altın gününden önce kabul günü vardı. her ayın üçüncü, onuncu ya da her neyse işte bir günü annelerin kabul günüydü. hanımlar görüştükleri dostlarının kabul günlerinin ayın kaçında olduğunu bilmekle mükelleftiler. ayın onbeşi necla hanımın mesela ama eski apartmanda görüştüğümüz mürüvvet teyzenin günü de ayın onbeşidir. o zaman bir ay biri ikinci ay diğeri ziyaret edilebilirdi. bu ziyaretlerde mütekabiliyet esastı. yani bir ziyaret iade edilmeden tekrar gidilmezdi. ziyaret edilmişseniz ziyaretçinize bir ziyaret borçlanırdınız. tabii çok yakın komşular bu protokole riayet etmeyecek kadar samimiyet tesis etmiş olurlardı. bu günlerde farklı insanlarla tanışmak, yakınlık hissedilen kimselerin gününü öğrenip yeni ziyaret silsileleri başlatmak da mümkün olurdu. daha sonra nasıl olduğunu şimdi hatırlamadığım bir şekilde gün gezmeleri belirli bir grup kadının bir sıra ile birbirlerini ağırladıkları ve işin içine altın, dolar vb. aldım verdim mevzuları da dahil olan kapalı toplantılar haline geldi. annelerimizin ayın belirli günlerindeki kabul günlerinin ziyaretçi sayısı gün günden azaldı herkes kendi gruplarını oluşturup aynı sosyal çevre içinde dönülmeye başlandı. artık kimsenin kabul günü yok. ikram işi de farklıydı kabul günlerinde. eski zamanın günlerinde bu altınlı günlerdeki kadar çok ve ağır ikram bulunmazdı. esas olan sohbet olurdu. konuklar sofra başında ağırlanmaz, hazırlanan ikram ev sahibesi tarafından tabağa porsiyon usulü dizilerek sunulur, oturulan yerden kalkılmaz kucakta yenirdi. altın günlerinde ise, külliyetli miktarda bir kaynak ev sahibine aktarıldığı için olsa gerek zamanla bu günlerde daha çok masraf yapılmaya, sofralar kurularak daha çok çeşit sunulmaya, çeşitler yarışmaya başladı. annelerimizin eski zaman günlerinde sunulan kek, poğaça, kurabiye ve böreklerin yanında, zeytinyağlı dolmalar, sarmalar, mercimek köfteleri, kısırlar ve daha daha neler ikram ediliyordu artık. para eski kabul günlerini de satın aldı. tarihe karıştılar. birşeyler daha eksildi hayatımızdan. alınır satılır oldu.