Bugün dışarda yağan karın altında yürüyene kadar ne kadar özlediğimi, ne kadar sevdiğimi fark etmediğim doğa olayıdır.
Küçükken kardeşimle yataklarımız odanın iki duvarına yaslıydı, aramızda da pencere vardı manzarası kocaman bi park olan. Kışın sabahları kalkardık heyecanlı heyecanlı perdeyi aralardık, kar yağmış mı gece diye. Eğer yağmışsa o kadar mutlu olurduk ki hala beyaza bürünmüş bir çam ağacı görsem aklıma o parkın görüntüsü gelir.
Aynı zamanda kedimin anlamlandıramadığı doğa olayıdır da. Yavruyken ilk kar yağdığında yere korka korka basıyordu, şimdi yerde görmeye alıştı ama yağarken penceremin önüne oturdu uzun uzun izledi meraklı gözlerle :)
ankara'da artık insanın ayarlarını bozma noktasına getirmiş hava olayı.
kendimi toronto'da bir yaşamın simülasyonunun içinde sanmaya başladım. kanada'da yaşam alıştırma rehberi gibi.
bu nedir?
istanbul'da sıkı 3 gün yağdı, uçaklar kalkamadı, yollar kapandı, okullar tatil falan... anlıyorum kolay değil ama;
aga biz 3 aydır her gün bata çıka, kaya kalka işe güce, okula gidiyoruz, devamlı yağıyor, devamlı yağıyor... sesimiz çıkmıyor diye sanmayın ki kuru kuru oturuyoruz.
her gün yağıyor, her gün.
dün hava durumuna bakarken ankara için "sağanak kar yağışı" diye bir şey gördüm.
o kadar saçma sapan bir hal aldı ki, kıçımızdan yeni tanım uydurduk, o derece.
sabah uyandığımızda pencereden bakınca bembeyaz bir manzarayla karşılaşmadık... yine...
bu kadar naz, aşık usandırır söyliyim. arabaların ve çatıların üstünü boyamış sadece; o da arabaya binmeden önce temizleme zorunluluğu ve zorluğundan başka bir sonuç ortaya çıkarmadı.
benim yavrular o 1.5 dakikalık süre içinde arabanın üstündeki karlarla kar topu oynamayı başardılar, mutlular.
oğlan bi de bana "anne temizlemeeeee" diyo. oldu canım, burda sabah sabah sizin kar topu yaparak arabadaki karları bitirmenizi bekliyim bi de.. eldivenlerini giydirmemiştim, çantaya koymuştum; onçin elleri donmaya başladı da hemencecik arabaya atlayıverdiler.
işşallaa akşama kadar yağar da, accık daha tutar da, akşam çocukları aldıktan sonra eve girmeden doya doya bi oynarız, işşallaaaaaa
ingilizcesi snow, fransızcası neige olan bir doğa olayı nesnesi. yağdığında kim bilir neden, manevi olarak ortama bir ağır çekim havası ve dingin bir neşe verir.
yağdı yağacak, geldi gelecek, her yer karlarla kaplanacak, hayat felç olacak... diye diye yerde 1 kar tanesi bile görmeden okulları sürekli tatil ettikleri doğa olayı.
ben senin yağıp da yolları kapatabilme ihtimalini sevdim.
birkaç kısa filmden sonra ilk uzun metraj için kollarını sıvamış senarist ve yönetmen emre erdoğdu'nun 2017'de vizyona giren filmi. uluslararası adana altın koza film festivali ve siyad'dan birçok ödül almış. erdoğdu bolulu. filme adını veren de, bolu'nun karlı doğası.
film, antalya'da ergenliklerini geçiren bir grup lise talebesi ve çevresindekilerin hayatını konu alıyor. sözlük anlamıyla uyumsuz* olan bu topluluğun uyuşturucu, alkol, ipsiz sapsız olma, geleceğe dair hayaller kuramama, eğitimi önemsememe, yok olmaya çalışma ve toplum içinde adeta görünmez olmaya çalışmaları ile böylelikle ortaya çıkan toplumsal kimliğe sahip olamamalarına dair can çekişmelerini izliyorsunuz. erdoğdu'nun kısa film olarak nitelendirilmeyen, yaklaşık 1 saatlik insanlık tarihinin ilk günü filminde de uyuşturucuya bağlı zaman hissini kaybetmekten bahsediliyordu. kar'ın özellikle başrol karakterlerindeki zamansızlığı da gözlemlemek mümkün. bu iki film arasında da 2 yıl mevcut.
erdoğdu'nun varoşun her yerde ve her şekilde var olabileceğine dair güçlü öngürleri var. bu hikaye antalya'da değil, belgrad'da geçseydi, hakkında uluslararası festivallerde "new serbian underground gem" şeklinde bahsedildiğini okuyabilirdik. hikayenin fazlasıyla illegalin içinde yer alması, genelgeçer izleyiciye "ben bunu izlemem" tepkisini verdirebilir. zaten filmin açılışından başka hiçbir sahnede yer almayan karın da metaforik olarak uyuşturucuya benzetilmesinin kökü buradan geliyor bence. erdoğdu, kendi kimliğini bulmak için çok geç, hayatın dişlileri arasında sıkışıp acı çekerek olgunlaşmak için ise bol bol vakitleri olan gençlerin hayatını tam ortalarına attığı, bomba etkili ali karakteriyle veriyor. "kötü mü iyiyi değiştirebilir, yoksa iyi mi kötüyü?" paradoksunu klişe bir başlangıçla ama etkili bir şekilde izleyiciye vermesi, filmi beğenenlerin şaşkınlıklarını gizleyememelerindeki temel neden. küçük bir uyumsuzluğun dev aynalarında büyütüldüğü, fantastik hayatların gerçek gibi pazarlandığı günümüz filmlerinde ve sikko lise dizilerinde, kar'ın önemsediği "yokluktan doğmak da, o yoklukta ortadan kaybolmak da mümkün" mottosunu alabilmek ise imkansız.
kuzey güney'de 80 bölüm, medcezir'de 70 küsur bölüm yer alarak ünlenmiş hazar ergüçlü filmin temel direği. ahlat ağacı için seçmelere girmesini, kar'da canlandırdığı müzeyyen karakterinden etkilenen nuri bilge ceylan'ın teklif ettiği ile ilgili birkaç şey okudum. atarlı-giderli karakterleri iyi canlandırabiliyor, ağzından küfür eksik olmayan ergenlerin dış görünüşüne de sahip. reha erdem filmi korkuyorum anne'de 8 yaşındaki halini gördüğümüz ozan uygun'un filmdeki iyi kontenjanını enine boyuna doldurduğunu söylemek mümkün. filmin son çeyreğinde kötünün etkisiyle özünü bulması seyirciye bu denli çarpıcı verilebildiyse, kurgu kadar, uygun'un iyi oyunculuğunun hakkını da vermek lazım. karadayı ve çukur gibi ünlü dizilerde yer almış halil babür'ün "mahallenin ipsiz sapsızı" rolü gerçekten başarılı. hemen hemen herkesin yetiştiği mahallelerde en az 1 adet olmak üzere bulunan bu tiplerden birini gayet gerçekçi canlandırmış; bir süre sonra hazerhan'dan tiksinmeye başlarsanız, siz de bu gerçekçilikten etkilenmişsiniz demektir. iki aile dizisinde henüz 15 yaşında olan doğaç yıldız'ın da hem yakışıklı hem piç olabilen ergen rolü kendisine cuk oturmuş. "ülkenin charlotte gainsbourg şubesi" olmasını istediğim arsevi özkurt, sevimli ama her türlü itliği de yapabilecek, korkutucu bir güzelliğe sahip nazlı bulum, şimdilerde ünlenmiş serhat parıl ve her zaman yan rollerde görmeye alıştığımız ümit çırak filmin ana karakterlerini canlandırıyor.
başarılı bir ilk film bu. küfür, cinsellik, uyuşturucu, kenar mahalle hayatı, paramparça aileler ve bu ailelerin çocuklarının yaşama tutunma çabaları ile aniden değişen koşullara ayak uydurmaları beklenmeyen, durağan olmayı uyumsuzluğa dönüştürmüş bireylerin gelişim dönemlerindeki bütün hatalarının sonuçlarını sadece ve sadece kendilerinin çekiyor olmasını erdoğdu, tüm çıplaklığıyla; sokağı ekrana yansıtarak başarmış. filmin etiketi 18 yaş üstü. bunun nedeni cinsellik değil, her cümle sonunu küfürle bitiren, uyumsuz, yitik ergenlerin acınası olduğu kadar, kimi insan için özenilecek ayrıntılar barındıran hayatlarını izliyor olmanızdır. bence bir şans verin.
"kar yağarsa mikroplar kırılır" gibi kısmi bir şehir efsanesine konu olan doğa olayı. hazır cumhurbaşkanı da dünkü akp kongresinde dile getirmişken, doğruluğuna göz atalım. çoğumuz büyüklerimizden duymuşuzdur. çocuklar kar yağdığında kar sevinci yaşarken özellikle anneanneler ve babaanneler yaşasın mikroplar kırılacak diye sevinirdi. zannedersin ki gökten deterjan çamaşır suyu yağıyor.
artık hepimiz pandemi yüzünden açık havanın önemini anladık bence. aynı şey burada geçerli. tüm zamanınızı buz gibi havada dışarıda geçiriyorsanız, evet mikrop kapma riskiniz büyük ölçüde azalıyor. ama maalesef artık büyük bir çoğunluk büyük şehirlerde, kapalı ortamlarda kalıyor. yani dışarıda kırılan mikrobun size bir faydası olmuyor çünkü mikrobu taşıyan kişi sizinle birlikte lebalep ortamlarda kapalı kalıyor. ayrıca soğuk havada insanların direnci düşer, hastalığa daha açık hale gelirler. kaldı ki birçok mikroorganizma, olumsuz koşullar altında uykuya yatıp kendini uzun süreler boyunca korumaya alabilecek yeteneğe sahip.
sadede gel lachatte: kar yağışının insanların hastalanması söz konusu olduğunda mikroplar üstünde pek bir etkisi olmaz.
2017 yaz sıcağında sürekli karşıma çıkandır. sosyal medyada eş dost kıştan kalma kar fotoğrafları paylaşıyor iki gündür.
hele bu da benden olsun. bakın serinleyin.
i.hizliresim.com/...
istanbul'da zemini olmasa da arabaların üzerini ve çatıları beyaza boyayacak kadar yağmış gece. hala belli belirsiz biraz atıştırıyor ama bu tempoda yağdığı sürece şehrin hareketliliğinde tutması ya da mevcut beyazlığı koruması imkansız.
aklıma cenap şahabettin'in elhân-ı şitâ'sını getiren doğa olayı. kış mevsiminin tadı.
ne diyordu şahabettin?
göklerden emeller gibi rizan oluyor kar. her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar. (göklerden emeller gibi dökülüyor kar) (her mutlu hayalim gibi koşarak düşüyor kar)
yeni dönem genç aktrislerinden hazar ergüçlü'nün başrolünde yer aldığı bir film. müzeyyen ve ali isimli iki kardeşin birbirinden farklı ama bağlantılı imtihanlarını konu edinmektedir
kardır yağan üstümüze geceden, yağmurlu, karanlık bir düşünceden, ormanın uğultusuyle birlikte ve dörtnala dümdüz bir mavilikte kar yağıyor üstümüze, inceden.
sesin nerde kaldı her günkü sesin? unutulmuş güzel şarkılar için bu kar gecesinde uzak bir yoldan, rüzgar gibi ta eski anadolu'dan sesin nerde kaldı kar içindesin?
ne sabahtır bu mavilik, ne akşam, uyandırmayın beni, uyanamam. kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına, allah aşkına, gök, deniz aşkına, yağsın üstümüze kar buram buram.
buğuldukça yüzü her aynanın, beyaz doğusunda bu saf rüyanın, göğe uzanır, tek-ü tenha bir kamış. sırf unutmak için, unutmak ey kış! büyülü yalnızlığını dünyanın.