“Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, “ muasır medeniyet” seviyesinin üstüne çıkaracağız. " / 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi, Mustafa Kemal Atatürk.
Batılılaşma hareketlerini anlatırken, Osmanlı'nın ıslahat hareketlerine kadar geriye gidip sıkıcı tarih bilgilerini vermeyeceğim. İlk önce bir şeyin ön kabulünü yapmamız lazım, bizler hiçbir zaman batılı bir devlet olamayacağız.
Bizlerin içerisinden hiçbir zaman bir Micheal Jackson, bir Salvador Dali ya da bir Stanley Kubrick çıkmayacak. Bu insanların " biricik " olmalarından ve bizlerin onları ortaya çıkaran kültürü yaşamadığımız ve benimseyemeyeceğimiz için bu sanatçılar " gibi " sanatçılarımız olmayacak hiçbir zaman. Keza onlarında hiçbir zaman bir nazım Hikmet'i, bir neşet Ertaş'ı bir Mevlana'sı olmayacak. Bilim ve spor için bunları söylemek mantıksız olur çünkü bilim ve spor sübjektif ( öznel ) değil objektiftir. (nesnel ) yani bizim içimizden Einstein çıkma ihtimali hep vardır. Aslında bizler geçmişten günümüze “ batılılaşmayı “ “ modernleşme “ ile karıştırdık ve bir anlam karmaşası doğurduk. Halbuki kazın ayağı öyle değil. Bizler ne kadar Batılılaşırsak Batılılaşalım asla modern bir toplum olamayacağız. Çünkü modernleşmenin yolu Batılılaşmaktan geçmiyor. Örneğin Japonya. Japonya bir batılı devlet değil ama kim onların modern olmadığını iddia edebilir? Kimse.
Osmanlı’da 18. Yüzyılın başından, 20. yüzyılın başlarına kadar yapılan modernleşme hareketlerine baktığımız zaman hep bir batıya öykünme söz konusudur. Kurumları ve yönetimleri batı gibi yapılırsa onlara yetişileceği düşünüldü fakat olmadı. Gelelim Cumhuriyet dönemi yeniliklerine. Toplamda 4 ana başlık altında toplayabileceğimiz inkılap hareketlerinden sadece “ kılık kıyafet “ konusu haricinde yapılan değişiklikler gerçek anlamda modernleşme çalışmalarıdır. Kılık kıyafet değişikliğinin yapılması konusunda ise yeni kurulan Türk devleti ve toplumunun eski görünümünden kurtarmak için olduğu bazı tarihçiler tarafından söylenmekte. Yani Cumhuriyet dönemi inkılap hareketlerinin, batıyı öykünme değil, Türk toplumunun ihtiyaçları ve kültürünü göz önüne alarak yapılan inkılaplar olduğunu söyleyebiliriz.
Batılılaşma veya Modernleşme esasen batı ülkelerinin batı dışı ülkeleri kontrol etmek için kullandığı bir kavramdır. Hatta 1950’li yıllardan itibaren birçok modernleşme kuramcıları ortaya çıkmış ve modernliğin tanımını yapmış modernleşmek için yapılması gerekenlerden bahsetmiştir ve modernleşme modellerinden bahsetmişlerdir. Ancak burada bir model sorunu gündeme gelmiş ve gelişmekte olan toplumlar için bu modelin Batı olduğu düşünülmüştür. Azgelişmiş toplumların Batı’nın gelişme aşamalarını izlemeleri bazı batılı kuramcılar tarafından ‘normatif’ olarak nitelenmiş ve Batı’nın model olma ayrıcalığı tartışmaya kapalı tutulmak istenmiştir. Buradan çıkaracağımız sonuç ise kimin gelişmiş kimin modernleşmiş olduğuna yine modernleşmiş ülkeler karar veriyor. Zaten modernleşmiş olan toplumlar modernleşmelerine devam ettiği, kendisini aşmaya devam ettiği için de modernleşmemiş toplumların modernleşmesi imkansız hale geliyor. Çünkü bir toplum batıyı örnek alarak ne kadar modernleşirse modernleşsin sürekli batının bir önceki aşamasına gelmiş olacak ve sürekli batıya göre modernleşememiş olacak.
Peki yapılması gereken ne? İlk önce batılılaşmayı ve modernleşmeyi ayrı tutmak lazım. Batıcı görüşü ise komple reddetmek lazım. Çünkü batı dünyası konu modernlik olduğunda bir otorite değildir. Bizim yapmamız gereken Türk kültürünü ve toplumunu iyi analiz etmek, sorunları ve geri kalmış yanlarını tespit etmek ve Türk kültürüne ve toplumuna uygun bir biçimde çözümler üretmektir.
Ben böyle yazdım diye batıyı siktir edip modernleşmeyi doğuda örneğin Japonya’da aramakta takdir edersiniz ki saçma olacaktır. Bizler ne kadar batıcı veya Japon yaşarsak yaşayalım onların kötü bir taklidi olmaktan, onlara yabancı olmaktan öteye gidemeyeceğiz. O yüzden bırakın bu sağa sola hayranlığı, kraldan çok kralcı olmayı. Bizlerin kendimize has bir tarihsel sürecimiz var, kendimize özgü bir coğrafyamız var ve bunun sonucunda bugünlere gelmiş bir “ dilimiz “ var. Bizim geçmişimiz ve dilimiz diğer toplumlardan farklı olduğu için bizim modernliğimiz de diğer toplumlarınkinden farklı olacaktır.
doğu ülkelerinin ortak sorunu. sadece rusya, batı ile aynı düşünsel altyapıya sahip olduğu için az hasarla atlatmıştır. gerçi az hasar da devletinin fransızca olması, sakal uzatanın zorla sakalının kesilmesi vs.
aslında buradaki "batı", roma katolik kilisesi etrafında gelişen bir atmosfer. bu sebeple balkanlardaki ülkeler coğrafi olarak batıda olsa da, batı ülkesi muamelesi görmezler. ruslar da hristiyan olmalarına rağmen doğu roma kültürünü benimsediği için batı ülkesi olamamıştır. ama latin amerika ülkeleri avrupa ülkesi olmamasına rağmen batı ülkesi sayılır.
samuel p. huntington ise batıyı roma katolik kilisesi temelli kabul etse de latin amerika ülkelerini batı ülkesi olarak görmez.
işte batılılaşma biraz da bu sebeple doğu tarafından istenmez. çünkü temelindeki düşünce kendi inancına terstir. evet, doğu ve batı hristiyanlığı da çatışma halinde.
gerçi artık abd tarafından herkese çokkültürlülük dayatılıyor. batılılaşma, yönünü batıya dönme falan yalan oldu artık. artık batı yok, abd var. sadece çin ve japonya çokkültürlülüğe direniyor. onlar da milliyet bazlı ülkeler olduklarından.
tabii günümüzde artık "ben kendimi isveç asıllı çinli , non-binary bir kedi olarak tanımlıyorum." bile diyebiliyorsunuz. yarın sarışın mavi gözlü bir isveçli "ben çinliyim" deyip çin'e vatandaşlık için başvurursa şaşmamak lazım...