bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
selam kaynatalı ve kaynatasız kulzos okurları.
hep böyle bir giriş yapmak istemişimdir.
başlığı 2 hafta önce aldım ama hiçbir şey yazmadım, sözde günce bir de... aylık falan desem daha isabetli olurmuş.
2018 projelerim için bugün çalışmalara başladım. çok ilginç şeyler olacak gibi 2018 yılında.
şu aralar hastalıklarla boğuştuğum için eskisi gibi hergün şarkı kaydedemiyorum ne yazık ki. iyi ki konser anlaşmalarım falan yok. tazminat ödemekten iflas ederdim. değil şarkı söylemek, 5 cümleyi ard arda bile söyleyemiyorum nefesim tükeniyor ya da burnum tıkalı oluyor ikinci cümlede sesim çıkmıyor falan... böyle iğrenç bir durumdayım işte.
hastayken ben de gitardan uzak kalmayayım diye klasik gitar öğrenmeye başladım. aslında hiç hevesim yoktu öğrenmeye. benim tarzım ve planlarım başka yöndeydi. kaki king gibi olacağdım ben ama geçen haftasonu bir vals çaldım ve "ulan aslında yaparım ben" dedim. bugün de karayip korsanlarının müziğini çalışmaya başladım. ilk dört ölçü ellerinizden öper. bir haftaya kadar iyi şekilde çalarım sanırım. aslında güzelmiş klasik gitar.
bunun dışında armoni öğrenmeye başladım. eskiden kafama göre, kulağıma ne güzel gelirse o şekilde besteliyordum şarkılarımı da bence işin matematiğine göre yapsam fena olmayacak. sonuçta kaybedeceğim bir şey yok.
bu gecelik bu kadar sanırım. -
selam kaynatalı ve kaynatasız kulzos okurları.
nedendir bilmem, vizelerden sonra üstüme bir bezginlik çöktü. notlarım iyi olduğundan olsa gerek. bir de son sene olunca insan "bitse de gitsek" moduna giriyor.
ben de notlar tavan yapmış, böyle "iyi biliyorum ben japonca'yı" moduna girince adeta bir matrix'teki mr.anderson moduna girdim.
matrix'in başındaki mr. anderson ve patron sahnesini az buçuk yaşadım. japon hocalarımdan biri çekti beni kenara ve "senin problemin ne biliyor musun? kendini özel zannediyorsun ama çok disiplinsizsin. biz böyle adamları pek sevmeyiz" falan dedi. ben de klasik japon savunması olan "afedersiniz, artık dikkat edeceğim" cümlesi ile bu saldırıyı savuşturdum şimdilik. neyse dönemin bitmesine 3 hafta kaldı en azından.
bugün bir tane kitap bitirdim ayrıca.
bir de önümüzdeki günlerde kendimi daha da geliştirmeyi planlıyorum. ilk defa günlük tutacağım sanırım. yaşadığım şeyleri belki bir bloga da koyabilirim ileride. bakalım yapmak istediğim şeylerin hepsini yapabilecek miyim? -
selam kaynatalı ve kaynatasız kulzos okurları.
son zamanlarda çok stresli günler geçiriyorum. hocaların gözündeki kalitem arttıkça bölümdeki bazı insanların düşmanlıkları artıyor.
zaten okuldaki arkadaşlarım genelde bölüm dışından. mesela tarih okuyan arkadaşlarıma oturup tarih tartışmayı seviyorum. ama benim bölümümde daha helmuth von moltke'nin ismini duymamış insanlar var ve haliyle bunlarla sohbet etmem zor oluyor. anca havadan sudan konuşuyorum. ondan sonra "tristan insanları sevmeyen biri" diyorlar. aga sen benim ilgi alanlarımla kesişen bir yerde değilsen ben ne yapayım?
zaten son günlerde derslerde daha aktif olmaya başladım. önceden de aktiftim ama bilgi birikimim çok değildi. son zamanlarda epey arttı. haliyle bilgisi benden çok olan insanlar da "ne ayak lan bu?" demeye başladı hafiften ki bugün japon tarihi ile ilgili bir derste de epey tartıştım birisiyle. sonra araya hoca girdi.
neyse en azından hocalarım beni seviyor. şimdiye kadar bir tane burçlara inanan ve sırf burcum sebebiyle bana inat olan birisi haricinde (o da manyak mıdır nedir? neyse...) genelde sevilen biriyim.
son olarak dil bölümü okuyan arkadaşlara tavsiyem, öğrendikleri dilin kültürünü çok iyi öğrenmeleri. yurtdışına çıkın veya çıkmayın; dilini öğrendiğiniz milletin tarihini, kültürünü, felsefesini anlatan kitapları mutlaka okuyun. hatta mümkünse öğrendiğiniz dilde okuyun.
bunu yapmamda lao tzu'nun bir şiiri etkili oldu:
"dışarı çıkmadan da, dünyayı tanıyabilirsin.
pencereden bakmadan da gök cisimlerinin hareketlerini görebilirsin
ne kadar uzağa gidersen, o kadar az bilirsin"
sonuç olarak her şey okumakta bitiyor. -
bugün anladım ki, aşk cidden çok farklı bir şey...
çok yakışıklı olmanız veya çok güzel olmanız aşk konusunda bir fayda sağlamıyor. neticede angelina jolie gibi bir insan bile aldatılabiliyor.
"tipimden dolayı kimse bakmaz bana" diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. "kimler kimlerle geziyor" diyorlar ya, onu sağlayan da aşk işte. hakikaten lan, kimler kimlerle beraber yan yana... vay anasını...
aşk güzel bir şey işte, elde edebilen insanlara imreniyorum. -
selam kaynatalı ve kaynatasız kulzos okurları.
1 haftadır klasik gitar çalışmaktaydım.
bugün bunu çaldım:
www.youtube.com/...
güzelmiş aslında klasik gitar. sanırım artık fingerstyle olarak çalacağım gitarı. bana akor basıp şarkı söylemekten daha zevkli geldi. -
selam kaynatalı ve kaynatasız kulzos okurları.
bugün epey canım sıkkın. klasik gitar çalışmam pek iyi gitmedi. sebebi neyse artık, mi olarak okuduğum notayı la olarak basıyorum. epey odaklanamadığım için de dört ölçü çalışıp bıraktım.
bunun haricinde nedense çevirilerim hiç sanatsal olmuyor. bugün bir çeviri yaptım. hoca "bu ne la böyle sosyoloji tezi gibi olmuş" dedi. sonra okuyunca ben de hak verdim adama. ne kadar realist bir insansam artık.
bunun haricinde de l'allemagne beni epey etkiledi. umarım bir gün ben de japonya üzerine böyle kapsamlı bir kitap yazabilirim. -
şunlar şurada dursun, isteyen dinlesin:
www.youtube.com/...
www.youtube.com/...
bu seneki doğuş bayramı'nda çok yalnız hissettim. kilisem başka şehire taşındı ve okulum bitene kadar da yeni bir kiliseye devam etmek istemiyorum. çünkü 1 sene için yeni bir ortama adapte olmak zor geliyor bana. ben de japonya'ya yerleşene kadar bir kiliseye devam etmemeye karar verdim. biraz keşiş hayatı yaşayacağım ama olsun. umarım japonya'da da şehirden şehire sık sık taşınmak zorunda kalmam.
kulzos yönetimine karşı olan sevgisizliğim pek geçmiş değil. bana çok ruhsuz geliyorlar. ama yapacak da bir şey yok. bir şey yazıyorsun taşıyor adamlar. adamlar yüzünden trollük yaptım bir de yok yere. bir de japonca konusunda bana ahkam kesilince salon erkeği çizgimden kayıyorum. burada çoğu insan bilmiyor ama benim yayınlanmış makalelerim var japon kültürü üstüne. "sen ne anlarsın" tarzı çıkışlara bu sebeple uyuz oluyorum ve bir balrog'a dönüşüyorum bu sebeple. paper'larımla döverim seni.
tabii yönetime sinirlenip insanları sinirlendirmem kötü oldu o ayrı. küfür edenler bile oldu ya la.
yazımı luka'dan bir seçki ile bitirmek istiyorum:
O günlerde Sezar Avgustus bütün Roma dünyasında bir nüfus sayımının yapılması için buyruk çıkardı.
Bu ilk sayım, Kirinius’un Suriye valiliği zamanında yapıldı.
Herkes yazılmak için kendi kentine gitti.
Böylece Yusuf da, Davut’un soyundan ve torunlarından olduğu için Celile’nin Nasıra Kenti’nden Yahudiye bölgesine, Davut’un kenti Beytlehem’e gitti. Orada, hamile olan nişanlısı Meryem’le birlikte yazılacaktı. Onlar oradayken, Meryem’in doğurma vakti geldi ve ilk oğlunu doğurdu. Onu kundağa sarıp bir yemliğe yatırdı. Çünkü handa yer yoktu.
Aynı yörede, sürülerinin yanında nöbet tutarak geceyi kırlarda geçiren çobanlar vardı. Rab’bin bir meleği onlara göründü ve Rab’bin görkemi çevrelerini aydınlattı. Büyük bir korkuya kapıldılar. Melek onlara, “Korkmayın!” dedi. “Size, bütün halkı çok sevindirecek bir haber müjdeliyorum: Bugün size, Davut’un kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab olan Mesih’tir. İşte size bir işaret: Kundağa sarılmış ve yemlikte yatan bir bebek bulacaksınız.”
Birdenbire meleğin yanında, göksel ordulardan oluşan büyük bir topluluk belirdi. Tanrı’yı överek,
“En yücelerde Tanrı’ya yücelik olsun,
Yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara
Esenlik olsun!”
dediler.
Melekler yanlarından ayrılıp göğe çekildikten sonra çobanlar birbirlerine, “Haydi, Beytlehem’e gidelim, Rab’bin bize bildirdiği bu olayı görelim” dediler. Aceleyle gidip Meryem’le Yusuf’u ve yemlikte yatan bebeği buldular. Onları görünce, çocukla ilgili kendilerine anlatılanları bildirdiler. Bunu duyanların hepsi, çobanların söylediklerine şaşıp kaldılar. Meryem ise bütün bu sözleri derin derin düşünerek yüreğinde saklıyordu. Çobanlar, işitip gördüklerinin tümü için Tanrı’yı yüceltip överek geri döndüler. Her şeyi, kendilerine anlatıldığı gibi bulmuşlardı.
Sekizinci gün, çocuğu sünnet etme zamanı gelince, O’na İsa adı verildi. Bu, O’nun anne rahmine düşmesinden önce meleğin kendisine verdiği isimdi.
Musa’nın Yasası’na göre arınma günlerinin bitiminde Yusuf’la Meryem çocuğu Rab’be adamak için Yeruşalim’e götürdüler. Nitekim Rab’bin Yasası’nda, “İlk doğan her erkek çocuk Rab’be adanmış sayılacak” diye yazılmıştır. Ayrıca Rab’bin Yasası’nda buyrulduğu gibi, kurban olarak “bir çift kumru ya da iki güvercin yavrusu” sunacaklardı.
O sırada Yeruşalim’de Şimon adında bir adam vardı. Doğru ve dindar biriydi. İsrail’in avutulmasını özlemle bekliyordu. Kutsal Ruh onun üzerindeydi. Rab’bin Mesihi’ni görmeden ölmeyeceği Kutsal Ruh aracılığıyla kendisine bildirilmişti.
Böylece Şimon, Ruh’un yönlendirmesiyle tapınağa geldi. Küçük İsa’nın annesi babası, Kutsal Yasa’nın ilgili kuralını yerine getirmek üzere O’nu içeri getirdiklerinde, Şimon O’nu kucağına aldı, Tanrı’yı överek şöyle dedi:
“Ey Rabbim, verdiğin sözü tuttun;
Artık ben, kulun huzur içinde ölebilirim.
Çünkü senin sağladığın,
Bütün halkların gözü önünde hazırladığın kurtuluşu,
Ulusları aydınlatıp
Halkın İsrail’e yücelik kazandıracak ışığı
Gözlerimle gördüm.”
İsa’nın annesiyle babası, O’nun hakkında söylenenlere şaştılar. Şimon onları kutsayıp çocuğun annesi Meryem’e şöyle dedi: “Bu çocuk, İsrail’de birçok kişinin düşmesine ya da yükselmesine yol açmak ve aleyhinde konuşulacak bir belirti olmak üzere belirlenmiştir. Senin kalbine de adeta bir kılıç saplanacak. Bütün bunlar, birçoklarının yüreğindeki düşüncelerin açığa çıkması için olacak.”
Anna adında çok yaşlı bir kadın peygamber vardı. Aşer oymağından Fanuel’in kızıydı. Genç kız olarak evlenip kocasıyla yedi yıl yaşadıktan sonra dul kalmıştı. Şimdi seksen dört yaşındaydı. Tapınaktan ayrılmaz, oruç tutup dua ederek gece gündüz Tanrı’ya tapınırdı. Tam o sırada ortaya çıkan Anna, Tanrı’ya şükrederek Yeruşalim’in kurtuluşunu bekleyen herkese İsa’dan söz etmeye başladı.
Yusuf’la Meryem, Rab’bin Yasası’nda öngörülen her şeyi yerine getirdikten sonra Celile’ye, kendi kentleri Nasıra’ya döndüler. Çocuk büyüyor, güçleniyor ve bilgelikte yetkinleşiyordu. Tanrı’nın lütfu O’nun üzerindeydi. -
uzun bir süre sonra tekrar başarısızlığı tattım. neyse arada bir iyi oluyor böyle.
hasta ve depresif halimle girdiğim bir sınavdan 45 alınca (haliyle çalışamadım doğru düzgün) "finalde kurtarırım sıkıntı olmaz" deyip pek de umursamamıştım. bugün okul yönetiminin "vizede 50 alamayan geçemeyecek" kararını görünce cidden şok yaşadım. daha önce yoktu böyle bir şey, geçen senenin ağustos ayında alınmış bu karar. haberim olmayınca ve daha önce vizesinden 35 aldığım dersi bile kurtardığım için rahattım tabii...
daha sınava giremeden bir dersten kalmak kötü oldu cidden.
umarım bu durum hayallerime ulaşmamı engellemez... -
dünyadaki en tuhaf insanlardan biriyim sanırım. bir ilişkim yokken "neden bu kadar yalnızım?" diye geziyorum, sonra da "nasıl kurtulsam?" diye düşünüyorum. neyse bir ilişkinin daha sonuna geldik, yapımda pek emeğim geçmediği için kendisine buradan yapımda emeği geçtiği için teşekkür ederim.
nedense benim aşık olduğum kişiler genelde beni beğenmeyen insanlar çıkıyor. bana aşık olanlar da benim beğenmeyeceğim türde insanlar. ismail yk'nın şarkıları gibi hayatım var...
bir gün ruh eşimi bulur muyum bilemiyorum ama ne zaman birilerinin peşinden koşsam da üzülen ben oluyorum en sonunda. gerçi şimdi de üzen taraf ben oldum. keşke ilk sevgilimden ayrılmasaydım diyorum bazen ama o da imkansız. geçmişe takılmak da çok hoşuma gitmiyor ayrıca.
neyse yine tek başıma yürümeye devam. -
itiraf sayfasını yeteri kadar meşgul ettiğimi düşündüğümden ötürü aklıma gelmişken bunu da buraya yazayım dediim.
itiraf sayfasında da yazmıştım "tristan yaa ((:" deyince tuhaf hissettiğim bir hanım vardı. bir makale üzerinde çalışıyordu. sonra "x'den de bahsetsene" dedim. sonra benim verdiğim öneriye makalenin ilk paragraflarında yer vermiş. mutlu oldum epey.
bu arada blogdan yayınladığım gitar derslerinde biraz aksama olacak. normalde yeni dersi bugün koyacaktım ama hafiften rahatsız hissettiğimden bugün ders koyamayacağım. dersi koyduğumda yine buradan yazarım. -
sanırım bir süre buralara uğrayamayacağım.
önümüzdeki hafta uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşımın evinde kalmak üzere yurtdışında olacağım bir süre. bunun yanında aklımda olan bazı projeler var. bu projeler bana bir getiri sağlar mı bilemeyeceğim ama bu yaz bazı japonya'daki mekanlarda sahne almayı planlıyorum. işin kötü yanı bana teklif sunan mekanlar beni japon zannediyor. adamlara da söylemedim "ben japon değilim" diye. bu sebeple bu işleri garantiye almam gerekiyor biraz. malum orada yabancılar pek sevilmez.
yabancılar sevilmez deyince aklıma bu geldi.
haliyle caz müziğe biraz daha ağırlık vermek istiyorum ama ülkedeki kaynak sıkıntısı sağolsun çaykaşığı ile tünel kazıyorum resmen. ama son günlerde gitar günlüğü tutmaya başladım. belki bir kitap çıkar oradan da. çünkü ülkemin dandik müziklerle kuşatılması hoşuma gitmiyor. bizden de hayvan gibi gitaristler çıksın artık. varsın benden daha iyi olsunlar, benden daha çok para kazansınlar. ama yeter ki bir gün bir türk de müzik alanında sağlam bir yer edinsin. ben de buna uğraşıyorum zaten. azıcık milliyetçi olmaktan kimse ölmez. elin japonu millete kendinden söz ettiriyorsa bizim de söz ettirmemiz lazım. ama benim gibi düşünenler de çok az bu ülkede. sırf hristiyan olduğum için "sen türk değilsin" diyenler de oldu bana. halbuki soyumun bir tarafı tatar bir tarafı türkmen. nasıl türk değilsem artık? işte bizi karanlığa çeken hep bu türden gereksiz detaylara takılmamız. adamlar "devrim yapacağız" diyor sonra 57547457484 çeşit fraksiyona bölünüyorlar. hepsi devrimci ama hepsi başka yoldan devrim yapmak isteyince ortada devrim falan kalmıyor tabii. bak atatürk ne güzel demiş "ne mutlu türk'üm diyene" diye. "ben türk'üm" diyorsa bir adam dininin ne önemi var? politik görüşünün ne önemi var?
amerika'da "ben meksikalıyım", "ben almanım" diye gezen adamların hepsi "biz amerikalıyız" demeyi de biliyorlar.
neyse konu yine çok saptı...
biraz tatil yapacağım kulzos'daki değerli takipçilerim. hepinizle iyi zamanlarım kötü zamanlarım oldu. uçağım falan düşerse "iyi ki gebermiş pislik" demeyin diye böyle bir veda yazısı yazayım dedim. hayırlısıyla şu konserleri de atlatırsam aranızdan şanslı üyelere japon yemeği yaparım.
japon yemeği demişken bir de bu yaz şu konser işlerini halledersem fugu balığı pişirme lisansı almak istiyorum hazır japonya'dayken. türkiye'ye dönünce belki nusr-et gibi bir japon yemeği restoranı açarım kimbilir...
gerçi çoğu kişi benim akademisyen olmam konusunda ısrar ediyor ama türkiye'de olmaz bu işler onu anladım. türkiye'de olsaydı bu işler fizik bölümünü bırakmazdım. bir şekilde kendimi serbest pazar ekonomisine kabul ettirmem gerekiyor sanırım. yoksa ben de o arşiv senin bu arşiv benim gezmek isterim orası ayrı. müstakbel olma olasılığı bulunan yengeniz öyle yapıyor mesela. bu sebeple çok kıskanıyorum kendisini. yaşı büyük biraz benden evet.
sonuç olarak hepimiz hayvan gibi çalışmalıyız sevgili romalılar. nutuk atınca işler düzelmiyor ki türkiye'de insanların kaçırdığı nokta da bu aslında. sen çalışmazsan hiçbir şey olmaz. tanrı senin kölen değil ki sen "tanrım para" dediğinde para, "tanrım yemek" dediğinde sana yemek getirsin. insansın sen. konumunu bil. çalışmadan bir şey olmuyor bu dünyada. sadece paganini gibi doğaüstü bir insansanız çalışmanıza pek gerek kalmıyor ama öyle olmanız milyarda bir ihtimal inanın. ne ben, ne o, ne siz o adam gibi olabilirsiniz.
umarım seyahatlerimde bir problem çıkmaz. çünkü yaşadığım şehirden de uzaklaşmak istiyorum artık. yeteri kadar gördüm ankara'yı. her sokağını ezbere biliyorum. biraz unutayım bu şehri.
bu arada kulzos başlığında 1000 girdiye ulaşınca dedim ama daha erken de olabilir tatile çıkmam. -
gece ne güzel neşeli neşeli yazmıştım tatile gideceğim diye. lakin evdeki hesap çarşıya uymadı.
aslında benlik bir sorun değil. arkadaşım benim orada bulanacağım günler için izin alamamış iş yerinden. "sen gel takıl" falan dese de pek sevmiyorum tek başıma olmayı gezmek için gittiğim bir yerde. ben de en iyisi iptal edeyim tüm planları dedim. artık yaza kaldı buluşma işi. artık yazın da bir otel falan ayarlarım gideceğim yerde. -
bu aralar biraz depresifim.
gitar konusunda hedeflerime ulaşamayışım üzdü beni en çok. 4 yıl önce her sene namm'e katılımcı olarak (ziyaretçi değil, orada insanlara sunum yapan gitaristlerden biri) katılmayı hayal ediyordum. her sene "seneye kesin gideceğim" diye kendi kendime özler veriyordum.
sonuç olarak eski sevgilim bile namm'de katılımcı ama ben buradayım. demek ki 4 yılım boşa geçmiş hep.
bunda tabii ki benim grupsuz olarak çalışmam da etkili. bir de hiç ders falan almadım şimdiye kadar. hep kendim keşfettim bir şeyleri. onun da etkisi var sanırım. belki basist olarak devam etseydim daha iyi bir yerde olabilirdim ama ne bileyim ya bas çalmak bana göre değil gibi. çünkü içinde bulunduğum gruplar hep yıldırdı beni. hiçbirinde sözüm geçmedi hiç. "şu şarkıyı çalalım mı?" dediğimde "vaay süper şarkı, sonraki provada bunu çalışalım" dediler. ama sonuç sıfır. o şarkılar hiç çalışılmadı. sonra "ben kötü besteciyim herhalde" diye bir ön yargı oluştu bende. besteden çok doğaçlama yapıyorum son zamanlarda.
ne bileyim, bıraksam mı ne yapsam? gerçi her gün çalışmaya da çok alıştım. bırakmak imkansıza yakın. sigara tiryakileri bile sigarayı bırakır ama ben gitarı zor bırakırım.
şöyle bir şey lazım sanırım gitarı bırakmam için.
olsa olsa artık çok büyük hedefler koymam kendime. daha küçüklerle yetinirim. -
gece boyu "yarın konsere gideceğim, bu gece uyumalıyım" diye sürekli kendime telkinde bulunsam da, telkinlerim pek işe yaramadı ve tatil süresinde uyku düzenimin ırzına geçtiğim için tüm gece uyuyamadım.
sabah dışarıdaki işlerimi hallettikten sonra eve saat 14:30 gibi döndüm ve "azıcık uyuyayım, konsere ayık kafayla gideyim" dedim. 1-2 saatlik direnişten sonra uykuya yenik düştüm ve saat 18:00 sularında zorla uyanabildim. lakin bu sefer de ishal olacağım tuttu. "bu hafta gitmem artık konsere ya, haftaya giderim" diye planlar yapmaya başladım tuvalette ve nihayet zamanında çıkabildim.
sürekli cüzdanımda taşıdığım 5 yen'den ötürü müdür nedir evden çıkar çıkmaz otobüs geldi ama otobüsle gitsem çok erken konser salonuna varacağım için metroya kadar yürümeyi tercih ettim. neyse ki saat 19:30 gibi ulus'taydım. hatta akşam yemeği yemediğim için "yemek mi yesem şurada bir yerde?" diye düşünsem de "s***** et, eve dönünce yerim" dedim ve konser salonuna doğru yürümeye başladım.
konser salonuna girince baktım ki epey kalabalık bir sıra var gişede. biletimi internetten aldığım için gişeden bilet almak zorundaydım. "ahanda şimdi sıçtım" desem de sıra hemencecik bana geldi ve biletimi altım. işte bunlar hep 5 yen'in marifetleri. aferim sana pirinçten yapılma, ortası delik madeni para.
i.hizliresim.com/...
internetten yerimi ayırtırken çakallık yapıp 1 kişilik boş yerin hemen yanına bilet almıştım. çünkü benim gibi bireysel gitmiyor genelde insanlar konserlere. ama bu sefer benim gibi bireysel 3 kişi falan vardı. hatta bir adam işten çıkıp gelmiş herhalde elinde dosyalar falan vardı.
neyse efendim yerime doğru ilerlerken bir baktım benim yanımda 2 oğlan var. ben "belki kadın gelir muhabbet ederiz konserden önce" diye düşünmüştüm ama olmadı. zaten tek gelen kadın da pek olmadı orası ayrı.
neyse bu oğlanlardan birisi konuya vakıf değil, arkadaşı da bunu bilgilendiriyor falan. ama nasıl artist, nasıl artist... "ben klasik müzik konserine gidemeden duramıyorum" demeler, "bilkent senfoni de sezonluk biletim var" demeler falan. ama artistliği fosmuş ilerleyen zamanlarda anladım. ben de avizeye falan baktım, sahnenin resmini çektim beklerken.
i.hizliresim.com/...
derken ışıklar kapandı ve "oh be" dedim, konser başlayacak... efendim afedersiniz ama b** oh be oldu.
i.hizliresim.com/...
öncelikle sevgili romalılar, gözünüzü seveyim şu "konsere geldim!!! video çekmeliyim!!! eşe dosta 'ben kyaşik müjik konşerine giitm biliyon mu?' diye hava atmalıyım!!!!" kafasından bir kurtulun. bakın ben sadece konser öncesi foto çektim. konser sırasında değil fotoğraf çekmek telefonu elime bile almak gelmedi içimden. çünkü ben bu konserdeki her notayı duymak için para ödedim. rock konseri olsa ya da pop müzik konseri olsa kimse takmaz kaçan notaları. ama burada sanatsal bir eylem var. insanlar bu besteleri çalmak için yıllarını veriyor. bütün notaları hatasız bir şekilde çalmak için epey efor sarf ediyorlar, yazık günah.
kaldı ki, bir insan sevdiği bir müziği dinlerken nasıl başka bir şeye yoğunlaşmak ister, o anı kaçırmak ister hiç anlamıyorum. bir insan sevgilisinin yanında "dur azıcık telefonla uğraşayım" der mi? demek ki diyor bu adamlar. demek ki insanların çoğu aslında severek gelmiyor bu konserlere.
örneğin açılış parçası richard strauss'un Serenade Op.7 başlıklı bestesiydi ve ben bunu daha önce hiç dinlememiştim. ilk defa bu konserde dinledim ve sağolsun instagramcı tayfa ve şu iki entel maganda sayesinde dinlediğimden de bir şey anlamadım. bir de bu çok bilmiş öküz "heheh diğerleri çalmıyor lan sadece duruyorlar orada" demez mi performans sırasında... hani hiç kaçırmıyordun senfoni konserlerini? partisyon diye bir şey var bildin mi?
neyse strauss'un bestesini hiç bir şey anlamadan öylece dinledim. sıra mozart'ın serenade no. 10 başlıklı bestesine gelince rahatladım. o ilk ölçüler nedir öyle sayın mozart? nereye varmak istediniz, amacınız neydi? ilk ölçüler geçti bizim bu mallar yine bir sohbete başladı ama nasıl saçma sapan bir muhabbet... bu adam bir de bilkent senfoni'den kombine kapattım diye hava atıyor... daha önce mozart'ın bu bestesini dinlememiş o da belli yaptığı yorumlardan. ben elimden geldiğince dinlemeye yoğunlaşmaya çalıştım çünkü cidden çok seviyordum.
neyse bunların uykusu geldi herhalde bir ara sustular ben de epey rahat ettim. neyse ki güzelim eserin ortasından itibaren güzelce dinleyebildim.
ama cidden bu besteyi canlı dinlemekle kayıttan dinlemek çok farklıymış onu fark ettim. canlı dinleyince ciddi anlamda bir eargasm yaşıyorsunuz. ruhunuz bedeninizden uçup gidiyor başka diyarlara. mozart cidden bambaşka bir besteciymiş onu bir kez daha anladım.
neyse cidden güzel bir akşam geçirdim, sabote etmeye çalışanlar olsa da... lütfen eşe dosta hava atmak için gitmeyin şu klasik müzik konserlerine. ya cidden çok merak ediyorsanız ya da cidden çok seviyorsanız gidin. sonra benim gibi tek amacı müziği hissetmek olan insanlar size ana avrat sövüyor içinden.
neyse en azından şu mozart'ın şu bestesini dinledim ya canlı canlı, bu akşam benim için yeterli geldi bu. eserin %70'lik bir kısmında kendimi çok farklı bir yerde hissettim. bu da bana yetti.
haydi hayırlı tıraşlar. -
tuhaf bir kabus sebebiyle 2 saat uyuduktan sonra uyandım.
kabusumda japonca dil sınavına giriyordum ve sınav yazılıydı. cümlelerden birisini tam çevireceğim ama bir kelime bir türlü hatırıma gelmediği için cümleyi çeviremiyordum. sabah "başkent! miyako!" diye uyandım. o hışımla telefonu fırlattım. neyse ki yorgana düştü telefon. işte bunlar hep "acaba çeviri dersinden geçebilecek miyim?" endişesi yüzünden oldu. neyse ki büte girmememe gerek kalmadan iyi bir notla geçtim ama travması hala devam ediyor sanırım.
bu arada bir youtube kanalı benimle söyleşi yapmak istedi. ne soracaklar acaba çok merak ettim ((:
bir de bir arkadaşım 1 yıldan sonra bir iş sebebiyle ankara'ya geliyormuş. umarım kendisiyle buluşabilirim. muhabbet etmeyi özledim kendisiyle.
bir de geçen gece the gazette'in komik anlarını izledim. cidden japonlar ayrı bir manyak. diğer japonlar da bu adamlar gibi olmasa diyeceğim ki "alkol, uyuşturucu falan böyle yapıyor bunları"... ama yok işte, japonlar hep böyle manyak insanlar... gerçi arada fanservice falan da kaynıyor ama olsun.
www.youtube.com/... -
okulda japonca saygı dili derslerinin birinde dersi veren kıymetli hocamız "türkiye'de insanlar ilişkilerinde mesafelerini korumuyor" demişti.
tesadüfen bugün nurullah ataç'ın şu yazdıklarıyla karşılaştım:
"sokakta bana 'ağabay! amca!' demiyorlar mı, sinirleniyorum. belli etmiyorum sinirlendiğimi, ses çıkarmıyorum, ama içimde bir öfke duyuyorum. neden? bizim ulusun törelerinden bu, kişi kendinden yaşlılara 'ağabey' der, 'amca' der, 'baba' der, kadınlara da 'anne', 'abla','teyze'. ben işte bu töreye kızıyorum. niçin birbirimizi kardeş sayıyoruz, bir soydan sayıyoruz? bunun toplumda ne kadar kötü etkileri olduğunu görmüyor musunuz? biz birbirimizi böyle kardeş saydığımız, bir soydan saydığımız için çabucak laubali oluyoruz, ötekinin berikinin, bize yabancı olanların bile işine karışıyoruz, hemen özel yaşamını da öğrenmeye kalkıyoruz. biraz yabancı olalım birbirimize, laubalileşmeyelim, yakınımız saymayalım birbirimizi."
(bkz: shitashiki naka ni mo reigi ari) -
"kendini sevdirme" olimpiyatları yapılsa eminim ki loki ile başa baş kapışırdık. gerçi açık sözlülük konusunda da kendisinden aşağı kalır yanım yok ama şakacı bir insan değilim. tamam arada şaka yapıyorum ama loki gibi "şakacıktan" insanların/tanrıların ölümüne sebebiyet vermiyorum.
bir de ya çok arkadaş canlısıyım ya da sosyal ilişkilerimde dışa dönük bir insanım bilemiyorum. beni uyuz edecek sebepler olmadığı sürece gittiğim çoğu yerden arkadaş edinip eve dönerim. mesela star wars: the last jedi'ın ilk gününde arkadaşlarım müsait olmadığı için tek başıma gitmek zorunda kaldım. aksilik bu ya büfeci de benim koca bir kova mısır sipariş ettiğimi zannetmiş. tek başına nasıl bitiririm diye kara kara dönüşürken (patlamış mısır sevmediğim gıdalardan biridir bu arada) aklıma yanımda oturan çift geldi ve onlara verdim mısırı. "yok olur mu ya, ama olmaz ki" demelerine rağmen zorla sıkıştırdım ellerine mısırı ve sonra tanışıp arkadaş olduk (tabii benden korkup arkadaş olmuş olma ihtimalleri de yüksek, düşünsenize manyağın biri zorla patlamış mısır veriyor size).
bugün de öğle yemeğimi bir avm'de yiyeyim dedim. yine aksi gibi oturacak yer kalmamıştı ama bir tane adam tek başına oturuyordu. sohbet ede ede yemek yedik birlikte. belki adam için de güzel olmuştur.
bazen böyle yapınca şehirlerarası yolculuklarda zorla sohbet etmeye çalışan amcalar gibi hissediyorum ama ne yapayım, ben de böyle bir insanım... sanırım yaşlanınca o amcalardan birisi de ben olacağım. -
"senden daha güzel kadın görmedim" desem de, yine de ben onun için değilim sanırım... -
müzik başlığı artık kişisel başlığıma dönüşmeye başladığı için ben de buraya koyayım dedim.
bugün de böyle bir alıştırma yaptım:
streamable.com/... -
şunu fark ettim ki v. c. andrews'ın hikayeleri hep aynı tarzda ve sanırım kendisi travmatik bir gençlik dönemi geçirmiş.
ayrıca kendisi beni yazma konusunda epey motive etti. genelde arkadaşlarım "hep ben merkezli hikaye yazıyorsun, bence değiştirmelisin tarzını" diyordu. tabii ne bilsinler benim çoğu zaman gördüğüm rüyaları yazdığımı.
v. c. andrews'ın da hikayeleri hep ben merkezli olunca tarzımı değiştirmekten vazgeçtim. yine rüyalarım üzerinden hikaye yazmaya devam edeceğim. hem de hikaye yazıyorum ayağına rüya günlüğü tutuyorum fena mı?
en iyisi yarım bıraktığım romanıma tekrar başlayayım. -
yıllar sonra quake'i yeniden oynama fırsatı buldum.
john carmack hakikaten yaratıcı adammış. -
son günlerde elektro gitarda çaldığım çoğu şey beni tatmin etmeyince biraz fingerpicking'e yöneldim.
aslında gerçekten bir telecaster'ımın olmasını çok istemiştim ama eski sevgilim benden ayrılsa da gitarı benden ayrılmayacak gibi. gerçi illa akustik gitarda fingerpicking çalacağım diye bir şey yok. mesela mark knopfler de elektro gitarı parmakla çalıyor.
www.youtube.com/...
ama nedense şu aralar akustik gitar çalmak istiyorum.
belki bazı alıştırmaları elektro gitar üzerinden de gösteririm.
bugün boş tiz tellerde inici arpej çalışması yaptım. notasyonu şu şekilde:
i.hizliresim.com/...
tabi sadece 5 ölçü çalıp bırakmadım. mümkün olduğu kadar tekrarladım.
streamable.com/...
bir de akustik gitarın telleri gitmiş iyice. yarın tellerini yenileyeceğim.
bu arada gitar konusunda böyle blog tarzı yazılar yazmayı seviyorum. insanlara yaptıklarımı gösterince daha çok çalışmak zorunda hissediyorum. "bak bugün de bunu yaptım, her gün yavaş yavaş bir şeyler ortaya çıkartıyorum" demeyi seviyorum nedense. sanırım albüm kaydeden birisi olsam her gün twitter'dan video atardım "bakın bugün de bunu yaptık" diye.
-
en sonunda korece öğrenmeye başlayabildim.
geçmişte defalarca öğrenme çalışmalarıma rağmen öğrenemiyordum bir türlü ama ilginç bir şekilde japonca bilgim arttıkça korece'deki çoğu şeyi anlamaya başladım ve kelimeleri öğrenmem daha kolay olmaya başladı.
mesela "kamsamnida" teşekkür ederim anlamına geliyor. japoncası ise "kansha" ve 感謝 çince gösterimi olarak yazılıyor. koreceyi öğrenmeye başlamak japonca'nın bir lehçesini öğrenmeye başlamak gibi oldu benim için.
bir diğer kelime 時間(shijian). japonca'da /jikan/ korece'de 시간 (şigan) oluyor.
sanırım yakında tüm doğu asya dillerini öğrenmeyi başarabileceğim. -
gidiyorum...