"Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.
Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendisini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir."
er ya da geç idiocracy haline gelen sistem. demokrasiyi kaldırır dediğimiz ülkeler de öyle çok göç aldı ki, üremenin eğitimle ters orantılı olması ilkesince, tüm dünyayı aptalların egemenliği bekliyor. ha elemanlar bu işin sonunu erkenden görür, buralara benzeme tehlikesini fark eder, sistemi değiştirirlerse o başka.
oysa insana yakışan yönetim biçimi, eflatun'dan beri apaçık bellidir: teknokrasi
Bir şekerci ile doktor sağlık için karşı karşıya geldiğinde, şekerciyi seçtiren sistemdir.
ben demiyorum, demokrasinin beşiğindeki en önemli insan, sokrates diyor:
Şeker dükkanı sahibi, rakibi olan doktor için diyecektir ki; "Bakın bu adam size çok kötü şeyler yaptı. Canınızı yaktı, acı iksirler verdi, ne yiyip içtiğinize karıştı. Size hiç bir zaman benim yaptığım gibi, ziyafet sunmayacak."
Doktorun Vereceği dürüst cevap "Evet ben size sıkıntı veriyorum Ama bunu size yardım etmek için yapıyorum." olacaktır. Sizce dinleyicilerin bu cevaba hakettiği saygıyı gösterme olasılığı nedir?
Sokrates'in demokrasiye karşı yaptığı bu uyarıyı tamamen yok saydık. Biz demokrasinin ancak çevresindeki eğitim sistemi kadar kaliteli olduğunu değil, mutlak iyi olduğunu düşünmeyi tercih ettik. Bunun sonucu olarak çok fazla şekerciyi lider olarak seçtik ve çok az doktoru.
Tuvalete gidilse bile cumhurbaşkanına teşekkür edilmemesi gereken sistem.
O bir idareci kardeşim onu sen seçiyorsun maalesef o da maalesef ülkeyi idare ediyor.
SAna bir şey verdiği falan yok sen cumhuriyet düzenin sana sağladığı faydalardan yararlanıyorsun kimse sana lütfetmiyor, ne zaman baksam cumhurbaşkanı cumhurbaşkanı.
Çıldırtacaklar adamı en son, senin iraden senin hakların.
Biz İnkılap veya sosyal bilgiler derslerinde gerçekten çok başarısızız demek ki ne bu biatçılık anlam verilir gibi değil.
Saltanat kalkalı 100 yıl oldu hemşerim, Günaydın.
temsili ve doğrudan ile çoğulcu ve çoğunlukçu ayrımlarının tüm topluma ilkokul seviyesinde anlatılıp öğretilmesi gereken hede. yoksa daha çok "sen oy kullanmazsan bu akp'ye yarar" goy goyu okur, yakınlarımız bile ekmek için ekmeleddin saçmalığına gözü kapalı oy verir, geçer. fikirsel çerçevede yetmez ama evet bile bu ekmek dilenciliğiyle oy toplama yönteminden daha onurlu olabilir.
bildiğim kadarıyla yukarıdaki ayrımları özetleyeyim (yazdıklarım tüm ayrıntılarıyla birlikte doğru olmayabilir. üniversitedeki bilgilerimin çoğunu unutmuş bile olabilirim. en azından "ben nasıl oy veriyorum?"u açıklamış olayım, siz de düşen elmalardan beğendiklerinizi toplarsınız işte):
1- doğrudan demokrasi (direct democracy): hayallerdeki demokrasi, antik yunan'da milattan önce 500-600 yılları civarında en sık uygulanan demokrasi çeşidi. doğrudan halk gücü esastır, temsil şeklinde vekil barındırmaz. kırıntısı olarak görülebilecek halk referandumları, doğrudan demokrasinin günümüze kadar ulaşmış araçlarından biridir.
2- temsili demokrasi (indirect/representative democracy): halkın temsil yetkisini seçimle yaparak vekil ataması ile yönlendirdiği demokrasiyi kullanma yolu. monarşinin cumhuriyete ılımlı baktığı bütün ülkelerde görülen kamaralar, konseyler, koltuklar, makamlar temsili demokrasinin işidir. yargı bağımsızlığını öne çıkarması ve kuvvetler ayrılığını benimsemesi ile insanların gözünü boyamış, "milyonlarca insanız, kim uğraşacak doğrudan demokrasiyle şimdi yaae?" fikrini aşılamıştır. "beni seç, ben senin yerine her konuda fikir belirteyim" mantığına dayanır.
2- a) mutlak/çoğunlukçu demokrasi (absolute democracy): demokrat parti'nin yaptığıdır. iktidarı ele geçiren çoğunluk, ülkedeki bütün insanlar adına karar alır ve her kararında da özgürdür çünkü seçilmiştir. doğrudan zulme kadar yolu açıktır. toplumsal kuralların uygulanmasındaki yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı gibi önemli ayrıntılar bu çoğunluk eliyle zevkle değiştirilebilir; hatta, bu değişiklikler referandumla bile yapılabilir. böylece aciz halk, kendi kararını doğrudan demokrasi aygıtı kullanarak gene kendisinin verdiği illüzyonuna kapılır. aslında tek yaptığı, çoğunluk tarafından empoze edilen 2 seçenek arasından birine karar verirmiş gibi yapmaktır. adına demokrasi bile dememek gerekir aslında ama "eze eze yönetmeye gidene kadarki yolu, gene de demokrasi yoludur" denilerek aynı kümenin altında gruplandırılır. tiranlıktan, diktatörlükten başka bi' şeye yol açmaz ama halk bunu göremez.
2- b) nispi/çoğulcu demokrasi (pluralist democracy): çoğunluğun seçilmesi ama azınlığı yönetirken sadece kendi kitlesine yarayacak her boku yememesi düzenidir. belirli bir kimliğe ait değil, tüm ulusun yönetildiği fikri her şeyin üstündedir. yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı gerekirse halkın aç kalmasından bile üstte tutulur. doğrudan demokrasi kadar ütopyadır çünkü özellikle kapitalistler böyle bir demokrasi çeşidinde üretimin hiçbir zaman hesaplanır seviyelerin üzerine çıkamayacağını ve illa ki resesyon yaşanacağını ileri sürerler (azınlık hakları her zaman korunduğu için çoğunluk hiçbir zaman para babası olamaz mesela. bu da, çoğulcu demokrasi ilkesinin temelinde bulunur. bu yönüyle bir miktar komünist bir yapı olduğunu bile savunmak mümkündür). sadece ülke olarak bakmayın; her türlü organizasyon içindeki koalisyonlar ve bu birlikteliklerin altlarındaki yapıyı yönetmesi çoğulcu olarak adlandırılır. adındaki nispi, bunun bir demokrasi modeli olduğunu belirtirken, aynı zamanda bu yapının da doğrudan demokrasiden uzaklaştığını belirtir. şöyle düşünün; oy kullandığınız parti, çalışmalarını sizin oluşturduğunuz kitleye göre değil, sıklıkla (ya da her zaman) azınlık gruplara yönelik yapıyor. yani, sizin hakkınızı değil, tüm azınlıkların (ve böylece tüm ulusun) hakkını koruma görevi güdüyor. sizin seçiminiz bu mantıkla birlikte boşa çıktığı için nispi dendiğini düşünmüşümdür. aslında "komünist demokrasi" falan da olabilirmiş adı.
şunları bilin de, sonra "ama şuna oy atmazsan akp'ye yarar" goy goyunu ileri sürmeye devam edin. hobi olarak da değil, baya devam edin, umrumda değil ama neyi savunduğunuzu öğrenin önce bi'.
1 gün sonra edit: kamu hukukçuları platformu'nun 2010'da tbb* çatısı altında basılan, yazdıklarımla doğrudan ilgili bir toplantı baskısı var. şuradan göz gezdirebilirsiniz. atlaya atlaya okusanız bile ufkunuz açılabilir.
insanlara seçme şansı verip "sen teröristsin, sen dinsizsin, sen osun, sen busun..." diyerek seçim şansını elinden almaktır.
"demokrasinin en büyük kusuru ise istidat, zeka ve kalite yerine kalabalığı koymasıdır."
h. nihal atsız
bu da farklı bir bakış açısı.
ve:
"cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. sadece seçim yaptığını zanneder. cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır."
nietzsche
Demokrasi azınlığın hakkını savunabilmesi sesini duyurabilmesi için vardır, aptal çoğunlukların aptallıklarını dayatması için değil. Burada sorun yine özgürlük sorununa çıkıyor. Ben bir birey olarak aptalca olan bir şeyi de seçebilir buna göre yaşayabilirim. Başkasının özgürlüğü sınırına dek. Ama demokrasi, toplum adına alınan kararlarda sırf çoğunluk öyle istiyor diye aptallığa izin veremez, verememeli.
murder king'in gürültü kirliliği albümden güzel bir şarkı. bağzılarının bu tarz müziğe ne kadar uzak olduğu kanıtlar nitelikte sözlere ve klibe sahiptir.
Gezi olaylarının sonlarına doğru çıkan albümden cesur sözler;
Yine şiddet yine kavga Bitmez ona buna her gün yafta Mayın olmuş, töre olmuş, şehit olmuş Habire lafta
Bizim ampul gelir aşka Oynar götü başı her gün başka Kana doymuş, gözü dolmuş, olan olmuş Habire yasta
Dinlenmek yok, sizdense asla Fişlenmek yok, insan yobazsa
Faili meçhul işler, görmez bürokrasi Saltanat olmuş hitler, sözde demokrasi Her yeri satmış yetmez, doymaz ki ecnebi Kabus olmuş gitmez, nerde demokrasi?
Kimi ümmet, kimi mafya Bitmez ona buna buna peşkeş, parsa Yola gelmez, zora gelmez, boyun eğmez Paraya asla
bizim ampul gelir aşka sallar sağa sola her gün başka ipe gelmez, sapa gelmez, iğrenmez işi palavra
demokrasi, yapı olarak; yunanca "demos" ve "kratos" kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır, yani "halk" ve "yönetme erki" (halk iktidarı.)
Modern demokrasi; rönesans hareketlerinin güç kazanması, akabinde Fransız devrimi ve Amerikan iç savaşı sonrasında atılan adımlarla liberté, égalité, fraternité (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) terimleri üzerine bina edilmiştir. Önceki demokrat rejimlerden ayrılan yanı ise; bütün halkın vatandaş kabul edilmesi ve kayıtsız şartsız olarak, fiil ehliyetine sahip her vatandaşın seçme ve seçilme hakkına haiz olmasıdır.
demokrasi denince akla bütün vatandaşların yönetim erki olarak söz alma, hukuk çerçevesinde hür irade ve beyanda bulunma hakkına sahibi olduğu, eşit ve katılımcı devlet rejimi gelmektedir.
demokrasi kökü itibari ile sınıfçıdır, sınıfçı olmak zorundadır. kadını, köleyi ve polise(dönemin şehir devletlerinin genel ismi polis olarak geçer) sonradan geleni yurttaş olarak görmez. antik yunan demokrarisinde öyle kurallar vardır ki bu düzende güç kimsede yoğunlaşmasın diye konulmuştur. buna rağmen platon'un yaptığı uyarı hiçe sayılmış ve retorik antik yunan demokrasisinin sonunu getirmiştir. kısacası, az kişiyle, seçkinlerle dahi yürütülmesi zordur.
peki bugün ne yapıyoruz? çok çok daha fazla kişiyle, herkese seçme ve seçilme hakkı tanıyoruz. sonuç ne? güreşçiden merkez bankası yönetim kurulu üyesi çıkıyor.
evet, yönetimler "katılımcı" bir mantığa muhtaçtır ama herkesin katılmasını gerektirmez. eskiden bile zor olan devlet yönetimi bugün artık bir uzmanlık alanı. en basitinden halkın %90'ı iktisadi politika bilmez, uluslararası ilişkiler bilmez, bilse bile yüzeysel çıkarımlardan ileri gitmez. peki bilmediği bir şey için bu insanlara seçme hakkını neden veriyoruz?
geri kalmış ülkelerde kötüye kullanılmaya çok müsait olan, korkunç sonuçlar doğurabilecek yönetim biçimidir. diktatörlüğe giden yolu açtığı taktirde monarşiyi mumla aratabilir. çünkü vatandaşlarına eziyet eden, halkın belli bir kısmının memnun olmadığı bir padişah uygun şartlar oluştuğunda devrilip yerine yenisi getirilebilir (bkz: patrona halil isyanı); ancak demokrasiyle başa gelmiş bir devlet başkanı isterse halkın %49,99'u kendinden nefret etsin, geri kalan %50,01 karşı çıkmadıktan sonra seçilmiş olmanın ona verdiği güçle ülkeyi istediği yere götürebilir, belki cehennemin dibine...
oscar wilde'nin "Geri kalmış demokrasiler için: "Herkes fikrini söyler, kararı ben veririm. Burada demokrasi var." şeklinde açıkladığı yönetim biçimidir.
çoğunluğun kararına saygı duymayı gerektiren yönetim biçimidir.
şahsen ben demokrasiye inanan bir insanım. lakin demokrasi dediğin şaibe barındıramaz. oldu bittiye getirilemez. demokrasiyi araç olarak kullananların elinde oyuncak olamaz.
olursa, sonu hoş olmaz. hiçbir zaman olmadı. gelecekte de olmayacak.
bu milleti korkak sananlar, özgürlüklerini alabileceklerini sananlar, açıp bir tarih kitabi kurcalasın. sabrını zorlamasın daha fazla.
temelde antik yunanda ortaya çıkmış ve sonraki süreçte değişen ekonomik koşullarla birlikte altı dolup boşalmış bir kavramdır. ilk ortaya çıktığı süreçte, antik yunanda sadece yunan gensine mensup kişilerin haklarını barındıran bir sistem iken günümüzde çoğunluğun taleplerinin yerine getirilmesini sağlama biçimidir. fakat demokrasi de bir takım handikaplar içeren bir sistemdir. içinde bulunduğu ülkenin ekonomik gelişmişliği demokrasinin boyutlarını belirler. şöyle ki eğer gelişmekte olan ve içerisinde farklı azınlıklar barındıran bir ulus devlet iseniz, çoğunluğu oluşturan etnik kökenin pratikte daha eşit bir demokrasiye sahip olması kaçınılmazdır. çünkü önce büyük şehirlere yatırım yapılır ve önce major olan etnik köken istihdam edilir. sonra sistem büyüdükçe yatırım alanı genişledikçe diğer etnik kökenler de üretim sistemine dahil olmak zorunda olduğu için onların da major etnik kökenle aynı haklara sahip olma sorunsalı doğar ve demokrasi onlar için de daha eşit işlemeye başlar. bu 1800ler ingiltere'sinde de böyle olmuştur, günümüz türkiye'sinde de... fakat eğer ülke tüm toplumun ihtiyacı olan üretimi yapabilecek büyüklüğe ulaşmışsa bu noktada toplumdaki her birey toplumu eşit derecede yeniden üretebildiği için sistemle olan mesafesi aynıdır ve eşitliğin daha oturduğu sistemleri görmek ancak bu noktada daha mümkündür. farklı etnik kökenlerin, farklı cinsel eğilimlere sahip kişilerin ayrımcılığa maruz kalmadığı toplumlar büyük ölçüde gelişmiş üretim araçlarına sahip ülkelerde mümkündür ve baktığımızda bu ülkeler mevcut demokrasinin erişebileceği örnek noktalar olarak gösterilirler.
üzerine en çok kitap yazılmış insanlık erdemidir. fakat sadece şunu bile içselleştirsek binlerce yıl daha yaşar gideriz bu korkunç güzel gezegende. demokrasi farklılıklarımızı tanıyarak bir arada yaşayabilme kültürüdür.
insanların yaşamında ekmek su kadar değil, ekmek sudan bile daha değerli bir olgudur. zira bugün 5 şirket tarafından devletin varı yoğu, ekmeği suyu sömürülüp hortumlanırken, ve hatta bu tamamen hukuki olarak yapılırken, çalınan ekmeğinin suyunun hesabını adaletle soramıyorsan bu demokrasi olmadığı içindir. ekmeksiz, susuz günlerce yaşayabilirsin. fakat demokrasi olmadan daha uzun yıllar her şeyin kirli eller tarafından çalınacaktır ve sen de hesap soramayacak bir andaval haline geleceksindir. aç kalmak bir andaval olmaktan yeğdir.
bugün artık orta sınıf diye bir şey kalmadı. dünya lisetelerine her gün daha üst sıralardan giren dolar milyarderlerimiz var. bir de açlık sınırında yaşayan bir sıradan vatandaşlar. karl marks'tan bir alıntıyla daha net anlatmak isterim bu durumun vahametini. toplumun bir kutbunda ne kadar aşırı servet birikirse, diğer kutbunda sefaletin, acının, cehaletin ve zihinsel bozulmanın o kadar biriktiğini söyler marks.
demokrasi olmadan insanlar her gün daha fazla açlığa ve sosyolojik olarak da aptallığa mahkum edilmekte.