böyle öğretmenler vardı ben çocukken. önce kendisini tanıttıktan sonra sırayla bütün sınıfın adını sorup anne-babalarının ne meslekle uğraştığını öğrenmeye çalışırdı. toplumsal statüye göre davranış değiştirme saçmalığının eğitim kurumlarında vuku bulmuş haliydi sanırım, o vakit sorgulamazdık da. ebeveynin mesleği ne olursa olsun aynı eğitimi vermesi gerekliliğini unutup kime dalkavukluk yapacağını önceden öğrenme amacıyla yapılırdı büyük ihtimalle.
hatta bir ingilizce öğretmenimiz vardı, hiç unutmam. sınıfta yaramazlık yaparken yakaladığı birine ilk yönelttiği soru "senin annen baban ne iş yapıyor bakalım?" olurdu. bir defasında babası apartman görevlisi olan bir arkadaş sinirlenip "doktor ulan doktor, ne yapacaksın, ne olacak?" diye çıkışmış, ardından öğretmene terslenmek sebebiyle disipline sevk edilmişti. hala aklıma geldikçe üzülürüm.
öğretmenlik gibi kutsal bir mesleği böylesine çirkin insanların kötüye kullanması ve bunu da normalleştirmesi işin en can yakan kısmı sanırım. an itibariyle böyle öğretmenlerin var olmadığını umuyorum, yoktur değil mi?
annem olur kendisi. 30 sene falan sınıf öğretmenliği yaptı. bunun en az 20 senesi köy okullarında geçti. her yeni aldığı sınıfta çocuklara tek tek ailelerinin ne iş yaptığını sorardı. çünkü çocukların ısınması için sobaya atacak odun kömür lazımdı. devlet vermezdi onun parasını. öğrenci velilerinden istemek gerekirdi. tebeşir için para lazımdı, teksir kağıdı almak için para lazımdı. çocukları eğitebilmek için para lazımdı. kadın da utanmadı, sıkılmadı, her yeni sınıfta sordu bu soruları. parası olandan yardım istedi, durumu iyi olmayana da kendi cebinden defter aldı, kitap aldı, hiç olmadı bizim eski kıyafetlerimizi, ayakkabılarımızı götürdü. öğlen yanında yemek getiremeyene, simit alacak parası olmayan poğaça yaptı götürdü.
iyi biliyorum çünkü ben kıskanırdım annemin öğrencilerini. onlarla ilgilendiği kadar benimle ilgilenemezdi. o zamanlar anlamıyordum ama zaman işte, her şeye kadir.
Anne baban sağ mı diye sorsalar keşke? Bizim zamanımızda da sorarlardı. Mesleği iyi olanları yakaladıklarında, okulun ve sınıfın eksiğini dayarlardı. Bi de yalaka veliler vardı. Birbirleriyle yarışırlardı. Ulan ne gereksizmiş be.
yarattığı stresi umursamayan öğretmendir. sözüm meclisten dışarı, ilkokul ve ortaokulda bende her eğitim yılı başında yarattığı stres yüzünden nefret ettiğim öğretmen sayısı bir elin parmaklarını geçer.
olaya biraz daha "sizin gibi normal olarak adlandırılmayanlar" gözünden bakmanızı öneririm. vefat kısmı söz konusuysa, teneffüste bir sonraki ders hocasının yanına gidilip bu çıtlatılabilir belki. ya da bir akrabanızdan istersiniz, okula gelip bu merasimin sonlanması için hocalarla konuşabilir. ben ve benim gibiler n'apsın? "arkadaşımız kekemeymiş, ona biraz zaman tanıyın" diyerek bütün sınıfa beni rezil eden hocalarım oldu. bana zaman değil, öz güven lazımdı. o da zamanla alakalı değildi. en az 40 yaşında olup bunu göremeyen, empati yeteneğinden yoksun olmasına rağmen, karşısındakine bir şey öğretmekle "görevlendirilmiş" hocaların hepsinin köküne kibrit suyu...
toplumsal statü olarak öğrenciyi bir yere koyup konumlandırmak için sorulduğu eleştirisine de katılıyorum.
birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar isim vermiycem bir tane x hoca vardı. yanlış hatırlamıyorsan birinci sınıftaydım, bir gün: "fransiz, senin baban tamirci mi?" tarzında bir soru yöneltti, babamın da tamirci dükkanı vardı. okuduğum okula yakın olduğu için öğretmenlerin neredeyse tamamı araba tamiri için babama geliyordu x hoca da yanlış hatırlamıyorsam müdür yardımcısından öğrenmişti babamın tamirci olduğunu. aradan zaman geçti, bir gün istemeden bir hata yaptım sen misin bu hatayı yapan ne tembelliğim kaldı ne mikropluğum sonu sonunda kızgın bir ses tonuyla: "sen büyüyünce baban gibi tamirci olursun" demesiyle babamın mesleğini kötü bir meslek olarak gören ben artık tamamen babamın işinden soğudum. bu tamirci olursun sözünü eğitim hayatım boyunca bu adam(!) söylemeye devam etti. ikinci veya üçüncü sınıfta günlerden bir gün sınıfa yeni bir kız kayıt yaptırmıştı ismi buketti şans eseri yanıma oturmuştu konu konuyu açtı "senin baban ne iş yapıyor?" diye sordu ben boş bulunmanın etkisiyle "diş doktoru" dedim kız "çok havalı, çok şanslısın" tarzı laflarla beni yüceltti. aradan ya bir ya da iki gün geçti bu hoca laf arasında yine babamın tamirci olmasını küçümsedi, kız ince bir ses tonuyla "ama fransiz bize babasının diş doktoru olduğunu söyledi" o sırada hoca "evet doktor arabaların dişlerini tamir ediyor" dedikten sonra gülerek bir kez daha küçümsedi. yani uzun lafın kısası, sevgili genç öğretmen ve öğretmen adayı arkadaşlarımız siz siz olun okulun ilk günü "senin baban ne iş yapıyo ehe" tarzı sorular sormayın hadi sordunuz bunu dilinize pelesenk etmeyin.
Siyah önlüklerin giyildiği, bir sınıfta ortalama 60-80 / bir sırada ortalama 3-4 öğrencinin oturduğu, günümüzün "kulüp, cemiyet" kavramlarının ta ilkokullardaki izdüşümü olan "okul aile birliği" gibi sözde yararlı oluşumların yer aldığı dönemde, gayet de normal karşılanan tavra sahip öğretmenlerdi.
'Toplum baskısı' denilen mefhum, insanların sadece dış görünüşlerini etkilemekle kalmadı, aynı zamanda geleceklerini tayin etme süreçlerindeki tüm kararlarında da etkili oldu. Klasik tarih saptamalarına girmek istemem ama toplumsal sosyoloji evrelerinden ve kültürel inşaatın oturduğu zeminden bağımsız düşünemeyeceğimizi de vurgulamak isterim. Bir de modern iktisat teorilerini eklemek gerekir ama o zaman işin içinden hiç çıkamayız.
İlkokulda ebeveynlerin mesleklerinin yanı sıra, çocuklara "ileride ne olmak istiyorsun?" gibi saçma sapan sorular da sorulurdu. Altı, bilemedin yedi yaşındaki bir çocuktan mesleki tanımlara haiz olmasını beklemek ve bunun sonucunda da aldığı cevap neticesinde "hehehe ay ne zeki oğlunuz var annesi, doktor olmak istiyormuş." gibi durum tespiti yapmak da bir o kadar saçmalıktı. Bu yaşıma geldim, bunca insan tanıdım ama yaşamını inşa etme sürecinde "ileride terörist, katil, hırsız, vs,. vs, olmak istiyorum." diyen bir çocuk / ergen / yetişkin görmedim, duymadım. Hepimiz, istisnasız hepimiz "mühendis ya da doktor" olmak isterdik. Niye ? Çünkü doktor veya mühendis olursak vaat edilen, toplumun her kesimi tarafından üzerinde mutabık kalınmış mükafatlar vardı:
-Toplumda edineceğin statünün başrol oyuncusu olacak olan 'para', -"ay kızımı ne mühendisler istedi de vermedim." diyerek sadece mühendis unvanına sahip olmanın yetmeyeceğini, daha çok para kazanan bir mühendis olman gerektiğini gözüne sokacak olan bir kayınvalide adayı ile kendisinin prenses kızından oluşan bir aile kurma imkanı, -anne/babanın sürekli "ay nursel, bizim oğlan da mühendis çıktı." diye böbürlenmesine olanak sağlayacak olması, vs.,vs.,vs.,
Ama öte yandan bazı toplumsal özdeyişlerimiz de vardı;
"Babası neydi ki oğlu da ne olsun.." "Anasına bak, kızını al..."
Bu coğrafyada insanlar, birey olarak yetiştirilmediler / yetiştirilemediler. Siyaset tarihi üzerinden sayfalarca inceleyebiliriz ama gerek yok. Dinler, iktidarlar, toplum mühendisliğine çok ama çok eski yıllarda başladılar. Babası gibi zeki, annesi gibi güzel, ibo'nun küçüğü, şota'nın büyüğü, hami'nin ortancası, vs., gibi tanımlamalarla insanları hep bir başkasına benzemek ve bununla övünmesi gerektiği inancıyla baş başa bıraktılar. Herkesin muhakkak bir rol modeli olması gerekirdi; o rol model kişileri de belirleyen en önemli etmen toplumsal statü ve haliyle paraydı. Tıpkı şimdi olduğu gibi..
Neyse, bu sorulara maruz kalan bizim kuşağın temsilcileri de artık çocuk, hatta azıcık zorlasalar torun sahibi olacak duruma geldiler. Eminim ki çocuklarına mühendis, doktor olmayı değil; 'insan' olmayı öğretiyorlardır ve şayet o soruları soran öğretmenler hala kaldıysa da kendilerine,
"annem ve babam, insandır; sadece insandır." diyebilecek ve bununla gurur duyacak evlatlar yetiştiriyorlardır.
öğretmenin yaptığı yanlış değildir ve farklı ülkelerde okul okul gezme talihsizliğ yaşamış biri olarak gözlemim; bütün öğretmenler bunu yapmıştır. sınıfındaki çocukların birbiriyle kaynaşması, bireysel ve ailesel özellikleri ve farklılıkları ile birbirini tanıyıp kabul etmesi için, sınıf içi tanışma, kaynaşma ve söyleşi biçiminde uygulandığı çok başıma gelmiştir.
burada bence asıl sorun; bazı iş ve meslekler önemsiz ve değersiz görülürken, bazılarının yüceltilmesidir. böyle olduğunda da, türkiye'nin bakış açısına sahip ülkelerde, hizmet sektörünün alt kademelerindeki kişiler ve çocuklar ezilir.
öğretmenin hatası meslek sorması değil, topluma yarar sağlayan her mesleğin saygın, onurlu ve değerli olduğu eğitimini verememesidir. ne iş yapıyor olursa olsun her çocuğun; anne baba mesleğini gururla söyleme hakkı vardır. diyelim öğretmen sormadı, o da söylemek zorunda(!) kalmadı, o çocuk hiç mi arkadaş edinmeyecek? sonsuza kadar kendisini mi saklayacak? tam tersine tüm mesleklerin toplumsal yaşama kattıkları değeri öğrenecek, kimsenin kimseden yaptığı iş nedeniyle üstünlüğü olmadığını küçük yaşta kavrayacaktır. yani öyle olmalıdır diye düşünüyorum.
Dikkatimi çekti, birçok insana ilkokul zamanlarında rastlamış bu öğretmenler. Oysa bana lise yıllarımda rastlamıştı.
Görece, bulunduğum yere göre iyi bir lisede okudum. Ki zaten diğer ilçedeydi, gidip geliyordum. Bir dersimiz vardı, adını bile tam hatırlamadığım, seçmeli bir dersti ve müdür yardımcısı giriyordu derse. O da bazen giriyor, bazen girmiyordu. Bir gün nasıl oldu bilinmez, derse girdi. Başladı sohbete ve sırayla tüm öğrencilere nerelisin, nerede oturuyorsun vb sorularla birlikte "baban ne iş yapıyor" diye de sordu. Hepimiz sırayla söylüyorduk tabi, sıra bir kıza geldi ve babasının avukat olduğunu söyledi. Hoca koltuklarını kabartarak "AA, hiç de tanışmadık, bir ara uğrasın da tanışalım" demişti. İdare katı, benim ya da benim gibi öğrencilerin bırakın adını bilmeyi hangi sınıfta okuduğunu dahi bilmezdi. Ama gelin görün ki başta o kız arkadaş olmak üzere ailesi üniversiteden mezun, doğru düzgün bir işte çalışan velilerin çocuklarının halleri hatırları sorulur, güler yüzle yaklaşılırdı. Bu hikayeyi hiç unutmam...
Amma; o zaman en büyük korkum şu olmuştu "umarım sınıfta babası olmayan bir çocuk yoktur" ben öğrenci halimle bunu düşünürken, hocamız sağolsun böyle bir şeyi düşünmemişti. O gün bu gündür sosyal statü olarak benden yüksek birinden ne zaman bu soruyu duysam, aklıma hep o hoca gelir.
Yaşadığın ülkenin küçük bir pilot uygulaması gibidir bu soru devlet okullarında okuduysanız genelde en zengini ortanın biraz üstündeki esnaftır. Biraz memlekettir yani bu sorunun cevabı genelde anne ev hanımı, baba serbest meslek( işsiz)dir. 2-3 tane memur çocuğu birkaç işçi birkaç tane de esnaflıkla alakalı meslek çıkar sınıflarda küçükken anlaşılmıyor ama öğretmen sanki bilmiyormuş gibi sorar bu soruyu aslında geldiği mahallenin evlerinden bariz bellidir sorunun cevabı ama maksat muhabbet işte şimdi belki nesil ilerlemesiyle serbest meslek diyenler düşmüştür memur olanların ki çoğalmaya başlamıştır öğretmen olduğum gün buraya yazarım sınıflarımın profilini.
sanırım bu tip öğretmenlerin 2 çeşidi var. birincisi sırf sormak için soruyor, ikinci kısımdakiler birkaç yazarın da yazdığı gibi mecbur kaldığı için. her halükarda çocuğun psikolojisi açısından maalesef zor bir duruma dönüşebiliyor.
özellikle ilkokulda ilk günlerin "tanışma" adı altında aile bireylerinin işinin sorulmasından çocukluğumdan beri çok rahatsızım ben de, ha benim ailemde böyle zor bir durum ya da kayıp yok ama hiç unutmuyorum mesela 3. sınıftayken birisi yeni gelmişti sınıfa öğretmen tahtaya çıkardı kızı ve inatla sordu sordu kız cevap vermiyor öğretmen inatla sordu "seni tanımak istiyoruz" diye kız en sonunda ağlamaya başladı doğal olarak, bir ebeveynini yeni kaybetmiş bu yüzden şehir değiştirmişler falan bir sürü acı durum. sonra da bir şey olmamış gibi "git yüzünü yıka" demişti kıza.
öğretmen değilim, eğitimim de bu yönde değil ama birini tanımak için hele ki bir çocuğu ona "hayallerini, fikirlerini, kendi dünyasını" sormak gerek diye düşünüyorum.
bir de gerçekten sorulması gereken durumlar var ise; özel olarak soramaz mıyız bunları öğrencilere ? her birine 2 dakika ayırıp "seni daha detaylı tanımak isterim" şeklinde daha naif bir şekilde sorulduğunda sanki biraz daha insaflı olabilir bu süreç. bazı durumlar gerçekten zor yetişkinler için bile, bir de karşımızda bir çocuk olduğunu ve onun tüm geleceğini bir şekilde etkileyebileceğimizi düşünürsek, bazen bazı sorular ya sorulmamalı ya da özel olarak sorulmalı bence.
öğretmen olarak söylüyorum ki, sınıf öğretmeni iseniz bu bilmeniz gereken bir bilgi. E okula da bu bilgilerin girilmiş olması gerekiyor. Yoksa müdürünüz ya da müdür yardımcınız tarafından uyarı alabilirsiniz. Branş öğretmeni iseniz de soruyu zevkine sormuyordur. Sırf bunları öğrenip, özel işlerinde velilerine danışan ya da iş yaptıran bir çok öğretmen tanıyorum.