1. "dayanılmaz derece sıcak vardı. etkisinden kurtulmak için kabineme çekidim. vapur durmuştu. biraz kestirmiştim. hemen kalktım. acele merdivenleri çıkarak güverteye kendimi attım: küme küme köpek cesetleri ve etrafa yayılan çok fena bir koku. kaptan köprüsünde toplanmış olan arkadaşlarımın yanına çıktım. hepsi mendilleriyle burunlarını tıkamışlardı. koku o derece dayanılmaz bir hal almıştı ki ikinci kaptan emir verdi! kamaraların kapılarını, pencerelerini kapadılar. vapurun diğer kısımları da kapatıldı.

    bir mil uzakta ağaçtan, bitkiden oluşmuş yalçın bir kayadan ibaret olan ada gözüküyordu. güneşin parlak ışınları görme kabiliyetimizi azaltmış olduğundan üzerinde bulunan hayvanları önce farketmemiştim. zannediyordum ki bu ada üzerinde taşlar hareketli, büyük bir kütle halinde çalkalanıyor, kaynaşıyor. bu yanlış görüşü güneşin etkisi yapıyor diye düşünmüştüm.

    yalçın kayanın üstünde köpekler karınca gibi kaynıyor. bir kısmı kıyıya yayılmış, güneşin yakıcı sıcağından kurtulmak için ve biraz serinlemek için kendilerini suya atmışlar. diğer bir kısmı tepelere tırmanmış adeta tiyatrolardaki panoramaları andıran acıklı bir tablo vücuda getirmiş. yaklaştıkça durum ve görünüşler daha belirleniyor. dürbüne ihtiyaç duymaksızın gözlerimizle her şeyi, bu zavallı hayvanın çaresiz çırpınışlarını elemle görüyor ve izliyorduk.

    köpeklerin en büyük kısmı sahili takip eden kayalık üzerinde toplanmıştı. pek çokları güneş hararetinden kavrulmuş, serinlemek için var güçleriyle suda yüzüyorlar, son takatlarına kadar suda kalmak istiyorlar. ötede beride görülen cesetlerin etrafında dolaşarak, çabalayarak bir parça et koparmaya çalışıyorlar... karadaki diğer kısmı ufak bir gölge bulabilmek için taş kovuklarına sığınmak üzere delik, deşik arıyorlar... diğer bir kısmı ise adeta delirmiş gibi oraya buraya koşuyorlar, sürekli kendi etraflarında dönüyorlar... seslerini şimdi tam olarak duyuyorduk. işittiğimiz bu feryatlar köpek havlaması değil adeta insan feryadı idi.

    kaptan geminin düdüğünü çaldırdı. zavallı hayvanlar bir yardım sesi duymuş gibi heyecanlandılar. bu sese hayvanların nasıl yalvarırcasına cevap verdiklerini size anlatamam. bilmem göz önüne getirebiliyor musunuz? feryat ve inilti saçan bir yalçın kaya. bir yanardağ ki ateş yerine feryat, duman yerine cesetler saçıyor. bu kızgın zemin üzerinde su, yiyecek için ağızları açık köpekler...etrafında martıların uçuştuğu cesetler kısım kısım denizde lekeler oluşturuyor. vapur hareket etti. zavallı köpekler yine bizleri son bir ümit ile takibe çalışarak çırpınıyorlar. hiçbirşeyden habersiz geminin dalgaları onları büsbütün baturuyor, boğuyor, öldürüyordu. ne karada ne denizde ölümden başka onlara el uzatan yoktu. uzaktan bir romorkör'ün adaya doğru geldiğini gördük. arkasında iki mavna köpek dolu kafeslerle aynı adaya gidiyor. hayırsız ada'nın aç sakinlerine istanbul'dan taze köpek getiriyorlardı. biz uzaklaştık. marmara'nın yüzü üzerinde siyah bir nokta halinde kalan bu müthiş manzaralı adadan bakışlarımızı ayıramıyorduk"

    (kaynak: dr. zekai muammer tunçman 1965, türk mikrobiyoloji yayını, s: 115-122)
    #73967 pugio | 7 yıl önce (  7 yıl önce)
    0ada 
  2. Tarihe kara leke olarak düşen adı geçen yerin mazisiyle alakalı ’nın 26 Nisan 1998 tarihli köşe yazısındaki ifâdeler özetlemektedir:

    “[…] , mâlûm, dört ayaklı mahlûklarının adedi her zaman için yüksek olan şehirdi ve ta Bizans’tan beri bu böyleydi. Köpek nüfûsundaki artış bazı zamanlarda patlama hâlini alınca yönetimler çâre bulmaya çalıştı. Bulunan çâre, genellikle köpekler için bir ‘toplama kampı’ yapılması oldu ve kamp ’nın ortasındaki Hayırsızada’da kuruldu. İstanbul köpekleri, ilk toplu sürgünlerinden birini 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, İkinci Mahmud zamanında yaşadı. Hükümdar, İstanbul’da ne kadar köpek varsa yakalanıp adaya gönderilmesini buyurdu, birkaç gün boyunca şehirde belki de tek bir hayvan kalmadı ama İstanbullulardan hiç beklenmeyen tepkiler yükseldi: Halk, “Hayvanlara eziyet etmek uğursuzluk getirir, başımıza iş açılır, köpekleri orada bırakmayalım.” diye homurdanmaya başlayınca Hayırsızada’daki sağ kalan köpekler, yeniden teknelere konup İstanbul sokaklarına salındı. Ama uğursuzluk da geldi: Mısır Valisi ’nın oğlu İbrahim Paşa’nın ordusu ’den kalktı, ’ya kadar girdi. askerleri, taraflarına da şöyle bir uzanıp geri döndüler. Sonra aradan seneler geçti, 1910’a gelindi ve “köpek meselesi”ni çözmeye bu defa da İstanbul yâni Belediye Başkanı soyundu: Haziran başında İstanbul’daki bütün köpeklerin yeniden Hayırsızada’ya yollanmasını emretti. İktidârdaki İttihâdçılardan da destek aldı ve birkaç gün içinde 80 bin civarında köpek, lara yüklenip yeniden mecbûrî bir ada yolculuğuna çıkartıldı. Hayırsızada, sadece kayaydı; dikili tek bir ağaç bile yoktu ve 80 bin köpeğin feryâdı, söylendiğine göre geceleri İstanbul’dan bile işitilir olmuştu. Sesler, birkaç gün sonra kesildi, zirâ yaşayabilmek için birbirlerini yiyen köpeklerden artık bir teki bile hayatta değildi. Ama İstanbul halkının beklediği uğursuzluk da gecikmedi: Balkan Savaşı patladı. Suphi Bey’in ortadan kaldıramadığı köpekleri yok etmek, sonraki belediye başkanlarından birine, Operatör Cemil Paşa’ya (Topuzlu) düştü. Paşa, seneler sonra çıkarttığı “80 Yıllık Hatıralarım” başlıklı kitâbında kendi dönemindeki köpek kıyımını “Meşrutiyetin ilânından sonra İstanbul’daki köpeklerin büyük bir kısmı, toplatılarak Marmara’daki Hayırsız Ada’ya gönderilmişti. Bununla beraber belediye başkanlığına tâyinim sırasında 30 bine yakın köpek buldum. Bunları yavaş yavaş imhâ ettirdim. Süprüntüleri sabahları kapılarının önüne bir çöp kabı içinde koymayıp sokağa atanların çöplerini tekrar evlerinin içine döktürdüm.” diye övünerek anlatacaktı. İşte, köpekler konusunda sadece bugün değil, geçmişte de pek iyi olmayan sicilimizden birkaç küçük örnek. […]”
    #260834 esdemirei | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0ada