tam adı Jean Nicolas Arthur Rimbaud olan 1854-1891 yılları arasında yaşayan fransız şair.
modern şiirin ve sürrealizmin öncülerindendir.
dönemin eğitim sistemi kendisine ters gelecek olacak ki okuldan kaçıp fransa-prusya savaşı'na katılır.
17 yaşında şiir yazmaya başlar, 21 yaşında şiir yazmayı bırakır. şiirlerini les illuminations'da toplar.
kendisi gay miydi liberten miydi bilemem ama şu bir gerçek ki paul verlaine ile aşk yaşamıştır. daha sonra bu aşkını unutmak için de üç kıtayı gezmiştir. 37 yaşında da kanserden ölmüştür.
// bu başlık alfred brian charles tarafından ukde olarak kaydedilmiş
daha ergenken kadınlar ve evlilik konusunda güzel bir tespit yapmış şair:
"güvenli bir konumdan başka bir şey istemez kadınlar. güvenlik kazanılınca bir yana bırakılır yürek de, güzellik de: bir şey kalmaz geriye soğuk hoşgörüden, günümüzün bu evlilik besininden başka."
babasının ve annesinin bir etkisi var mı acaba böyle düşünmesinde, insan merak ediyor.
shakespeare'in hamlet'inden ophelia'ya yazdığı şiiri çok severim. zaten rimbaud; doğa yoluyla kutsal, ilahi olan her şeye dokunma konusunda ustaydı. bu şiir güzel bir örneği bunun.
Yıldızların uyuduğu, sessiz, kara
Dalgalarda Ofelya iri bir zambak,
Yüzüyor duvaklı uzanmış sulara...
- Avcı borularının ezgisinde bak.
Bin yıl geçti, Ofelya yine üzgün,
Uzun sularda kefen gibi akıyor.
Bin yıldır, gündüz gece, deli gönlünün
Hüznünü meltem yellerine döküyor.
Dünyanın görüp görebileceği en özel şairlerden bir tanesi. Buraya güzel bir biyografi de ekleyeceğim ama şimdilik kendi anlatımıyla dinlemeli:
-şimdi gelelim bana. böylece daha az kırgın olurum dünyaya. beterin beterini tatmadığıma şükür. hep tatlı çılgınlıklarla geçti ömrüm, işte bu beni kıran. boş ver! asabildiğimiz kadar asalım yüzümüzü. belli, dışındayız dünyanın. çıt yok. duyarlılığım da kalmadı. oy şatom, saksonyam, söğüt ormanım. akşamlar, sabahlar, geceler, gündüzler. bitkinim! cehennemim olmalı öfkem için, cehennemim olmalı gururum için ve tembelliğim için; bir cehennemler konseri.
-on iki yaşımda beni kapadıkları bir tavan arasında dünyayı tanıdım; kafamda canlandırdım insanlık güldürüsünü. tarihi belledim şarap mahzeninde. bir kuzey kentinin gece şenliklerinde eski ressamların bütün kadınlarıyla karşılaştım. bana eski çağ bilimlerini öğrettiler bir izbe ara sokağında paris'in. baştan başa doğunun kuşattığı eşsiz bir konutta koskoca yapıtımı tamamladım; yüce yalnızlığımı geçirdim orada. mayaladım kanımı. ödevim bağışlandı. artık bunu düşünmemeli bile. öte dünyalığım ben gerçekten; göreceğim bir iş yok burada.
-bir ambarda tanıdım dünyayı, on iki yaşımda kapatıldığım; sergiledim insanlık güldürüsünü. tarihi, bir şaraphanede öğrendim. rastladım tüm kadınlarına eski ressamların, bir kuzey kentindeki şu ya da bu törende. eski bir çarşısında paris'in bana eski bilimler öğretildi. yam yöresi doğu görkemli bir evde tamamladım sonsuz yapıtımı ve ünlü köşeme çekildim. kanımı mayaladım. görev bitti. bunu düşünmeye gerek bile yok. artık tamı tamına gömüt ötesindenim ve görevler yok.
-bir mucidim benden öncekilerden çok daha başka değerde; hatta bir müzisyenim, aşkın anahtarı gibi bir şeyi bulan. şimdi, beyefendisiyim göğü sade kekre bir kırın, duygulanmak istiyorum düşünüp anısını dilenci çocukluğun, çıraklığın ya da tahta ayakkabılarla gelişin, kalem kavgalarının, beş ya da altı dulluğun ve güçlü başım engel olduğu için dost uğultulara erişemediğim şu ya da bu balayı gecelerinin. eski göksel kıvanç payımdan yakındığım yok: bu sade havası kekre kırın hani hani işliyor acımasız kuşkuculuğumu. ama zaten bu kuşkuculuk artık işe yaramayacağından ve kendimi yeni bir kargaşaya adadığım içindir, bekliyorum beterin beteri bir deli olmayı.
-karanlık koltukta oturan bilginim ben. dallarla yağmur çarpar okuma odasının penceresine. o bodur ağaçlar arasındaki yolda yürüyen benim; su bendinin uğultusu ayak sesimi örtüyor. uzun uzun bakıyorum karasevdalı altın akıntısına batan günün. engin denize açılan mendirekte bırakılmış çocuk ben olmalıyım, o oğlancık, alnı göğe değen ağaçlık yolda.
-sevdadır en şaşmaz ölçü, yeniden bulunmuş ölü. umulmadık şahane us ve sonsuzluktur o; yazgıların sevilmiş makinası. iyi biliriz ayrıcalığını hepimiz, dehşetini tattık, bizimkini de tattırdık; ey sağlığımızın kıvancı, yeteneklerimizin coşkusu, bencil şefkat ve ona karşı büyük tutku, kendi sonsuz yaşamı için bizi seven ona karşı.
-kendimi hep o geçmişte görmek isterdim. ve hep yalnız, kimsesiz; sahi, hangi dildi konuştuğum? ne isa'nın, ne de o'nun temsilcileri olan derebeylerinin meclislerindeki benim. kimdim geçen yüzyılda: yalnız bugün buluyorum kendimi. ne göçebeler var artık, ne de garip savaşlar. her şeyi kapladı aşağılık soy, halk denen şeyi, usu, ulusu ve bilimi.
-elveda buralara, gideceğiz neresi olursa olsun. biz gönüllü askerler, acımasız felsefemiz olacak; bilim uğruna bilgisiz, rahat uğruna ezilmiş; kıkırdamak, sürüp giden bir dünya için. gerçek yürüyüştür bu. ileri!
-general, yıkık tabyalarında eski bir top kalmışsa, topa tut bizi kuru keseklerle. görkemli mağazaların camekanlarında! salonlarda! tozunu yedir kente. paslandır olukları. kızgın yakut tozlarıyla doldur kadınların süslenme odalarını!
erdoğan alkan çoğu şiirini türkçeye çevirmiş, şiirlerini çevirmekle kalmayıp derlemelerine çok güzel önsözler yazmış, rimbaud'nun hayatını anlattığı önsözlerde hele, rimbaud'yu bir roman kahramanı haline getirmiştir. ona ait bir çevirisiyle en sevdiğim rimbaud şiiri şudur:
Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim, Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar; Başakları devşirip otları ezeceğim, Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar.
Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen düş Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu, Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.
bir çırpıda gençliğini yaşamış ve gençliğinden vazgeçmeden olgunlaşıp bilgeleşme cesaretini gösterebilmiş olan insan. Victor Hugo’nun deyimiyle “küçük Shakespeare”. Paris’in devrimci ruhunun çağrısına kapılıp defalarca evden kaçmış, yolculuğunu yolda karşılaştığı kişilere şiirler okuyup hikayeler anlatarak finanse etmiştir. araştırmacı Baronian, şairin annesini “böylesine erken gelişmiş bir dehanın önünde kaybolmuş bir anne…” olarak tanımlamıştır.