"bazı kuşların yuvaları kanatlarıdır." diyen şair.
"yalnızlığın lirik şairi; yalnızlığı yaşamın dağdağasına boğulmamak için oksijen çadırı gibi kullanan şair, şiir yazdığı anlar dışında insansız kalmaktan nefret edermiş. turgut uyar'la birer cin için gittikleri barda hiç konuşmamışlar; turgut uyar cinini bitirdikten sonra sessizce kalkıp gitmiş. diyor ki; "fark etmedim, turgut karşımda konuşup duruyordu oysa." - mahmut temizyürek
Mert fırat’ ın ismini şair edip cansever’ den aldığı şiiri. “Çok şiirden değil yalnızlıktan öldü cansever!”
“Yaşın getirdiği vicdan azabı çokluğu da getiriyor yanında. Ne kadar çok kelimelerin var oysa Ki azlığın olduğu şu garip dünyada... Her gün yeniden yakılan sigaralar, Geçip gidilen taş kaldırımlar, yükü bedenimden ağır hayatlar... Erkekliğin günahından uzak kadınların yaşadığı, Dar ince sokaklar arasında yükselen çığlıklar. Hangi yana baksam gölgem peşimde. Evden ayrılalı yıl olmuş. Şimdi: gözlerim arıyor yarı karanlık sularda bıraktığım düşlerimi. Bir güne daha aydı gözlerim. Geceden kalma korkularımı bir içki masasında, Bir ela gözler, kadife dudaklar içinde bıraktım. Sarıyı siyaha kattım saçlarında bıraktım. Ihlamur çiçekleri açtı dallarımda. Kapıyı kaç kez çaldı ayaklarım Etiler'den Hisar'a doğru. Belki uzun yollarda yürürken denk düşmedi hayatlarımız. Sen hep bir başka şiir dizesine Konu olurken ben fazla şiirden ölüyordum Ucu yanık, birkaç mürekkep dökülmüş sarı saman kâğıtlarda... Bir insan ne zaman ölür demiş Romalılar Seni anladığım gün olmadı ki öldüreyim hem seni hem kendimi. İsmini değiştirme dedim hep, Oysa her gün değişiyordu ismin bazen bir Rakı sofrasında, bazen bir kadehte, tütünün en ince dal sarımlığında. Dünyayı dolaşır gibi dolaşıyordun kalbimde Sen rakıyı seviyordun ben seni. Yuvarlanıyor kelimeler yüksek Kaldırımlardan, dağların dik yamaçlarından, Beyaz elbisenin en çok yakıştığı omuzlarından dizelere. Şiirlerim ayçiçeği tarlasında yüz sürüyor ellerine. Sen ' ' dersin ben 'yeniden buluş' Belki sevemedin beni bir "Gök", belki sevemedim seni bir "Reis" kadar Yarışların birincilikleri sana, yenilmelerin kaygıları bana düştü hep. Unutulmuş çirkinlik Kasıklarından başlıyor şimdi ıslak saçlarının kokusu Dağların tepelerin dönüyor yüzünü güneşe Dik yamaçların kırılıyor düzlüklere Ellerinde ayçiçekleri açıyor Hep başladığım yerden kaybediyorum kendimi Belirsizlikler dünyasına açmışım gözlerimi Yeni yaşım kefen beyazında "Doğdun" dediğin gün ölüyorum Avuçlarından akıyor sözcükler Toprağa düştükçe filizleniyor umutlarım, Bekliyorum çiçek versin bana bakan gözlerin Yaşlar akıyor gözümden, Hisar'ın sularına karışıyor ölçülerim. Toprağı toprağa, denizi denizle ölçsem ne olur? Aşkını aşkımla ölçemedikten sonra. Sen Şairlerin Kadını! Ben şiirlerin yenicisi. Bir İstanbul sabahında üstümde ince ceket, Ayağımda bilindik kösele, en unutulmuş yalnız adamdan daha yalnızım. Yürüdüğüm yollar varmıyor ya sana... Kaçıyorum kalbinin kalabalığından... Anlatacak ne çok şey var. Sol yanım darmadağın. Işıklarını yakmış oturmuşsun kalbine, Bekliyorsun kim sever? Çok şiirden değil, yalnızlıktan öldü Cansever”
"Her gün biraz daha yalnız Robespierre Ve Fransa biraz uğultulu Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği Her yalnızlık biraz ihtilal.
Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar Onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni Beğenmek, beğenilmek gibi ayrı kaldılar Bir gün de akşamdı, ben o akşamı hiç unutmam Her sessizlik biraz ihtilal.
İşte bir tanrı evi, kimler ki geçerken uğruyorlar Sonra çılgınlar gibi kalabalığa Belki de yarı kalmış bir sevgiye koşuyorlar Belki de her boyun eğdikleri, her diz çöküş Yavaşça bir ihtilal."