1. 1821 - 1880 yılları arasında yaşamış yazar.
    en bilindik romanı 'dir. ben de bir tek bu kitabını okudum.

    realizm akımının ülkesindeki öncülerinden.
    modern romanın babası olarak kabul ediliyor.

    liseden sonra hukuk okumuş ama bir rahatsızlık sonucu okulu yarım bırakmış. o da küçüklüğünden beri meraklı olduğu edebiyata yönelmiş.
    eserleri:

    :

    Bir Delikanlının Hikayesi
    Gönül ki Yetişmekte
    Ermiş Antonius ve Şeytan
    Bouvard ile Pecuchet
    Salambo

    :
    Gönül Şatosu

    :
    Üç Hikaye

    :
    Basmakalıp Düşünceler Sözlüğü
    Kitap Deliliği
    Kırlarda ve Kumsallarda
    #86609 morgase | 7 yıl önce
    0yazar 
  2. özellikle kitabı ile fransız edebi realizminin öncülerinden biri hâline dönüşen yazar.

    "1821 yılı aralık ayının 21. günü fransa'da rouen şehrindeyiz... yeryüzünde o gün kim bilir başka ne olaylar cereyan ediyordu ama, edebiyat tarihinin en belli-başlı hadiselerinden biri muhakkak ki o gün olup bitmişti: çünkü rouen şehrindeki hotel-dieu hastanesi'nin başcerrahı olan prof. flaubert'in bir oğlu dünyaya gelmiş, o da çocuğa gustave adını vermişti. fakat o anda sayın profesör günün birinde bu adın bütün dünyaya yayılacağını, oğlunun yazdığı romanları milyonlarca insanın heyecanla, zevkle okuyacağını düşünmemişti elbet."

    türkiye'nin önemli çevirmenlerinden , 1959'da için gustave flaubert hakkında bir konuşma yapar. flaubert'in kitaplarından da çeviriler sunan tiryakioğlu, konuşmasını yukarıda alıntılanan paragrafla açar. güzel bir anlatı olduğunu düşündüğüm için, flaubert hakkında konuşmaya bu cümlelerle başlamayı tercih etmiş bulunalım ve yazdığı pek az sayıdaki kitap ile edebiyat tarihine makbul derinlikte izler bırakan flaubert'in önce yaşamına, sonra edebi tarzına bakmaya çalışalım.

    bir hekim'in çocuğu olarak dünyaya gelen flaubert, çocukluk yılları boyunca babasının hekimlik yaptığı hastanede vaktini geçirir. orada hem babasının öğrencilerinden gördüğü ilgi hem de diğer çalışanların çocuklarıyla vakit geçirebilme imkanına erişmesi, küçük flaubert için fazlasıyla keyif verici bir şeydir. bununla birlikte hastanelerde olabilecek birçok "sarsıcı" durumla da çocuk yaşta tanışır. yani aslında ölümlerin, sakat kalmaların, hastalıktan atılan çığlıkların eşliğinde geçen bir çocukluk, flaubert için ilerleyen yıllarda içe kapanık bir yapının ortaya çıkmasına da önayak olacaktır.

    1941'de hukuk fakültesine başlamasının ardından flaubert, kendisini derinden sarsacak olan iki felakatle karşılaşır. 1943'te babası, 1946'da ise kız kardeşi ölür. aile bağları gayet sağlam bir şekilde yetiştirilen flaubert için ölümler, telafisi zor bir durum doğurur. bu noktada ise devreye, kız kardeşinin doğum yaparken ölmesiyle sonuçlanan bir çocuk girer. kız kardeşinin çocuğu flaubert'in yaşamında bir tutamak noktası haline gelecektir. hukuk fakültesini ise sara olduğu sanılan bir rahatsızlıktan dolayı bırakır. bu durum flaubert'te kötüye meyledecek hiçbir sonuç doğurmaz. çünkü lise yıllarından bu yana aklında olan, yazarlıktan başka bir şey değildir.

    flaubert "kafa dinlemenin" fırsatını kollarcasına, yanına annesini ve kız kardeşinin çocuğunu alarak ailesinin yaz aylarını geçirdiği trouville adlı sahil şehrine yerleşir. burada geçirdiği vakitte ilk esaslı ilişkisini yaşar. ingiliz ateşesinin kızı olan elisa, evli bir kadındır. bu yüzden aralarındaki ilişki de kısa erimli bir ilişki olur.

    1946 ise bir şair olan ile tanışır. collet esaslı, iddialı ve inatçı bir kadındır. flaubert ise çalışmaya gömülmüş bir vaziyetle herhangi bir ilişkiye hat safhada vakit ayıramayacak bir noktadadır. ikili arasında bu anlaşmazlıklardan dolayı çok sert tartışmalar geçmesine rağmen 10 yıllık bir birliktelik yaşanır. ayrılmanın ardından ise collet ile yıllar yılı sürecek olan bir mektuplaşma başlar.

    hukuk fakültesi zamanında tanıştığı ünlü fransız yazar ile, yaşadığı sorunlardan dolayı hekimlerin tavsiyesi üzerine bir yolculuğa çıkar. uzunca sürecek olan bu yolculuk; mısır, türkiye, yunanistan, italya gibi daha çok "sıcak memleketleri" kapsar. tavsiye üzerine gerçekleşen bu seyahatin ardından flaubert, yine annesi ve yeğeni ile birlikte bu sefer croisset kasabasına çekilir. yeğeninin eğitimine olağanüstü çaba harcar.

    1880'de manevi oğlu olarak bilinen, olay öyküsü akımını başlatan ünlü yazar 'ın ilk eseri büyük bir başarı sağlar. flaubert, maupassant'ın bu başarısından dolayı yaşama daha keyifle bakmaya başlar. bu mutluluk esintileri eserken; croisset kasabasında sessiz sakin bir şekilde, ölümle karşılaşır flaubert. gün olarak 5 veya 8 mayıs üzerine netlik olmasa da, 1880'de edebiyat tarihine az sayıda fakat etkisi büyük kitaplar armağan etmiş biri olarak yaşamını yitirir.

    "flaubert mi? o öyle bir devdir ki bir kutu yapmak için koca bir ormanı devirir."

    , flaubert hakkında böylesi bir yaklaşımı sunar bizlere. flaubert ne olmalı da, kutu-orman alegorisi doğru olsun? dumas bunu söylerken muhtemeldir ki flaubert'in titiz ve dikkatli çalışmasından bahseder. birkaç romanı bulunan yazarın hemen hemen bütün romanlarının yazımı yıllarca sürer. mesela pek meşhur madame bovary, 5 yılda yazılır. yaşamına tek bir roman sığdıran yazarlar da mevcuttur elbette. fakat flaubert'in aralıksız bir biçimde yazmaya çalışması, günlük 10 saati aşkın bir çalışmanın ardından kimi günler yalnızca bir cümle yazabilmesi, tekrar ve tekrar düzenlemelere odaklanması... esasında bunlar, onu diğer yazarlardan ayrıştıran birtakım öznelliklerdir.

    romantizmin yüksek edalarda şekillenen tarzına karşı, sert bir duruş ortaya koyar flaubert. bu noktada realizme yönelik doğurduğu bir öncülükten bahsedilebilir. ve tabii du camp, ile birlikte daha sağlam temellere oturan natüralizmde de flaubert'in katkısını görmek gerekir. salt yazdığı romanlarla değil, edebi çevrelerle yaptığı mektuplaşmalarda da bunun çerçevesinin çizilmesine yönelik önemli temalar işler.

    "hayalin dizginlerini aklın ele alması" gerektiğine inanan flaubert, saatlerce çalışır... kimi zaman tek bir cümle çıkar ortaya ve bu cümleyi sesli bir şekilde defalarca kez okuyarak odasında ileri geri gezinir. aslında bu, davranışsal bir yöntemden öte yazın tarzına işaret eder flaubert için. çünkü edebiyat onun için; romandaki karakterlere müdahale edilmemesi gereken, onların etik olmayanlar dahil her yönüyle işlenmesi gerektiği savunulan, kelimelerin "en ahenkli" halleri ile yan yana gelmelerini ortaya koyması gereken bir kavramdır. anlatırken karakterlere karışmamalı ve kanaatlere olabildiğince boğulmamalıdır bir yazar. buna karşılık yine aynı yazar, kelimeleri bir araya getirmek için titizlikle çaba harcamalıdır ki işte sanat budur diyebilsin flaubert.

    öylece yazmak veya şöhret elde etmek... sanatı üst tabakalara denk düşürürcesine benimsemek... birçok kelam edilebilir bunlara dair fakat biz kapanışı, flaubert'in kendisi ile yapalım:
    "benim asıl amacım tanınmak değildir. daha büyük bir amacım var: kendimin hoşuna gideyim istiyorum. başarı benim için hedef değil, sonuçtur. işte ben, bu sonuca doğru yürüyorum. olgunlaşmamış bir cümleyi yazmak için bir tek saniye acele etmektense öleyim, daha iyi."
    #150242 docendo discimus | 6 yıl önce (  6 yıl önce)
    2yazar