Ya kitap, ya spor, ya müzik, ya tv, ya oyun, ya içki, ya toplaşma, ya uyku. Seçeceksin.
Gördüğüm kadarıya çoğunlukla çocuk varsa hepten boku yedin.
Tarihte, coğrafyalarda bizimkinden bin beter ve daha iyi çalışma koşulları oldu. Artık elde neyse onunla. Çalışmayıp sürünecek ya da asalak yaşayacak halimiz yok anadan dededen de kalmadıysa...
Sevdiğin işi yapıyorsan hayatın boyunca çalışmazsın zırvalarıyla hazırlanılması gerekilen, feodal krallık sisteminin birkaç boy küçüğünü yaşamak için gençliği heba etmen gereken daha sonra bir zihin kölesi emekli olacağın yaşam dönemi.
ayrı bir hayatmışçasına değerlendirilebilecek kadar çok vaktimizi harcadığımız, gelir kazanmak amacıyla sarfedilen çabalardan ibaret bir döngüdür.
üniversiteden mezun olur olmaz, herkesin hemen iş aramasıyla ve iş bulmasıyla beraber ben de kariyer sitelerine koşmuştum. adını bile duymadığım bir çok firmaya başvurmuşum ki bunları tabi seneler sonra farkettim. nihayetinde bir özel firma bünyesinde ben de iş hayatıma başladım, ancak ben herkes gibi sabah gidip akşam gelmeyi, her gün milyonlarca yeni şey öğrenmeyi, bir ara vermek için belli saatleri beklemek gerektiğini falan normal karşılayamadım. hatta bu süreç benim için aylar sürdü, alışamıyordum. çok fazla mesai oluyordu, zaten bilmediğim bir iş, sırtıma yüklendikçe sorumluluklarım her gün daha çok artıyor, ancak öğrenme hızım buna oranla yavaş kalıyordu. iyi giden bir şeyleri daha iyi yapmak yerine, bozmak kurcalamak istemiyor ve bunun sorumluluğu altında eziliyordum. nihayetinde terfi alacağımı sanırken, çünkü gerçekten çok fazla çalışıyordum, yöneticimin sorumluluğu ya da sorumsuzluğu demek belki daha doğru, benim sorumsuzluğum sayıldı. gururuma yediremedim, öğrendiğim anda ciddi bir haksızlığa uğradığımı anlatmaya çalıştım, ancak bir şeylerin değişeceğine inancım kalmadı. sessizce istifa dilekçemi yazdım, ihbar sürem çerçevesinde işten ayrıldım.
iş hayatım gerçekten kötü başlamıştı. ancak bana öğrettiği bir şey vardı, iş hayatı özel hayatımıza hiç ama hiç benzemiyor. kimsenin yapması gereken işi siz yapmayı kabul etmeyin. sorumluluklarınız dışına çıkmamanız gerekiyor, çünkü iş hayatı sorumsuz, umarsız insanlarla doludur. gerçekten çalışkan, gerçekten işini seven insan sayısı çok az. bu nedenle kimseye güvenmemek, sadece kendine ve kendi gücüne güvenmek gerekiyor. bu yaşa kadar kendinizi yetiştirdiniz, etrafı öğrendiniz, gelişiminizde bir noktaya geldiniz. başka insanların paraları, çıkarları, kendi hedefleri için kimsenin bunu harcamasına izin vermeyin.
yalan söyleyen, o an davranması gerektiği gibi davranıveren, yeri gelince suçu başkasına atan insanlar o kadar çok ki karşılaşmamanız imkansızdır. iş dışında arkadaşlık ettiğiniz, yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen, bir gün iş değiştirseniz de hayatınızda hep olmasını istediğiniz insanların bile gün gelip ufacık bir şey için size arkasını dönüverdiğini, hatta sizin hakkınızda hiç olmayan şeyler söylediği görürsünüz. çünkü o an öyle söylemesi gerekmiştir. işte bu kadar basit. kimseye ihtiyaç duymadan, işinizi yapmayı, birinden medet ummamayı öğrenmek gerekir.
ilk işimden sonraki diğer tecrübelerimde bu kadar ciddi olmasa da problemler yaşamaya devam ettim. kimi insanların her terfi dönemi yükseldiğini, hatta bu sene yönetici oluverdiklerini, kalifiye insanların göz göre göre işten çıkarılmalarını, mobbingleri, istifaya zorlamaları izledim. nihayetinde anladım ki hiçbir zaman her şey istediğiniz gibi olmayacak. siz işe en yakın yerden ev tutsanız da bir sene geçmeden firmanız avrupa yakasına taşınma kararı alacak. siz her şeyiyle güzel giden bir projede iken birden o proje yönetimsel sebeplerden rafa kaldırılacak. en sevdiğiniz, beraber en iyi çalıştığınız takım arkadaşınız bir ay sonu cuma akşamı birden bire işten çıkarılacak. her şeye hazırlıklı olmak zorundasınız.
unutmamak gereken şey de çalışmamınızın sebebinin para olmasıdır. evet biz her şey para değildir desek de iş hayatında her şey paradır işte.
kafanızdaki çoğu kalıplaşmış düşünceyi silebilecek olan hayattır.
mesela japon deyince kafanızda oluşan imaj "dürüst, ahlaklı" ise, iş hayatında size maaş ödememek veya maaşınızı eksik ödemek için epey yaratıcı bahaneler bulabilen veya bol bol mobbing uygulayan japon patronlarla tanışabilirsiniz.
not: her çalışılan ortam böyle olmayabilir tabii orası ayrı. ama bunlar da var.
Yazabileceğim en uygun başlığın burası olduğunu düşündüren duruma düşüren. İş hayatı adil bir yer bulana kadar çırpınmanız gereken bir yer. Manipülasyonun nereden geleceği hiç belli olmaz. Kedi maması alıp dağıttırınca insan olduğunu sanan ama iş insan hakkına gelince susan elistisleri de gördük. Bazen kendimi yel değirmenleriyle savaşırken buluyorum. Kimin iyi kimin kötü olduğu iş son raddeye gelince belli oluyor. Yeni başlangıçlar zor. Ama bazen devam etmek de zor. Bazen dürüst olmasam daha mı doğru yaparım diye düşünüyorum. Bazen mizacıma uymayan bir ortamda ne kadar devam edebilirim diyorum. Bir sürü soru sordurtur iş hayatı çünkü hayatımızda maddi olarak ölçebileceğimiz belki de tek noktadır. Girdisi çıktısı analiz edilebilir. Analiz edip de iyi bir sonuç bulmayınca da kendinize güveninizi kaybediyorsunuz. Yeniden başlamak çok zor geliyor. Gerçekten zor. Devam etmek de zor.
sen yaşayacağını mı zannediyorsun?
sen hiç mezar taşında ''delikanlı'' yazdığını gördün mü?
adın, soyadın yazar.
***
öznel duygularım ve düşüncelerimdir, sektörel değişimlerde yaklaşımlar farklılık arz edebilir:
***
en kralına bir kurşun (mecazen) mottosunun hakim olmasından mütevellit bireysel silahlanmayı (mecazen) şiddetle tavsiye ederim.
ölürsünüz oğlum.
***
pazartesi para arıyoruz,
çarşamba para arıyoruz,
cuma para arıyoruz,
cumartesi bi' rahat uyuyoruz,
pazar huzursuz uyanıyoruz,
çünkü pazartesi yine para lazım.
ayık olduğum müddetçe tüm hayatım. bazen bayık kafamdan da çalar. kendi açımdan; hep riskli, hep kaygılı, kimin kimi koparmağa çalıştığının belli olmadığı, kör tuttuğunu siker hesabı herkesin herkesin kurdu olduğu, siktiğimin ucube serbest piyasası, bir nevi gangster paradise.
pis, şeytandan beter insanlarla, vatan hainleriyle muhatap olduğumuz bir cendere. karakterinden harcadığın, profesyonellik adı altında kolpalığı öğrendiğin, uyum sağlamazsan öleceğin, yeterince şanslıysan kral olabileceğin bir arena. düşük ihtimalle... çok, çok düşük. gecen, gündüzün yok. herkes tepende ve komisyonunu istiyor.
sonumuz hapis,
olmasa nefis.
fazlasında gözümüz yok.
uyum sağladıysan, o halde;
altın kural: her şey payını almak üzere kurulu. herkese payını vereceksin. idare etmek istiyorsan, herkes kendi payını alacak. düşmanın dostun, dostun düşmanın olacak. geriye sana ne kalırsa. ne mi kalır? geriye kalan şu: anlarsın ki, komisyoncu sensin ve payını alman lazım.
gümüş kural: seni öldürmeye gelen hiç kimse öldüreceğini bağıra çağıra gelmez, herkes gülümseyerek ve dostun olarak gelir. beklemediğin anda, en zayıf yerinden vurarak öldürürler. o yüzden; var olan hiçbir şeye güvenmemek, güven kavramına ''niye?'' diye sormak zorunlu. yoksa patlayan çeklerden biri olursun gardaş. düşmanlarını kendine çok yakın tut.
***
stresten babafingoyu iflas ettiren bir süreç. oligarşiyi sikerttikten sonra bizim kuracağımız yeni toplumda böyle şeylere yer olmayacak aq. vallahi seveceğiz, vallahi sevileceğiz.