dostunuz, aileniz ya da sevgiliniz ile izlemek için.
Film son zamanlarda artık korku filmlerinde eleştiri olarak kabul gören "jumpscare" meselesini de orjinal yerden ele alıyor birkaç sahnede. Gerçekten meselenin jumpscare olup olmaması değil, kreatif düşünce, inovasyon olduğunu anlıyorsunuz. Ucuz jumpscare'ler kötüdür ama her jumpscare kötü değildir diye yeni motto belirleyelim bence.