-
İşkence sahnelerindeki diyaloglar müthiştir. Aklıma tam gelmiyor haliyle ancak en çok aklımda kalan iki şeyden birisi Winston'la sevgilisinin birbirlerini satması ve bir daha birbirlerine bakacak yüzlerinin olmayışıydı; diğeri de o'brien'ın neden onlara işkence yaptığını açıklamasıydı.
Açıklamada, Winston'un çürük elmalardan olduğunu ve öldürüleceği, öldürülmezse bile rahat bırakılmayacağını ancak her ne olursa olsun düşüncelerinin partinin öğretisine birebir uygun olmasını sağlamayı amaçladıklarını anlatıyordu.
Öldürecekler ama öldürmeye de gerek yok onları.. hayata olan inançlarını kaybediyorlar bu dusunce değişimiyle.
Onu da geçtim, toprak altında bile kendi düşüncelerine karşı herhangi bir şey olsun istemiyorlar. Sembol kişi, şehit vesaire...
Kendi çizgilerine çekiyorlar çekmesine ama neden o noktadan sonra -kişilerin kendilerini oldurme istegini saymazsak- o kişileri öldürüyorlar diye düşününce, bir kez olsa bile partinin öğretisine muhalif olduklarını için yani çürük elma oldukları için öldürüyorlar herhalde.
Not: çok dağınık ve kotu bir yazı olmuş. Kusura bakmayın lütfen. :) -
Bittiğinde insanı tarifsiz bir boşlukta bırakan kitap.Zaten iyi kitaplar bu hale getirmez mi insanı?
kitabı bitirince kendimi kütüphanenin bahçesine sigara içmeye zor atmıştım.Konuşacak birini arıyordum, sadece konuşacak.Etrafıma bakındım, dibimde birbiri sıra sıralanmış insan kümeleri bana o an için çok uzak geldi.Gözüm biraz ilerde etrafı seyreden bir köpeğe takıdı.Çağırdım, koşarak geldi, hiç hoş bir gelişi yoktu.Ondan da kaçtım.
İçimde bir tuhaflık, saate baktım 10'u geçmişti; çaya talim edecektim.Eve gitmeliydim, kötü şeyler olacaktı hissediyordum.
15 Temmuz darbe girişimi yaşandı o gece.O gün bugündür hiçbir şey güzel gitmiyor. -
bence kitabın üstümüzde bu kadar etki bırakabilmesinin sebebi george orwell'in yaptığı tespitlerin gayet isabetli olmasıdır. kitap sanki yıkılamayacak diktatör rejim nasıl olmalı sorusunun cevabı ve cevaplar da korkulacak derecede ayrıntılı.
şu anki kelime hazinenle bile bazen ifade edemediğin fikirlerinin, duygularının olduğunu düşün. şimdi de bildiğin dilin iktidarı elinden bırakmak istemeyen bir yönetim tarafından oluşturulduğunu düşün. bildiğin dilde "isyan" kelimesi bile yokken hadi oldu da aklına isyan etme fikri geldi diyelim. fikirlerini anlatabileceğin kelimeler yokken nasıl anlatacaksın derdini? öteki insanları seni her yerde gözetleyen, dinleyen "tele ekran" denen cihazlar varken nasıl örgütleyeceksin? ha birde hareketlerinde en ufak bir tutarsızlık olduğunda bir iki hafta önce yanında çalışan adamın ortadan kaybolduğu gibi sen de kaybolabilirsin ortadan. kimse de arayıp sormaz. her zaman olduğu gibi...
bitirdikten sonra sanki sabah uyanmışsınız da boş boş halıya bakıyormuşsunuz gibi hissettiren kitap. -
insanlığın yok oluşuna kadar geçerliliğini her daim devam ettirecek olan bir yapıt. -
george orwell'in distopik romanıdır. -
ilk türkçe baskısının kapağı şuymuş
memnu aşk...
duvardaki "ağabey seni gözetliyor" yazısına dikkat. -
george orwell'in aynı isimli başyapıtından uyarlama olan 1984 yapımı distopik film. -
Dünyanın farklı ülkelerindeki baskılarının kapaklarını derlemiş cam yayınları.
canyayinlari.com/... -
türkçe çevirisi Ocak 1984 basım tarihli 352 sayfalık george orwell kitabı.
kitap tanıtımı:
Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır. -
George Orwell'in zekasına, hayalgücüne insanı hayran bırakan; yaşadığımız günü, toplumu insana sorgulatan; gerçekçiliği zaman zaman ürkütücü boyutlara ulaşan; tarihin, bilimin, felsefenin ve sanatın yok edildiği, cehaletin yüceldiği toplumlarda kitlelerin manipülasyonun ne derece kolay ve imkanlı olduğu idrak ettiren distopya kitabı.
(bkz: okullarda zorunlu okutulması gerekli kitaplar) -
üsteki girdiye cevaptır.
bir ideloji memuru tarafından yazılan bir kitap olarak değerlendirilmiş.
ideoloji memuru dediğiniz kişi george orwell.
www.wikizero.biz/...
adam ispanya iç savaşında komünist olarak savaşmış yavs. yani antiemperyale karşı silaha sarılmış. hayatını tehlikeye atmış. komünizm için canını tehlikeye atmış. bu adam hangi ideoloji memuru? bu kitapta da komünizmden (stalinden) gördüğü yanlış uygulamaları da çatır çatır edebi bir dille anlatmış. kitabın yarattığı big brother tasviri bile yeter. insandaki gerilimi, hele sonlara doğru işkenceyi anlatan bir kitaba edebi yönden vasat demek imkansızdır.
güzel kitaptır. okuyun okutturun. -
benim bu kitapla ilgili dikkatimi çeken en büyük etken dilin önemini ve düşünce üzerindeki etkisinin harika bir şekilde aktarılmış olması.
-- spoiler --
kitapta partiye körü körüne bağlanmış bir adam var adını hatırlayamıyorum. şimdi bu adam baş karakterimiz ile yemekhanede konuşurken bakanlıklardan birinin dildeki kelime sayısını düşüreceğini anlattığı kısım var.
bu projeyle birlikte zaten fazla kelime bulunmayan dilin iyice köreltilmesi sonucu insanların düşünce eylemlerini iyice kısıtlaması ve bunun partiye yarayacağını anlatıyordu. hatta şöyle bir cümle de kurmuştu "bundan 50-100 yıl sonraki nesil şuan konuştuklarımızdan
hiçbir şey anlamayacak." demişti.
-- spoiler -- -
Tdk'nın bileşik sözcüklere açtığı savaşı, her boku ayırarak dili atomlaştırmasını, böylece yeni sözcük evrilmelerine darbe vurmasını bir de bu kitap üzerinden tartın. -
george orwell'in neredeyse tüm eserlerini okudum, gerçekten anlatımı, bakış açısı ve yaratım gücüne hayran olduğum bir yazar, ama beni en etkileyen kitapları, 1984, hayvan çiftliği ve boğulmamak için. 1984 sevdiğim 3 distopya'dan biri, 1984'ü okuduktan sonra çağdaşları (bkz: brave new world), (bkz: fahrenheit 451) ve hepsinin babası (bkz: zamyatin'biz) i okumak gerekir. -
george orwell'ın kült romanı. bunun bir de tiyatro oyunu vardı taner barlas ve rutkay aziz'in canlandırdığı. müthiştir. -
Yevgeni Zamyatin'in yazdığı Türkçe'ye biz ismiyle çevrilen asıl adı mıy olan kitaptan esinlenerek yazılmıştır.
-
celal üster 2010'da nineteen eighty-four isimli kitabı bin dokuz yüz seksendört ismi altında çevirirken bir basım hatasındar bahseder. buna göre kitabın sonundaki diyalogta winston'ın masanın üstüne "2 x 2 = 5" yazmıştır ancak matbaa makinesinde 5 sayısının düşmesiyle sonraki çeviriler de dahil olmak üzere "2 x 2 = " yazılmıştır.
her ne kadar celal üster'in belirttiği bu baskı hatasını yabancı kaynak ya da herhangi bir kaynak dolayısıyla teyit edemesem de doğruysa belki de sadece tek bir sayı kitabın bütün yönünü ve ana fikrini değiştirmekle kalmamış, muazzam bir ironiye de yol açmıştır. şöyle ki;
winston ile o'brien arasında bir konuşma geçmişti sonlara doğru konu kısaca şuydu: eğer ben uçtuğumu düşünüyorsam ve sen benim uçtuğumu düşünüyorsan bu gerçektir. aynı şekilde geçmiş bir yerlerde var olamaz kayıtlar dolayısıyla onu hatırlarız. eğer biz geçmişi öyle hatırlıyorsak bu öyle olduğu anlamına gelir.
tıpkı bu konuşmadaki gibi de tek bir basım hatası bütün geçmişin değişmesine dolayısıyla da bizim onu öyle hatırlamamıza neden oldu. kimse 2x2=5 yazdığını bilmiyordu buna kadar zira filme bile böyle yansıtıldı. yani o ana kadar geçmişte 2x2=5 değil 2x2= di ve winston'ın içinde hala bir umut vardı.
kısacası geçmiş değişmiş oldu. orwell'ın kitabı boyunca partinin halka yaptığı gibi, bir harfin yokluğu da bize bunu yapmış oldu ve kitap bunun gerçek hayatta da olabileceğini kanıtladı.
belki çok küçük bir tesadüf ama içinde çok büyük anlamlar ve ironiler de barındıran bir tesadüf... -
1984, herkesin dilinden düşüremediği gibi bir distopya anlatır, evet. Gelgelelim, günümüz dünyasından kitaba baktığımızda badema bilim-kurgu veya fantastik eserlerle bağdaştırılan "distopya" kavramını değil; gerçeği anlattığını görürüz.
Günümüzde cemaatler korkuyla yönetilir hale geldiler. Yönetenlerin korku, dehşet ve düzen araçları: din, askeri güç, kitle iletişim araçları ve sairedir. Son zamanlarda içerisinde bulunduğumuz pandemi döneminde de salgın illeti, bazı toplumlar için korku aracı olarak kullanılmakta. Bu tür enstrümanlara sahip olan yönetenlerin, toplumun genelini oluşturan bireyleri sisteme bağlı kılabilmek adına korkuyu pazarladığını ve aşıladığını görüyoruz hem kitapta hem de gerçekte.
…
Doğası gereği insan inanabileceği bir otorite arar. Devlet, din adamları, kutsal varlıklar ve yahut en basitinden yasalar. Ancak, yine yaradılışı gereği insan, serbestlik, özgürlük arar. Bu dilemmayı bilerek yaratır çünkü esaret olmazsa özgürlüğün bir anlamı olmayacağını iyi bilir.
Söz konusu otorite, bir inançlar dizgesi olabileceği gibi bir sembol ya da kişi de (hayali/gerçek varlık) olabilir. Kitapta Büyük Birader bu otoriteyi temsil eden tek varlık. Var mı yok mu bilinmiyor ki mühim olan da bu değil zaten. Büyük Birader, düzenin içerisine aşılanmış bir korku, bir politika, bir gulyabani. Tüm yasalar, karar alma mekanizmaları ve tüm insanlar onun sistemine, düzenine uyduklarını sansınlar yeterli.
…
Tüm bu basit çıkarımlar bir yana kitaptan aldığım esas mesaja gelelim. Tüm mesele sistem. Sistemin yaşaması ve işlerliği. Söz konusu sistem iyi ya da kötü olsun hiç fark etmiyor. Bir sistem, mekanizmasında, iç düzeninde ya da herhangi bir parçasında bozukluk görürse onu düzeltmek isteyecektir. Aksi hâlde yok olma ihtimalini hep mevcut bulundurur. Tehlike, her zaman sistemi ayakta tutan organlara yöneliktir esasında. Büyük Birader'in sistemini koruyan her şey buna dönük çalışmakta: sisteme karşı olanı yok etmeye…
Bunu şu şekilde açıklamak istiyorum: ABD-Venezuela çekişmesi. Globalleşen ve kapitalizmle yönetilen dünyayı bir insan olarak hayal edelim. Bu insanın beyni ABD olsun. Kapitalizmle yönetilen tüm bu organizmanın bir organında sorun çıkıyor. Diyelim ki ayağı. Venezuela olsun bu sorun da. Bu ağrı kaynağını yok etmeden sistem tam verimli bir biçimde ayakta kalabilir mi? Elbette hayır. Organizma o soruna müdahale etmeli. Aynı ABD'nin Venezuela'ya ettiği gibi...
Olayın özünü bu basit uyarlamayla anlatabildiğimi umuyorum. Bu sadece kapitalizm-sosyalizm meselesi de değil. Herhangi bir sistem, içerisinde var olmak isteyecek alternatif tüm alt sistemleri yok etmek isteyecektir. Aynı Büyük Birader'in Winston'u yok etmesi gibi. Sadece fikirler yaşayacaktır, anlamsızca. İşte Büyük Birader’in öğretilerini savunanlar da bu yüzden fikirlere saldırır. Düşünce polisi bunun için mevcuttur. Ama yine de başarılı olamayacaktır.
Bir sistemi yok etmek istiyorsanız dişli çarkların arasına bedeninizi atmak çare etmez. Tek kazancınız parçalanmış bir vücut olacaktır. Winston'un yaptığı tam olarak buydu. Yapılması gereken bir bloklaşma yaratıp sisteme içinden değil; dışından saldırmaktır.
Somut yorumlardan soyutlanalım...
Winston'ın rutin hayatı aslında hepimize tanıdık gelmekte. Hepimizin yakından tanıdığı biri, Winston. Aynaya baktığımızda gördüğümüzün ta kendisi. Eserin temelde bize anlatmaya çabaladığı içtimaî bir tema değil, psikolojik mefhum içeren bir mevzudur. Bu meselenin tam merkezinde ise birey yer almaktadır. Bireyin düşünce sistemini çeşitli yöntemlerle değiştirmek, manipüle etmek; gerçeği yadsımak, alternatif hakikatler üretmek ise ara hedeflerdir. Birey fethedildiğinde, toplum fethedilecek ve böylece istenirse evren fethedilecektir. Ülke dışına tek bir asker çıkarmadan tüm dünyayı dize getirmiş olabilirsiniz; yeter ki buna toplumu inandırın.
Geçmişe ayrı bir parantez açmak önemli. Eserdeki geçmiş mevzusu, yeni hakikatlerin eşiğini aşmada değişime uğratılan bilgi yığınını ifade ediyor. Geçmişi kontrol eden geleceği de kontrol ediyor. Aynı günümüzdeki gibi. Günümüzde geleceği kontrol etmek adına gözüme çarpan yöntemlerden biri kitaptakiyle örtüşen metot. Yani geçmişi değiştirmek, silmek. Öteki ise insan algısını başka odaklara yöneltmek. Düşünün tüm sosyal medya ile bunu yapıyorlar. Bir gün öleni öteki gün anımsamıyoruz. Yaşanan olaylara tepkilerimiz anlık. Bir başka teknik ise yeni olaylar yaratmak. Bu felsefe biraz acıyı dindirmenin en iyi yolu başka bir acı yaratmaktır anlayışına benziyor. Yeni meseleler önümüze koyduklarında eskisini unutuyoruz. Günümüzün ‘yenikonuş’u (newspeak’i) budur. Algılarımız yönetiliyor.
…
Gelelim kaosa. Kargaşa toplumların dengesidir. Çatışma ayarındaysa en güzel terbiye aracıdır. Devletlerin sürekli savaş halinde olmaları insanların milli duygularını da bir düzen aracı olarak kullanmak, sisteme bağlılıklarını artırmak, propaganda malzemesi yapmak gibi meselelerde canlılık sağlamaktadır. Bu noktada mühim bir kısım var: savaşın kimliği değil; karakterinin önemli olması.
…
1984, distopik bir eser değil. En azından şimdilik. Kurtuluşun temasını yine eserde görmekteyiz. Kadınlar şarkı söylemeye devam edecekler. Çünkü kalçalarının arasından devrim doğuruyorlar.
Karakterler üzerine fazla durmak değildi derdim. Bunu da sanırım başardım. Birçok farklı açıdan değerlendirilebilecek bir eser ancak vaktim bu kadarını teneffüs edebildi.
1000kitap.com/... : 1000kitap'ta tarafımca yazıldı. -
''İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.''