yüzeysellikten çok çok uzak bir yaşamı olmuştur. futbola olan sevgisi ve bu yüzden topal kalması annesinin ölümünden kendini sorumlu tutması kadar acı verici olmuştur Fikret Mualla için. bununla beraber uzunca bir dönem alkolle geçen yaşamı ve bakırköy sinir hastalıkları'ndan yatması hayatındaki ana noktalardan biridir. resimlerine gelecek olursak benim için lirizmin karşılığıdır fikret mualla.
Yıllar önce okulda iken kendime konu edindiğim şahika ressam. İşin garibi derhal bitirmem gerekti. Fikret altından mualla, mualla ondan saygı çıktı. Ebediyete kadar okul da konu da bitmedi.
yıl 1903… düyun-u umumiye’nin -osmanlı’nın dış borçlarını denetleyen kurumun- ikinci müdürü ekrem bey ve eşi emine nevber hanım bir kız çocuk beklemektedirler. çocuklarının ismi bile bellidir: mualla. fakat sonraları çok daha trajik olaylara sahne olacak bir hayat daha doğumunda mesajını verir, ekrem bey ve emine nevber hanımın bir erkek çocukları dünyaya gelir. mualla isminde karar kılmış olan çift, ekrem bey’in tevfik fikret’e olan hayranlığının da etkisiyle, ismin önüne bir de fikret’i eklerler ve böylece adını sadece türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde kabul ettirecek olan, çağın en önemli ressamlarımdan birinin hayatı moda’da, bugünlerde virane olan bir konakta, başlamış olur. fikret mualla’nın hiçbir zaman tam olarak benimseyemediği eğitim hayatı saint joseph’te başlar. sanatçı küçük yaşlarından itibaren fransız kültürü ile büyür ve belki de ileride onu paris’e taşıyacak olan hayatın temellerini bu fransız okulunda atar. böyle büyük bir sanatçının çocukluğundan itibaren entelektüel yaklaşıma yatkın olduğunu ve sanatla iç içe büyüdüğünü düşünebilirsiniz; ancak fikret mualla çocuk yaşlarında sanattan daha çok sporla, sporun da o zamanlar ülkemizde popüler olmaya başlayan futbol dalıyla ilgilidir. örnek aldığı kişi ise, belki de hayatı boyunca tek ve en önemli idollerinden biri olan dayısı topuz hikmet’tir. fakat fenerbahçe kayalıklarında top oynarken düşmesi ve bir bacağının kırılması sonucu aylarca yürüyememesi mualla’nın futbol hayatını daha başlamadan bitirir. henüz çocuk yaşlarda yaşadığı bu sakatlık yüzünden, bir bacağı diğerinden kısa kalır ve sanatçıya hayatı boyunca taşıyacağı bir aksaklık bırakır. bu durum hem futbol yaşantısını bitirdiği hem de yürüyüşünü aksattığı için sanatçıyı derinden etkiler ve dostu hıfzı topuz’a anlattığına göre bir aşağılık duygusuna kapılmasına yol açar. ancak fikret mualla’yı daha fazla etkileyecek olay futboldan kopmasından çok daha trajik bir hikayeye dayanır. mualla 15 yaşına geldiğinde ı. dünya savaşı’nın sonları yaşanmaktadır. tüm dünyayı etkisi altına alan, hatta savaşın bitiminde dahi rol oynadığı düşünülen ispanyol gribi adlı hastalık, istanbul’da da yaygın olarak görülmektedir. aslında bizlerin çok yakından tanıdığı h1n1 virüsünün, yani domuz gribine de sebep olan virüsün, bir alt türü olan ispanyol gribi -o zamanlardaki yaygın kullanımıyla ispanyol nezlesi- dönemin nüfusunun %5'ine yakın bir kısmının ölümüne sebep olmuştur. hastalığın o zamanlarda hayvanlardan geçtiği düşünülmekte ve yayılmasının engellenmesi için çok basit bir yöntem olan maske takılmasının gerekliliği bilinmemektedir. hastalık küçük mualla’yı okulunda yakalar. mualla da hastalığı annesine ve ananesine bulaştırır. gencecik yaştaki sanatçı hayatında aldığı en büyük darbelerden birini böylece alır ve kendisinin kurtulmasına rağmen annesi ve ananesini iki ay arayla ispanyol gribi’nden kaybeder. iki ölümü de kendine bağlayan ve girdiği ruh halinden bir türlü kurtulamayan fikret mualla, hayatı boyunca sürecek akıl hastalıklarının ilk belirtileriyle de bu sürecin sonunda karşılaşır. akıl hastanesinden çıktıktan sonra sanatçı bir süre italya ve fransa’daki sanat merkezlerini gezer. paris’te montparnasse ve saint germain gibi sanat çevrelerinde yaşar. bu yıllarda andré lhote’un atölyesinde çalışan hale asaf ile tanışır. sonradan çok ünlü olan bu iki ressam için hayat hiç de adil davranmayacak, asaf’ı yükseltirken mualla’yı oradan oraya sürükleyecektir. paris’te sürekli resim yapar mualla; fakat bir türlü sanatından para kazanmaya başlayamaz. bu sıralarda babasının durumu iyice kötüleşip para gönderemez olunca da mualla için türkiye’ye kesin dönüş yapmaktan başka yol kalmaz. ülkeye geldikten bir süre sonra, geçimini sağlamak için milli eğitim bakanlığı’na başvuru yapar. bakanlık almanya’da akıl hastanesinde yatmasını gerekçe göstererek akli dengesinin yerinde olduğuna dair bir belge ister. böylece fikret mualla’ya bakırköy akıl hastane’sinin yolu gözükür. her ne kadar bu ziyaret sonucunda istenen belgeyi alsa ve 1934 yılında ayvalık’ta resim öğretmenliği yapsa da yolu bakırköy akıl hastanesi’den defalarca geçecektir. hayatında ilk defa düzenli bir hayata başlayan mualla için işler hiç de beklediği gibi gitmez. kısa zamanda çeşitli spekülasyonlara maruz kalarak ayvalık’taki görevini bırakır ve istanbul’a geri döner. işte bu dönem ve sonrası sanatçının hayatı boyunca yaşayacağı ve yaşama tutunmak için resmine sarılacağı maddi zorlukların başlangıcıdır. ayasofya civarında bir yurtta kaldığı bilinen sanatçı yemek ve alkol tüketimi için sık sık beyoğlu’na gider ve düşük ücretlerle satıp hayatta kalmak amacıyla sürekli resim yapar. farklı alanlarda sanat eserleri koyan ve dönemin neredeyse hiçbir akımına kapılmadan, içinden geldiği gibi fırçasını sallayan usta bir ressamdır fikret mualla. tam anlamıyla kabul edilmese dahi, istanbul’un sanat çevrelerine girmiş ve kendini kabul ettirme güdüsü duymadan sanatını yansıtmaya başlamıştır. tam da bu sıralarda, 1934 yılında, beyoğlu’nun kitapçılarından birisi olan kapps’ta ilk sergisini açar; fakat beklediği ilgiyle karşılaşmak bir yana dursun, tek bir eserini bile satın alan olmaz. sanatçı bu sergide kendini, sonraki yıllarda paris’te sürekli kullanacağı şekilde, fikret moualla olarak tanıtır. ne gariptir ki sergiden bir sene sonra, 1935 yılında, yürürlüğe giren soyadı kanunu sonucunda babasının aldığı ‘saygı’ soyadını da aynı sakinlikle benimseyecek; belki de sanat çevrelerinden bir türlü göremediği saygıya, bu soyadıyla ulaşmaya çalışacaktır. fakat hayat mualla’ya yine beklediğinin tam tersi davranır. 1936 yılında bir akşam, galatasaray’da bir meyhanede içerken, arthur kampf’ın duvarda asılı duran atatürk portresini gözüne kestirir ve resmin abartılı yanlarına sinirlenerek ressamın çizimdeki beceriksizliği üzerine hakaretler yağdırmaya başlar. gerçekten de arthur kampf’ın atatürk resimleri, daha sonraki yıllarda bazı sanat çevreleri tarafından, özellikle fiziksel orantısızlık nedeniyle, eleştirilecek; hatta bu nedenle ibrahim çallı ve feyhaman duran gibi ressamlara atatürk portreleri yaptırılacaktır. ancak o akşam, fikret mualla’nın atatürk portresi için söylediği sözler yanlış anlaşılır ve meyhanedekiler tarafından atatürk’e hakaret edildiği gerekçesiyle mualla polise şikayet edilir. sanatçı geceyi karakolda işkence görerek geçirir. sabah olduğunda ise karakola mualla’nın yakın dostları olan fikret adil ve bedri rahmi gelirler, sanatçıyı kurtarmak için başkomisere kendisinin akıl hastası olduğunu anlatırlar. böylelikle mualla, bakırköy akıl hastanesi’ne yatırılır. bakırköy akıl hastanesi’nin, o zamanki adıyla bakırköy emraz-ı akliye hastanesi, 27. servisinde mualla’dan başka önemli bir sanatçı daha kalmaktadır; neyzen tevfik. mualla hastanede yattığı dokuz ay boyunca, yakın arkadaşlarına sürekli mektuplar yazar ve kendisini oradan kurtarmaları için yalvarır. mualla’nın bu fevri ve atak tavırlarına karşın, neyzen her zamanki sakinliğiyle ortalıkta dolaşır, mey’i, ney’i ya da heyhey’i ile keyif içinde yaşamını sürdürür. neyzen ney çalar; mualla ise bulduğu her kağıda desenler, çizimler, illüstrasyonlar yapar. orhan koloğlu’nun “fikret mualla: bir garib kişi” adlı kitabında geçtiğine göre, bir gün neyzen, mualla’ya, “işte böyle evlat! bizleri böyle arasıra kızağa çekip tamir ediyorlar. herkese allah kerim, fikretle bana da fahrettin kerim. değil mi mualla?” diye takılır. neyzen tevfik’in fahrettin kerim diye hitap ettiği kişi ise, ileride içkiyle ve akşamcılarla çetin mücadelelere girecek, istanbul valisi ve belediye başkanı olacak, daha sonra da türkiye sağlık bakanı görevini üstlenecek olan fahrettin kerim gökay’dır. gökay o dönemlerde istanbul milletvekilidir ve neyzen’in değişiyle kendisini ve mualla’yı tamir edenlerin başında gelir. ancak bu tamir, mualla’da onarılamaz yaralara yol açar ve sanatçıda hiçbir zaman üzerinden atamayacağı polis, istanbul ve türkiye korkusu bu dönemlerde başlar. 1939 yılında new york uluslararası fuar’ındaki türk pavyonu’nun yöneticiliğini yapan abidin dino, pavyon panolarının üretimini fikret mualla’ya yaptırır. mualla 30 civarında istanbul mekanı çizer ve buradan kazandığı parayı babasının mirasına ekleyerek, bir daha geri dönememek üzere paris’in yolunu tutar. artık sanatıyla baş başa kalabileceği, polislerden ve akıl hastanelerinden korkmadan yaşayabileceği rahat bir hayatı arzulamaktadır. ancak hayat yine sanatçıya beklediğinin tam da tersi olaylar yaşatacak ve ağır trajediler içinde onu akli dengesini korumakta zorlandığı dönemlere sürükleyecektir. paris’e 1939 yılının ilk aylarında gittiğini bildiğimiz mualla, çok geçmeden kendisini eylül 1939 yılında başlayan ikinci dünya savaşı’nın tam ortasında bulacaktır. paris’e taşındıktan kısa bir süre sonra, mualla, kendisini istanbul’a, türkiye’ye, belki de hayata bağlayan tek bağ olan kardeşinin uçak kazasında hayatını kaybettiği haberini alır. bu son darbe onun türkiye ile arasındaki bağın tamamen kopmasına yol açar. babasından ve pavyon panolarından kalan para da kısa sürede tükenince, sanatçı hayatta kalabilmek adına, pazarlarda, kafelerde, sokaklarda eserlerini satmaya başlar. böyle zorlu günlerden birinde, fikret mualla seine nehri’nin kıyısında oturmuş resmiyle ilgilenmektedir. zaten sanatçı böyle alanlarda resim yapmayı çok sevdiğinden, onun için sıradan bir gündür. o gün, mualla’yla birlikte seine nehri’nin kıyısına gelmiş bir büyük sanatçı daha vardır; pablo picasso. picasso, mualla’nın çizgisinden etkilenir ve ikili sohbete koyulur. bir diğer hikayeye göre ise ikili bir kahvede tekrar karşılaşırlar ve sohbet ederler. ardından picasso, mualla’yı evine davet eder. resimlerine sıkı sıkıya bağlı olduğu ve onları satarken bile zorluk çektiği bilinen picasso, fikret mualla’ya kendi tablolarından birini hediye eder. mualla ise picasso’nun evinden çıkıp kendi evine gelene kadar tabloyu satar ve parayı da bir barda son kuruşuna kadar içkiye ve yemeğe yatırır. 1953 yılına gelindiğindeyse, yalnızlığın ve parasızlığın verdiği acılar, sanatçıda tarifi imkansız izler bırakmıştır. mualla yolda yürürken hayali bir arkadaşıyla konuşur, kafelerde, barlarda, sokaklarda küfür eder, olay çıkarır ve sürekli başı polisle derde girer. dina vierny böyle bir günde aynı apartmanda yaşadığı bir polis memurunun kendisini takip ettiği kuruntusuna kapılan mualla, polis komşusu evde değilken evine girip yemek masasının üzerine dışkısını bırakır. bu, paris polisi için son nokta olur ve mualla’yı yasal yollardan sınır dışı etmek için girişime başlarlar. tam bu noktada ise araya dönemin ünlü modeli, galericisi ve sanat simsarı dina vierny girer ve paris polis müdürünü fikret mualla’nın çok büyük bir sanatçı olduğuna ve böylesi tiplerde ölçüsüzlüklere rastlanılabileceğine ikna ederek sınır dışı edilme kararını geri aldırır. fakat mualla sainte anne hastanesi’ne yatırılmaktan kendini kurtaramaz. sanatçının üsera karargahı adlı hikayesinde değindiği gibi; o, ruhen fakir cemiyetin ve asalak zenginliğin düşmanıdır. sergi çok başarılı olur ve tüm moualla eserleri satılır. vierny birkaç şişe şarap karşılığı aldığı resimleri fahiş fiyatlara satmış, sanatçıya ise bu satışlar sonrası hakkını vermemiştir. bunu öğrenen mualla, durumu sineye çekip vierny ile olan ilişkisini geliştireceği ve belki de fransa’nın en ünlü ressamlarından biri olacağı yerde, kişiliğinin o sarsılmaz iradesiyle ortalığı birbirine katar ve ikilinin yolları ayrılır. bu durumda mualla yine eski hayatına geri dönerken vierny 1955 yılında bir sergi daha açacak ve elinde kalan diğer eserleri de satmayı başaracaktır. sanat camiasının en üst noktasındayken aldığı bu son darbe ile iyice dibe sürüklenen mualla, 1956 yılında yeniden akıl hastanesine yatırılır. sergide edindiği çevreden olan madam angles adındaki bir kadın, mualla’ya yardım eder ve hem akıl hastanesinden çıkarılmasını sağlar hem de mualla’nın resimlerini satın alarak ona destek olur. bu sıralarda sanat çevrelerinin kendisine serseri gözüyle bakması sebebiyle tekrar bir sergi açması mümkün gözükmese de prof. franz bertin adındaki koleksiyoner sayesinde 1959 yılında bir sergisi daha açılır ve bu tarihten itibaren ard arda sergileri açılmaya başlar. türkiye’de de bu dönemde sergileri açılır; ancak gerek paris’teki gerekse istanbul’daki sergilerin neredeyse hiçbirine sanatçı davet edilmez. saldırgan tutumunun sanatseverleri ve eserlerini satın alacak olanları ürkütmesinden korkulur. zaten artık mualla da bu çevrelere küsmüştür. 1959 yılında madame angles onu bir otele yerleştirir. sanatçının en mutlu günlerinin bu otelde geçtiği bilinmektedir. angles’in zorlamasıyla alkole olan düşkünlüğünü de azaltan mualla, nispeten rahat bir hayata adım atmıştır. bu otelde semiha berksoy başta olmak üzere, istanbul’daki dostlarıyla sık sık mektuplaşır. ancak alkolden tamamen kopamaması 1962 yılında sarhoş dolaşırken düşmesine ve kısmen felç olmasına yol açar. bu olayın ardından angles onu alp dağlarının eteklerinde bulunan reillanne’deki köy evine alır ve bakımını üstlenir. buradaki atölyesinde madame angles için sürekli resim yapar mualla. 19 temmuz 1967 yılında, eserleri fikret moualla imzasıyla pek çok parisli, londralı ve istanbullu sanatseverin duvarlarını süslerken, sanatçı ise hiç kimseden göremediği saygıdan yoksun bir şekilde fikret mualla olarak sessiz sedasız hayata gözlerini yumar . mualla’nın naaşı eski öğrencisi emel korutürk’ün isteğiyle dönemin cumhurbaşkanı fahri korutürk ve dış işleri bakanı hasan esad ışık’ın temaslarıyla 1974 yılında türkiye’ye getirilir ve karacaahmet mezarlığı’na defnedilir.
kaynakça; semiha berksoy, iki aykırının mektupları, boyut yayınları, istanbul, 2006
orhan koloğlu, fikret mualla bir garip kişi, boyut yayınları, istanbul, 2003
taha toros, fikret moualla 1903–1967, akbank, istanbul, 1986
hıfzı topuz’un anlatımıyla trt belgeseli, kentler ve gölgeler?—?paris, izleme linki: www.youtube.com/...