-
nobel ödülü sahibi portekizli yazar jose saramago'nun 1995 yılında yayımlanan romanı. roman, ingilizceye "blindness", türkçe'ye ise "körlük" adıyla çevrilmiştir. roman, gerçeküstücü bir romandır. romanda anlatılan öyküde ne mekanların ne de insanların adı vardır. kitaptaki karakterler, doktor, doktorun karısı vb. şekilde adlandırılmışlardır.
kitap, trafik ışıklarında bir arabanın içinde bulunan bir adamın kör olmasıyla başlar ve "körlük" insandan insana bulaşarak yayılmaya başlar ama bu körlük bilinen körlük gibi bir karalığa değil bir beyazlığa hapsedecektir insanları. herkes kör olurken bir kişi kör olmayacaktır bu öyküde ve biz o kişinin gözleriyle "insana" dair her şeyi yeniden görecek ve her şeyi yeniden sorgulayacağız. bireyleri kör olan bir toplum neye dönüşür, bir kişi dışında tüm üyelerinin kör olduğu bir toplumda neler sağlam kalabilir ya da neler yok olur. görebilecek miyiz baktıklarımızı.
-
Bir şehir, "beyaz felaket" diye adlandırılan körlüğe neden olan bir salgınla karşı karşıyadır.
Kitap topluluğu vesilesi ile okumaya koyulduğum bu kitap içinde bulunduğumuz karantina günlerinin ruhuna deyim yerindeyse cuk oturdu. Birebir o şiddette yaşamadık ise de siyasal otoritenin salgın karşısındaki tutum benzerliğini okumak oldukça ilginç bir deneyimdi. Saramago'nun portekizce olan bu kitabı 1995 yılında yayınlanmış. Okuduğum çeviri ise Ahmet Derman'a ait.
Başta da giriş yaptığım gibi aniden trafikteki bir sürücüde direksiyon başında beliren bu hastalık çok hızlı yayılan bir salgına dönüşüyor. Şehirde birden bire hızla kör olan insan sayısı artıyor. Siyasiler de hastaları tek tek tespit edip yayılımı önlemek için boş bir akıl hastanesine kapatıyor. Dışarı çıkışlarını önlemek için de hastanenin etrafında askerler nöbet tutuyor. Karantinaya alınan hastalar arasında, muayene ettiği hastadan hastalığı kapan bir göz doktoru da vardır. Kendisini o güne kadar hiç yalnız bırakmamış olan sevgili karısı da onunla birlikte karantinaya girmektedir.
Saramago kitapta hiç isim kullanmamış. karakterlerin ayrımını birinci kör, doktor, doktorun karısı, hırsız, hiç uyumayan kadın gibi isimlendirmesi ile yapıyorsunuz. En başında her eklenen karakterle ne kadar çoğaltabilir ki diye düşünüyorsunuz hatta karakterle bağ kurmaya bile engel gibi görünüyor ama hikayenin içine girdikçe benimsemiş olduğunuzu farkediyorsunuz.
Gözleri görmeyen İnsanların fiziksel koşulları yetersiz bir alanda yaşadıkları imkansızlıkların, yokluğun, açlığın üstesinden gelmek için neler yaptıklarını görmek iç sıkıcı oluyor. Okurken kendimi hep bir kutunun içerisinde sıkışmışım gibi hissettim. "Ne zaman rahat rahat nefes alabileceğim?" rahatsızlığını yaşadım.
İnsanların gözlerinin görmemesi üzerinden esasında aklın görme, bilme ve bilincin kullanımı arasındaki ilişkiyi işlemiş yazar. Körlüğe bağışık tek bir kişinin gözünden şiddetin, umutsuzluğun, nefretin, bencilliğin, açgözlülüğün dünyasına dalıyorsunuz. Aslında bunlar dünyada her zaman var olan şeyler ve körlük hepsini yüksek çıtada hissetmenizi sağlıyor. Bu kadar pisliğin içerisinde hastalığa karşı direnci olan bu kişinin şefkatini, sevgisini ve gözleri görmeyen insanlar için - "nasıl yapabilir?" diye yargıladığınız- nelerinden vazgeçebildiğini görmek insanlığın güzel yanını da hatırlatıyor. Kim bilir belki de hastalığa karşı en iyi savunma mekanizmasıydı iyiliği. Yazarın başarılı anlatımı ile Başlarda Abartı gelen bu korkunç dünyanın varlığına inanıyor ve o insanların içinde bulabiliyorsunuz kendinizi.
Koronavirüsün de yüzümüze vurduğu gibi hayatta öyle durumlarla karşı karşıya kalınabiliyor ki isimlerin, ünvanların, statülerin bir önemi kalmıyor. Bir anda yaşadığınız hayat bambaşka hal alıyor ve sadece yaşamda kalma savaşı vermeye başlıyorsunuz.
Kitabın tarzı herkese hitap etmeyebilir. Günlük konuşma ile dili yazılmış. Diyalog işaretleri yok. Bazen kimin konuştuğunu anlamak için bir iki cümle öncesine geri dönüş yapmanız gerekebiliyor. Her yeni diyalog cümlesi büyük harfle başlıyor -tek ayrım yöntemin bu oluyor. Ve belki de en ilginç olanı hikaye boyunca hiç betimleme olmaması. Tıpkı gözleriniz görmüyormuş gibi okuyor olayları etranızda oluyormuş gibi hissediyorsunuz. Bu da Saramago'nun körlüğü anlatım başarısı sanırım.
Olayların hızlı aktığı hikayeleri okumayı sevenlerin sıkılacağı, büyük ihtimalle de yarım bırakacağı deneme niteliğinde yazılmış bu kitabı sevdim, 3-4 günde de bitirdim. İlgisini çekene iyi okumalar. -
jose saramago'nun en bilinen romanlarından biri. 1995 yılında yazılmış. türkçeye körlük ismiyle çevrilmiş, can yayınları tarafından. dümdüz bir öykü olarak da okunabilir ama metafor dolu. herkesin çok seveceği bir öykü olmayabilir, yine de ama insan canlısına yönelik değerlendirmeleri çok yerli yerinde.
2004 yılında ensaio sobre a lucidez ismiyle romanda yer alan karakterlerin bir kısmına yer verdiği bir devam romanı yazmış. bu dahi görmek ismiyle can yayınları tarafından neşredilmiş. -
jose saramago'nun distopik romanı. beyaz körlük salgınının insanları etkisi altına alması ile başlayan süreç, insan aklını, ahlakını, bencilliğini, kendi yarattığı düşüncelerden doğan korkuyu, öğrenilmiş çaresizliği gözler önüne seriyor. diğer distopyalardan farkı hayali bir dünyanın değil bizzat kendi dünya ve düzenimizde yaşanılan bir kurgu olması.
-- spoiler --
içlerinde kör olmayan yalnızca doktorun karısı. kitabın başından itibaren görülüyor ki olaylara çıkarsız bir gözle bakan, bencil olmayan, en az zararı verecek şekilde davranan da yine o. aslında diğerleri hep kördü, yaptıkları yanlışları görmeyen körler. körlüğün beyazlığı aydınlanmanın yaşanması için oluşan bir farklı algı türü. romanın sonunda iyileşenler, algıları düzelip kendi öz eleştirisini ve gelişimini tamamlayanlar.
-- spoiler --