sosyal onaylanmanın temeli aslında aidiyet hissetme isteğinden gelir.
canlılar teklikle ayakta kalamayacaklarının içgüdüsel olarak farkındadırlar. bu yüzden ilk seçim olarak kendi türlerinin gruplanmalarına, eğer mümkün değilse kendilerine yakın olan türlerin gruplarına dahiliyet gösterir uzaktan veya yakından. bu sayede kendini hem koruma altına almış olur hem de varlığını kabullendirmiş olur.
bu kabullendiriş sırasında ise haliyle kendini ispatlatma, onaylatma veya gruptan farklı olmadığını hissettirmeye çalıştırma adımlarının izlenmesi gerekir. canlı eğer çok güçsüz veya hayatından bihaber ise o zaman onaylanmaya daha çok ihtiyaç duyar kendine yer edinebilmek için. canlı eğer normal güçteyse arada takılır. eğer çok güçlüyse zamanla kendini onaylatmanın ötesine geçip diğerlerinin kendisinden onay bekleme pozisyonuna getirir. yani aslında sosyal onaylanmanın yoğunluğunu, aidiyet hissinin yükseklik derecesi belirler.
bununla ilgili güzel denemeler mevcuttur. bulunca eklemeye çalışırım.
Sosyal izolasyon ya da dışlanma olduğunda kalbiniz kırılır, gerçekten kırılır.. (bkz: kırık kalp sendromu)
Sosyal onaylanma için arkadaş grubuyla sigara içmeye başlayan bir ergen, sokakta sevdiği gibi giyinmeyen bir kadın, hiç sevmediği kahvehanede futbol oynayan erkek örnek verilebilir.
Ergene sigara içmediği için muhallebi çocuğu derler mesela.. aralarına almazlar. İşte mesele burada o kişinin bu onaya iç dünyasında ihtiyaç duyup duymadığına göre değişiyor mesele. Bu arkadaş grubunu ve tavrını önemsemiyor ve başkalarıyla ilişkisi olabiliyorsa zaten sorun yok. Anxak bullyingi içselleştiriyor, yalnızlaştırıldığını hissediyor ve sırf o gruba ait olmak için ödün veriyorsa sorunlar ortaya çıkıyor..
instagram'da paylaştığım bir fotoğrafın veya twitter'da yazdığım bir cümlenin yahut sözlüklerde yazdığım girdilerin kaç beğeni aldığını kontrol etme çabamın bilimsel açıklaması.
İnsanlar beğendikçe daha iyisini çekmeye, daha iyisini yazmaya, daha iyisini söylemeye motivasyon kaynağı.
Ancak şöyle de bir ikilem var; madem insanlar beğenince hoşuma gidiyor, o halde neden insanların sevdiği fotoğrafları çekmiyorsun? Neden insanların duymayı sevdiği şeyleri söylemeye özen göstermiyorsun? Neden insanların okumayı sevdiği şeyleri yazmıyorsun?
"Makineden çıktığı gibi" ya da "o an gözümle ne görüyorsam birebir onu fotoğraflama" takıntısı, aklımdan ne geçiyorsa ya da ne düşünüyorsam onu söyleyeyim huyu ya da "ne var canım, gerçekleri söylüyorum, birinin söylemesi gerek" gereksizliği bu ikileme sebep oluyor anladığım kadarıyla.
Belki de "bunu" (yani çekilmiş olan fotoğraf, söylenmiş söz, yazılmış hikaye vs) beğenenleri tespit etmek ya da kaç kişi olduklarını bilmek mi başka bir çeşit motivasyon oluyor, bilmiyorum.
Çünkü salt beğeni toplamak olayı çözseydi bunun matematiği zaten hazır.
genel olarak zayıf karakterlerin bağımlısı olduğu, güçlü bünyelerin başkaldırabilse dahi aslında herkesin belli bir ölçüde gereksindiği bir şey. sürekli ben en aykırıyım modunda dolanmak da kolay değil, yıpratıcı. zaten aşırısı bir güç gösterisinden ziyade özentiliği çağrıştırıyor, o da itici geliyor.