Çılgınlık ve delilik arasındaki sınırı belirleyen kanal.
Bana sosyal deney gibi geliyor. Belki bir gün açıklanır ve milgram deneyi gibi, geleceğin insanlarını ilk duyduklarında 'yok artık' diyecekleri bir çalışma olduğu ortaya çıkar.
"kitlesel beyin yıkamanın test edildiği aşamalardan birinde ülkenin en büyük şehrinin ortasına bir kanal açıldı ve şehir ada haline dönüştürüldü. Doğal denge bozuldu, trafik felç oldu ve ada şehir haline gelen istanbulda ulaşımı sağlamak için kanalın üzerine köprüler inşa edildi. Marmara denizinde canlı yaşamı sona erdi.
Buna rağmen insanların çoğunluğu bu eylemin doğru olduğunu canı pahasına savundu.
Şehir öldüğünde, tüm gerçekleri görmezden gelen insanlar ada haline dönüşen kısmın Asya kıtasına mı, yoksa Avrupa kıtasına mı ait olduğunu tartışıyorlardı."
daha kanal için kazma vurulmamışken tv ekranlarında kanal istanbul manzaralı konut reklamları başladı. projeden satıyor adamlar. önce çevre yapılaşma başlıyor. kanalın yapılıp yapılamayacağı meçhul. emlakproject.com/...
her seçim dönemi hortlayan proje. işin daha eğlenceli olan tarafı bu projeyi ilk dile getirenin rahmetli bülent ecevit olması ve bunu 1994 yılında yapmış olması. tabi o zaman ismi "istanbul kanalı projesi" idi... lakin henüz bir çivi dahi çakılmış değil.
not: osmanlı imparatorluğu döneminde de defalarca düşünülmüş bir projedir.
istanbul depremi her gündeme geldiğinde tv kanallarında gördüğümüz naci görür kanal istanbul ile ilgili bir seri tweet atmış. twitter.com/... pek bilmediğimiz şeylerden bahsetmiyor ama kimin umurunda.
1978 yılında da bilim insanları izmit ve çevresinin sanayi bölgesi yapılmaması için demirel'in kulağında davul zurna çalmışlardı. böyle 1. dereceden deprem bölgesine sanayi kurmanın ileride on binlerce cana mal olacağını bağırdılar durdular. halk da, demirel de hiç umursamadı. 99 depreminde on binlerce öldük.
götümüze köküne kadar saplanan son ekonomik bunalımın teselli yanıydı kanal istanbul projesinden söz edilmemesi artık. bugünlerde neo emperyalizmin en sinsi türünü kuran çin'den kaynak bulunmuş. bilim insanlarının da bas bas bağırdığı üzere bu proje hem ekoloji, hem de deprem riski bakımından göz göre göre cinayettir. imamoğlu'na helal olsun ki bir lider olarak haklı eleştirilerini bağırıp duruyor. imamoğlu'na bu verdiği mücadelede güvenmek istiyorum.
gerçi yine önemli bir bilim adamı olan bülent şık sularımıza karışan zehirli atıkların bizi nasıl senede binlerce kez kanser ettiğini yazdı durdu yakın zamanda. adama 11 yıl verdiler. göz göre göre, annelerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin cinayetlerine yabancılaştırdılar bizi. biz bu hale nasıl geldik? müttahitlerin kamu kaynaklarını hortum hortum soyan hastanelerin müşterisi artsın diye değer mi ulan bu hallere?
bu işin nasıl büyük çevre felaketlerine yol açacağına dair zaten saygın bilim adamları yazıp duruyor. meşhur beklenen deprem riski ile alakalı da nitelikli ve cesur bilim adamları söyleyeceklerini söylüyorlar. halkın oyuyla seçilmiş belediye başbakanı da şimdilik iyi bir muhalif seyir izliyor. fakat ben bugün işin daha çok sosyolojik şehircilik kısmına bakmak istiyorum.
40 yıldır bütün iktidarların düşündüğü gündüz rüyasıdır istanbul'a vize koymak. böyle mucize görülen bir formülde 3 gram ske sürülecek çözüm olsa yaparlardı şimdiye kadar. böyle bir uygulama zaten seyahat özgürlüğünü kökünden baltalayacak faşist bir uygulama olurdu. bunun yerine büyük şehirlerde yaşayan yoksul ve işsiz halkların bir şekilde teşviklerle memleketlerine dönmesini sağlamak daha akla uygun bir siyaset olurdu. yapmadılar. bunun yerine şehirlerde 10 yıl öncesine kadar dutluk olan, ve hep de dutluk olması gereken yerleri rantsal cazibe merkezi haline dönüştürdüler. bu rantsal cazibe merkezlerinden yiyen yedi doymadı, yiyen yedi doymadı. 3. köprüsü, 3. havabilmemnesi ucubeliği de bunun üstüne cabası.
bence bütün istanbul şehircilik politikası bu 20 milyonluk kenti ne yaparız da biraz azaltırız üzerine kurulmalıdır. gerçi artık bu bahsettiğim rantsal dönüşümlerden dolayı iş işten geçti. şimdi bir de üstüne bu projeler gelirse kentin nüfusu 30 milyona çıkar. söyleyin yapmasınlar.
"Kanal İstanbul’a bileşik kaplar usulüyle bakın. Tuzlu su, az tuzlu su... Bunlar bir araya geldiği zaman ortaya ne çıkar? Bunun bir ortalaması çıkar. Karadeniz’in tuz oranı nedir? Marmara’nın tuz oranı nedir? Olaya buradan bakılması lazım. Buradan bakarsanız, ortalamasını yakalarsınız." Recep Tayyip Erdoğan
Tam zekamızla dalga geçiliyor yazacaktım ki, bu beyanatların hedef kitlesinin aslında zekası olmayan kitle olduğu geldi aklıma. Nüfusun yarısı ülkeden çıksa iq ortalaması en az 2 kat artacak, bundan kesin eminim artık çünkü şu kelimeleri inanmayı geçtim bir araya getirmek için sadece konuşabilecek kadar zekaya sahip olmak lazım..
23.12.2019 tarihinde İstanbul Çevre ve şehircilik il müdürlüğü web sitesinde çed raporu halkın görüşüne sunulmuş rant projesi.
2 ocak 2020 mesai bitimine kadar yazılı dilekçe ile gerekçelerinizi sunarak rapora itiraz edebiliyorsunuz. İstanbul'da yaşayan yazarlardan geri dönüşü olmayacak, ekosistemi alt üst edecek bir işin başlamasına itiraz etmek isteyenlere hatırlatmakta fayda var.
Çed raporunda bulunan itiraza esas konulardan bazıları: - İstanbul'un yaşam destek sistemleri olan kuzey ormanları, su havzaları, su havzalarını besleyen su kaynakları, tarım ve mera alanları yok olacaktır. - önemli su kaynaklarından biri olan sazlıdere barajı yok olacaktır. - doğal yaşam ve ekosistem bozulacaktır. - doğal ve arkeolojik sit alanları, tabiat parkları, milli parklar vb. Koruma alanları yok olacaktır. - sadece İstanbul'da değil, trakya'ya kadar tatlı suların besledipi tarım alanları yok edileceği için bölgede tarım ve hayvancılık yapılamaz hale gelecektir. - çed raporuna göre 1.155.668.000 m3 olan kazı materyalinin taşınmasıyla bozulan ekosistem halkın sağlığını tehdit edecektir - üç aktif hattın geçtiği bölgeye nüfus ve yapılaşma baskısı yükleyerek afet riskini artıracaktır.
hiçbir zaman gerçekleşeceğini düşünmediğim bir proje.
son günlerde katarlılar baskı yaptıysa demek ki, her gün dillendiriliyor. ama katarlıların da zararla çıkacağı bir proje olacak bence. gerçi istanbul'daki arazilerin ellerinde kalması, onlar açısından nusr-et'te yedikleri yemeği bitirememek kadar bir zarara mal olur sanırım.
Kanalın çed raporu hazır. Yanlış olmasın 1590 küsür sayfadan bahsediliyor.
Raporu hazırlayan firmanın devletten 8 yılda 42 ihale aldığı yazıldı. Şirket kurucusunun ihaleye fesat karıştırma ve rüşvet suçundan ceza aldığı yazıldı. Biga termik santrali için çed raporu hazırlayan da gene bu firma; santralin sahibi de çed raporunu hazırlayan firmanın sahibi. Firma kendi kendine çed raporu vermiş yani. Bu raporda 200 civarı akademisyenin imzası olduğu yazıldı. İmzası olanlardan birisi Nuh peygamberin telefonu olduğunu falan söylüyor. Diğerleri medyaya düşmedi daha.
Kısacası çevresel etki değerlendirme raporunun teknik olarak eleştirilmesinden önce raporu hazırlayan firma ve akademisyenlerin güvenilirlikleri sorgulanır durumda haklı olarak.
islami sermayenin kadim ütopyası bu, niye bitsin? tersine sonsuza dek inşaatta yaşayalım.
asıl niyetlenilen, güneş bizi içine çekene kadar dağıtılabilecek bir ihale potansiyeli. artık ne kadar gerekiyorsa, tek tek uğraşma, göm gitsin. üç istanbul'u inşa edecek kadar betondan söz ediliyor çarp onu sekizle.
Neredeyse herkesin -muhalif veya değil farketmeksizin- amacı ve/veya yapılırsa şayet; yapılma nedeni hakkında yanıldığı projedir.
Rahmetli Bülent Ecevit ilk dile getirdiğinde bakarız, araştırırız demiş. Sonrasında devletin ilgili makamları ve Bakanlığınca hummalı bir çalışma içerisine girilip raporlar hazırlanmış ve olumsuz raporu verilmiş. Ecevit de bilindiği kadarıyla bu yüzden projeyi rafa kaldırmış. Tabii ki Karaoğlan’ın bir resti de olabilir bu. Yazımı okuduktan sonra kendiniz karar veriniz zira ilk ve en büyük resti “Ayşe’yi tatile göndererek” çekmişti.
Şimdi gelelim günümüze. İlk olarak şu bilinmeli ki bu proje mutlak suretle amerika birleşik devletleri’nin bir dayatmasıdır. İşin açığı çok fazla detay verip işi farklı yerlere çekmek ya da detaylarla boğmak istemiyorum ama devlet yetkililerimiz son zamanlarda yaşanan gerginlikler ve özellikle “mal varlığını(zı) açıklarız” söylemi üzerine kanal İstanbul’dan bahsetmeye başladı. Olaya büyük pencereden bakmak lazım. Bu “güya proje” Amerika devlet başkanı olan civcivin(Donald Trump) bir arzusu değil, Amerikan senatosunun bir dayatmasıdır. Takdir edersiniz ki Trump her an Abd başkanlığından senato kararıyla azledilebilir. Konuya dönelim. Bu, Normal şartlarda bir oy artırma çalışması değildir. Bu, bir devletin diğer bir devlete karşı uygulatmaya çalıştığı arayıştır. Nasıl ve niye? Kendimce anlatayım.
Olaya Türkiye siyaseti gözüyle bakarsınız iki ana başlık gözünüze çarpar. Bir rant, iki oy kaygısı. Üçüncü ve iyi bir seçenek yok, zira bu projenin akla havsalaya sığacak bir yanı, ele avuca gelecek bir durumu yok. Çöp bir proje, etrafını da tamamıyla çöp edecektir.
Olaya dünya siyaseti gözüyle bakarsanız karşılaşacağınız iki şey olacaktır: Montrö ve Amerika. Dananın kuyruğu da burada zaten. Ya kopar ya da dana direnir.
Montrö Boğazlar Anlaşması/sözleşmesine göre Karadeniz’e kıyısı olmayan hiçbir ülkenin savaş gemisi(gözcü bile olsa) boğazı kullanarak Karadeniz’e giremez. Girebilmesinin tek bir şartı vardır; tonaj. Tonajı belirli bir standardın altında olan “diğer” ülke savaş gemileri, Karadeniz’e giriş yapabilir ancak; 21 gün sonunda Karadeniz’den ayrılmak zorundadır. Ayrıca, sürekli gir-çık yapamaz. Yılda belirli limitlerle gelebilir, bunun da mutlak suretle geçerli bir nedene dayandırılması gerekir. Türkiye garantör ülke olduğundan izin alınması ve ücret ödenmesi de şarttır.
Bu durum sizce Amerika’yı rahatsız etmiyor mu?Gayet tabii ediyor. Büyük kedi, etrafındaki tüm fareleri yemek istiyor ama Montrö’ye takılıyor. Bunu delmenin tek yolu, bir kanal açmak/açtırmak ve bu sayede yasal boşluktan yararlanıp sebebi ziyareti açıklığa kavuşturmak.
Karadeniz’de ergenekon ve balyoz’a kadar kuş uçurtmayan Türk donanması’nın ve Kırım meselesinden sonra Karadeniz’e Demir atan Rusya’nın rahat hareket etmesini engellemek, Karadeniz coğrafyasındaki Amerika’nın en büyük amacı olacaktır. Bir taşla birkaç kuş. Hem Türkiye’nin Karadeniz egemenliğini tamamen bitirmeye odaklanmak hem de Rusya’nın karadeniz’de Egemen olmaya çalışmasının önüne geçmek. Karadeniz’de muhtemel doğal gaz rezervinin hakimi olmak için araştırmalar yapmak. Sebebi ziyaret şekilleri çoğaltılabilir ama azaltılamaz diye düşünmekteyim.
Olaya sadece rant gözüyle bakmak, oy kaygısı güdüldüğünü düşünerek yorumlarda bulunmak doğru olmaz. İnsanoğlu düşündüğünüz kadar masum olsa idi savaşlar çıkmaz, hiçbir millet kurtuluş mücadelesi vermezdi. Devletler her daim bir diğerinin kuyusunu kazma çalışması içindeler. Ortadoğu bugün neden bataklık ise Afrika bugün neden yoksul ise sebebi devletleri yöneten geçimsiz ve açgözlü insanoğludur. Dolayısıyla daha da fazla lafı uzatmadan, Kanal İstanbul projesine çok daha farklı bir gözle bakmanızı ve güya masumiyet maskesinin altındakileri görmenizi temenni ediyorum.
Son olarak bu projenin asla ama asla gerçekleşeceğini düşünmüyorum. İki kazma vurulur, sonra kenara çekilir herkes. Oluşacak doğal tahribatın hesabı yapıldı mı? Olası taşkınların ihtimali hesaplandı mı? Üzerine yapılması planlanan 11-15 arası köprünün maliyeti hesaplandı mı? Sırf bu kanala harcanacak para ile abartısız söylüyorum yeni bir İstanbul inşa edersin. Televizyon kanallarında, sosyal medya mecralarında sözümona uzmanlar çok komik rakamlar söylüyorlar. 50 milyar doların altında bir maliyeti olmaz bu kanalın, mümkünatı yok. Hatta azı yok, çoğu var. Kaldırılacak hafriyatın, çalışacak makine ve insanların, harcanacak yakıtın, yapılacak Ar-Ge çalışmalarının, o bölgenin(kanalın geçeceği güzergah) her şeyden evvel kamulaştırılmasının ve aklıma gelmeyen onlarca şeyin maliyetini hesaplayacak finans kuruluşu yok dünyada. İşin şakası tabii ki hesaplanabilir ama harcanacak para öyle böyle olmaz. Neresinden bakarsanız bakın, tümüyle gereksiz ve tutarsız bir proje.
İstanbul belediye başkanı kısa bir süre önce kanal güzergahında milyonlarca metrekare arazinin el değiştirdiğini, en büyük alımları da arapların yaptığını açıklamıştı. Son haber şu:
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile İBB ve ilçe belediyeler arasında İstanbul sınırları içerisinde bulunan gayrimenkullerin durum sorgulamasına imkan veren protokol, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından 31 Ocak’tan itibaren kısıtlanıyor.
Büyük bir inatlaşma var ortada, topçu kışlası geliyor insanın aklına ister istemez. Lakin şu anda piyasayı canlandıracak tek koz kanal İstanbul. Bana öyle ya da böyle başlanacak gibi geliyor bu yüzden. Aynısı 3. Hava alanında da olmuş, tartışmalar sürerken hafriyat çalışmaları birden bire başlamıştı.
Kanaldan çıkan hafriyatla da İstanbul boğazını kapatmasalar bari.
Ne zaman haritada görsem, bir insanın şah damarına atılmış bir bıçak izi gibi gözükür bana.
Hani bir klişe düşünce vardır, "istanbul bizde değil de x'de olsa nasıl olurdu?" diye. Eminim kimse istanbul'un gırtlağını deşmezdi.
Bir o kalmıştı diyebileceğimiz şeylerden, hiçkimsenin aklına gelmeyecek şey'dir boğazın yanına 2. boğazı yapmak. Yarın sormayacaklar mı "e zaten boğaz vardı, yanına niye bi tane daha yaptınız?" diye.
İhalelerinden bir tanesi bu sabah sessiz sedasız gerçekleştirilmiş olan proje. İki adet tarihi köprünün -Odabaşı ve Dursunköy köprüleri- yeniden yapımı için ihaleye çıkılmış. Rekonstrüksiyon yapılacak yani. Tamamen yık, aynı yerde veya başka yerde bir daha yap işi.
Koyun can, kasap et derdinde. Haber metni için link
istanbul boğazı yılın ilk 6 ayında 19 bin 854 gemi kullandı. boğazdan geçen 12 bin 656 gemi kılavuz kaptan alırken, 50 gemi ise geçişini yedekli tamamladı. [1]
günde ortalama 110 gemiye denk gelir. gemilerin %63,74'ünün kılavuz kaptan aldığını ifade eder.
kıyı emniyeti genel müdürlüğü’ne bağlı 93 deniz vasıtası acil durumlar için görev beklerken, bu araçların 11’i acil müdahale römorkörlerinden oluşuyor. [2] 1981 yapımı söndüren 3 gemisinin hurda fiyatı 725.000 tl. (123.300 usd'ye denk gelir. 11 ocak 2019 döviz kuruna göre 1 usd = 5,88 tl) [3]
varsayalım ki, bu tip bir geminin sıfırı, hurda fiyatının 50 katı olsun? 6.165.000 usd (36.250.000 tl) eder. (* bahis gemi sınıfıyla ilgili reel bir fiyat bilgisine ulaşamadım.)
kıyı emniyeti genel müdürlüğü'nün mevcut filosunda bu gemilerden 11 adet bulunan envanterini, 50 adete tamamlayacak şekilde satın alma yapılırsa; 39 gemi alımına; acil müdahale römork envanterinin %450 büyümesine denk gelir. yapılacak toplam harcama: 6.165.000 usd x 39 (alınacak gemi sayısı) = 240.435.000 usd
75 milyar tl maliyeti olacağı açıklanan kanal istanbul projesi için ulaştıma ve altyapı bakanlığı’nın 2018 yılında hazırladığı resmî sunumda toplam maliyetinin 20 milyar dolar olarak gözüktüğünü yazdı. [4]
bu analize göre; kanal istanbul yapımı için 2018 yılındaki sunumda 20 milyar dolar olarak maliyete katlanmak yerine; kıyı emniyeti genel müdürlüğü'nün acil müdahale gemi envanterine 240 milyon dolarlık bir yatırımla; 20 yıl boyunca (1 geminin 20 yıl iş ömrünün olduğu varsayılmıştır, ki reelde bu ömür daha fazladır) herhangi bir kaza riskinden ülkemizi uzak tutacak, acil durumlara müthiş bir filoyla müdahale edebilecek bir sistem oluşturulabilir.
rakamlar enteresan... istanbul boğazı'nın uzunluğu 29.9 kilometre, yani 29.900 metre'dir. [5] 50 adetlik bir acil durum gemi filosunu istanbul boğazı'na serpiştirseniz, her 598 metrede bir adet acil durum gemisini hazır halde bekletebilirsiniz.
örnekle ifade etmek gerekirse; otoyollarda iki aydınlatma direği arasındaki mesafenin ortalama 50 metre olduğunu düşünüldüğünde; her 598 metrede bir, yani her 12 direkte bir, bir adet ambulansın hazırda beklemesine denk gelir. acil bir durumda siz daha imdat demeden yanınızda biteceklerdir.
haber kanallarında ve hükümet temsilcilerinin demeçlerinde, kanal istanbul'un ülke ekonomisine yılda 8 milyar lira (1,36 milyar usd) ek gelir ve 1 milyon 600 bin kişilik istihdam yaratılması hedefleniyor.
yine rakamlara dönelim...
"boğazdaki kazaları önlemek, gemi geçiş beklemelerini azaltmak" ana sebebiyle niyetlenilen bu projeyi; yine kazaları önlemek amaçlı, yukarıda maliyetleriyle ifade edilen sistemle çözer isek; şöyle bir versus ortaya çıkmakta:
20 milyar dolar harcayarak kazaları önlemek/geçiş bekleme sürelerini kısaltmak ve yanında yıllık 1,36 milyar dolar gelir + 1,6 milyon istihdam(*) -versus- 0,24 milyar dolara kazaları önlemek/geçiş bekleme sürelerini kısaltmak ve yanında yıllık 2,2 milyar dolar [9] gelir. (**)(***)
(* hükümetin iddia ettiği 1,6 milyon kişilik istihdama ait detay verileri elde edilememiştir. istihdamın nasıl hesaplandığına dair varsayımdan öte bir detay bulunmamakta. mantıksız bir rakam olduğunu düşünüyorum.) (** şu anki geçiş ücreti, 1983'te 1 gr altının 2,78 dolara sabitlenmesi sebebiyle boğaz geçiş gelirimizin düşük olduğu belirtiliyor [9]. aynı kaynakta olması gerekenin yıllık 2,2 milyar dolar olduğu ifade ediliyor. bu durumda, "kuru güncellemek" maliyetsiz olduğundan; sadece "fiyat listesini güncelleyecek diplomatik adımlar atılarak" 0 dolar masrafla yıllık 2,2 milyar dolar kazanılabilir yorumu ve beklentisi mantıksız olmayacaktır.) (*** 2017 yılında boğaz geçişlerinden 206 milyon dolar gelir elde edilmiştir. [7] )
peki, bu versusta "yatırım maliyeti farkı" olan 19,75 milyar dolar ile neler yapılabilir?
a. örneğin her biri 200 milyon dolar maliyet ile her biri 700 kişiye istihdam sağlayan ve yüksek teknoloji ürün üreten 99 fabrika kurularak; toplamda "sadece fabrika çalışanı" olmak üzere 69.300 kişilik istihdam sağlanabilir. [8] Tedarikçisi, servis, ulaşım ağı, catering vs derken, sayının ne kadar büyüyeceği tahmin edilebilir. b. istanbul'daki ve diğer şehirlerdeki metro gibi toplu ulaşım projeleri tamamlanarak, toplu ulaşım özendirilebilir, her sene milyonlarca dolar bilet geliri elde edilebilir. - trafikte geçen zaman kazanılarak parayla satın alınamayacak tek şey olan "zaman"dan tasarruf edilebilir. - trafikte "beklerken harcanan" benzin miktarından tasarruf edilecek olmasıyla her sene petrol ithalatından milyarlarca dolar tasarruf edilebilir. - toplu taşımanın özendirilmesi dolayısıyla bireylerin satın almayacağı her bir özel araç sayesinde yine yurtdışına ödenen döviz miktarında azalma; dolayısıyla da cari açıkta (ithalat-ihracat) azalma sağlanabilir. - insanların toplu taşımaya yönlendirilmesi sayesinde trafikte azalacak araç sayısı, yolların bakım maliyetlerini de düşüreceğinden, bu noktada tasarruf sağlanabilir. harcanmayan her tutar bir yandan da kazançtır. - araç yoğunluğu azaltılacağından; kazalar da azalacak, yedek parça, ithal lastik vs ürünlerin de ithalatı azalacak, cari açığın kapatılmasına katkı sağlanabilecektir. tüm bu maddeler yine her sene "milyarlarca dolara" tekabul edecektir.
c. ibb'nin açıklamalarına göre, versusta artan 19,75 milyar dolar kullanılarak, istanbul'daki tüm deprem tehditleri ortadan kaldırılabilecektir. böylece beklenen büyük deprem yaşandığında, ekonomi "beklendiği kadar" sarsılmayacağından ve "milyarlarca dolarlık" yeniden şehir yapım maliyeti oluşmayacağından, bahis milyarlarca dolar "garanti kazanç", kazanç hanesine yazılabilir. kazanılacak (veya kaybedilmeyecek diyelim) milyonlarca insanın hayatı konusuna değinmiyorum bile.
peki şimdi sadece; - gemiler gecikiyor, - kanaldan geçen gemilerden para keseceğiz, yılda 1,36 milyar dolar ek gelir elde edeceğiz! (gemilerin kanalı kullanma zorunluluğu kesinlikle yokken!), - çok kaza oluyor! her an kaza olabilir. bir kaza dolayısıyla en dar yeri 698 metre, en sığ yeri 120 metre olan boğaz tıkanabilir [10]. o yüzden gelin 200 metre genişliğinde, 20 metre derinliğinde bir kanal yapalım. o kesin tıkanmaz, gemilerin altı kesinlikle sürtmez, gerekirse ekonomimiz gibi uçururuz! orada kaza maza olmaz, yanında yatır var!
... gibi "ana" sebeplerle (bahaneler mi desek?) yapılması savunulan kanal için iddia edilen bu sebep/bahaneleri kusursuz şekilde çözmek için gereken para 0,24 milyar dolar! hadi 1 milyar dolar olsun!
rakamlar ve kaynaklar ortadayken, adı kanal istanbul olan bu gereksiz yatırıma inat edilecek mi, göreceğiz.
proje;
-deprem riski yüksek olan bir bölgede planlanıyor,
-geçtiği hat tatlı-tuzlu suyun karışmasına sebep oluyor ve sulardaki ekolojik dengenin bozulmasına sebep oluyor ,
-boğazdaki trafik önemli derecede azalırken trafik öne sürülerek planlanıyor,
-tarihi eserleri yutuyor ,
-kanal etrafına kurulacak yerleşkelerdeki atıklar, taşıtlardan çıkacak emisyon ve gürültü, kullanılacak inşaat malzemesiyle çevre kirliliğine sebep oluyor ,
-devasa bir bütçe istiyor. ülkemiz ekonomisi çalkantılı bir dönemden geçiyor, projenin planlandığı şartlar da oldukça elverişsiz. dolayısıyla bu projeyle ayrılan bütçeyle resmen ülke kurulur lan .
küçük çaplı araştırmalar sonucu yazdım bu metni. şimdi siyasilerin göremedikleri ne var diyeceksiniz... para, onu da proje bitince görmeyi planlıyorlar.
montrö anlaşması'yla boğazlarda kontrol hakkımızın sorgulanmasıyla son bulacaktır. kısacası türkiye cumhuriyeti'nin egemenliği söz konusudur. hoş, uluslararası hukuk olmasa sırf çevreye ve ekonomiye verdiği zararla yine bir devletin egemenliğini elinden alabilir.
bu gerçekten uygulanırsa türkiye cumhuriyeti'nin yıkımı olacaktır. hadi diyelim biz tarihimizde bir çok kez yaptığımız gibi bir devlet yıkar, bir devlet kurarız. peki ya doğa? devletler de, ekonomiler de mantıklı hamlelerle hemen düzlüğe çıkar ama doğa öyle değil. ona verdiğimiz zararın telafisi yok.
Bir ara güzergahı açıklandıktan (2011 sanırım) 1 sene sonra damat albayrak tarafından o güzergahta binlerce dönüm arsa alındığı haberlere konu olmuş kanalcık.. (bkz: gemicik)
2011'de recep tayyip erdoğan tarafından açıklandığından beri her sene bir süre için tekrar gündemi işgal eden, ardından tekrar unutulan proje. nasıl 2 sene önce bir yalıya geminin toslaması ardından tekrar gündeme getirildiyse şu anda da yine gündem değiştirilmek istenci sebebiyle, hakkında konuşulmaya başlandı.
hiçbir yarar sağlamayacağı gerçeğinden yaratacağı çevresel ve ekolojik felaketlere, yüzmilyarlarca liralık maliyetinden montrö sözleşmesi'ni bug'a sokup abd'nin istediği her yükte ve her silah gücünde gemileri türkiye'nin kalbinden geçirmesine kapı aralayacak olmasına; zerre beyin kırıntısı olan her bireyin götüyle güleceği bir proje olup ülkenin abartısız %40 civarı tarafından da gerekçesizce desteklenmekte olan rant kanalıdır. gerçi onlar ırzlarına geçse dahi tayyip erdoğan'ı alkışlayacakları için kale alınmamalılardır.
cumhurbaşkanı bugün kanalla ilgili açıklama yapmış. "Kanal üzerinden geçecek köprülerden bir tanesinin adımını inşallah haziranda atacağız. İlk etapta planlanan 6 tane köprü, bunun 7 olma durumu da var."
"yol yaptı"dan sonra "köprü yaptı" olduk. ortada kanal yok ama köprüler var. önce köprüleri yap, sonra kanalı kazarsın. beşli çete'nin ellerini ovuşturması gözümün önünde canlandı vallahi.
ayrıca 6 da olabilir 7 de olabilir nasıl bir kafadır? mimar, mühendis falan değilim ama hesap kitap, ölçüp, biçip projeyi yaparsın, kaç köprü sığacağı ortaya çıkar. inşaata başlayıp, 6 köprü yaptıktan sonra, buraya bir tane daha sığar mı diyecekler? gerçi niye şaşırıyorum ki? bazen unutuyorum türkiye'de yaşadığımızı.