görevi kısaca islamiyeti yorumlamak ve yaymak olan başkanlık. herkesin aklına gelebilecek sorularla açıklayayım bu kurumu.
diyanet işleri başkanlığı'nın görevi nedir? - anayasa nın 136. maddesi şöyle der: "genel idare içinde yer alan diyanet işleri başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir."
özel kanun neymiş? - özel kanun bu dur, bilgisayarınıza da indirebilirsiniz. görevleri burada tek tek açıklanmıştır. bazı görevleri genel olarak şöyledir: islam dinini yorumlamak, dini konularda inceleme ve araştırmalar yapmak, dini eserleri inceleyip rapor vermek, kur'an-ı kerim meallerini onaylamak, kıraat ilmi ile ilgili arşiv yapmak, cami ve mescitleri yönetmek, incelemek, toplumun çeşitli kesimlerine dini anlatmak ve dini konularda rehberlik etmek, bilgilendirmek.
içişleri bakanlığı'na mı bağlı? - hayır, başbakanlığa bağlıdır.
atatürk'ün emriyle kurulduğu doğru mudur? diyanet işleri başkanlığı kurulmadan önce ona benzer bir yapı var mıydı? - evet, doğrudur ve evet, vardı. kuruluş tarihi 1924'tür zaten. şeriye ve evkaf vekillikleri vardı cumhuriyetten önce. şimdiki din işleri başkanlığı ve vakıflar genel müdürlüğü oluyor. genel çerçevedeki görevleri şeyhülislam ve sadrazamın görevleriyle aynıydı. ancak, hilafet ortadan kalktığı ve laiklik geldiği için, din ile devlet işlerinin tamamen ayrılması amaçlanıyordu. kurumun tamamen kaldırılması özellikle devlete bağlı vakıfların taşınmazları için büyük sorunlar meydana getireceği için, önce evkaf vekaleti vakıflar genel müdürlüğü'ne dönüştürüldü. ardından da şeriye vekaleti diyanet işleri başkanlığı oldu. ayrıca şeriye vekaleti, osmanlı'da şeriye bakanlığı'ydı. meclis olmadığı için din işleri konusunda kanun yapma hakkı bulunuyordu. cumhuriyet döneminde ise bunun olamayacağı, kanun yapma yetkisinin yalnızca mecliste olduğu düşünülürse, şeriye vekilliği'nin bakanlık statüsünden çıkartılıp başbakanlığa bağlanmasının hem mantıklı hem de hukuki olduğu görülecektir. güzel açıkladım, di' mi?
diyanet işleri başkanlığı'nın şeriye vekilliği'nin kaldırılmasından sonra ortaya çıkabilecek boşluğu doldurma görevi, kısıtlı bir süre olarak mı düşünülüyordu yoksa bu başkanlık, cumhuriyet döneminde ve sonrasında daima halkı din konusunda aydınlatacak bir kurum olarak ayakta kalması mı düşünülmüştü? - bu konu biraz çetrefilli. nedeni de; atatürk'ün diyanet işleri başkanlığı'nı resmi kurum olarak kurmasına rağmen, herhangi bir bakanlığa değil, başbakanlığa bağlamasıydı. başbakanlığa bağlı kurumların bütçesi (şimdiki toki, tdk, çocuk esirgeme kurumu, türk tarih kurumu gibi) başbakanın insiyatifi doğrultusunda belirlenir ve diğer bakanlıklarda olduğu gibi sene başında belirlenip öyle kalan bütçeler değildir. başbakanın sözlü emri ile bütçelerinde anlık artışlar da, düşüşler de olabilir. ayrıca bu kurumların denetimi, gene başbakanlığa bağlı teftiş kurulu tarafından yapılır. yani, üzerinde resmi kurum olarak bir tek cumhurbaşkanlığı olduğu için başbakanlığın denetim mekanizması da kendi içindedir. denetimi kendi içinde yapan her kurum yozlaşmaya ve kirlenmeye sadece bir adım uzaklıktadır. denetimler, bağlı bulunan yer dışında (bu durumda başbakanlık) bağımsız mahkemelerin denetiminde olsa (yargıtay ya da danıştay gibi mesela) daha geniş bir açıyla denetlenebilir elbette.
aslında atatürk'ün diyanet işleri başkanlığı'nı kurma nedeni; savaştan çıkmış, paramparça haldeki halka eski değerlerin birçoğuna yeni kurulan devletin de halen bağlı olduklarını göstermekti. ayrıca, dini duygularına bu kadar bağlı bir halka "evkaf vekilliği'ni kapattık, artık din min yok" diyebilmek pek mümkün değildi. ancak diyanet işleri başkanlığı'nın orta vadeli bir proje mi, yoksa cumhuriyet dönemi devam ettikçe başbakanlığa bağlı olarak varlığını sürdürecek bir kurum mu olacağı atatürk döneminden yola çıkılarak çözülebilecek bir ikilem değil, zira değişkenler sadece diyanet ile ilgili değil, halka ilgiliydi. şimdiki tartışmalar ışığında (diyanetin bütçesinin hayvani olması ve bu bütçeyi halkın yararına kullanmaması, halkı islam hakkında bilinçlendirme konusunda oldukça eksik kalması, başbakanlıktan ayrı bir kurum olarak düşünülememesi ve siyasi olarak da aynı yönde hareket etmesi) geçmiş hakkında, diyanet işleri başkanlığı'nın kuruluş aşaması hakkında fikir yürütebilmek en azından benim açımdan olası değil.
son olarak; düz mantıkla bakıldığında, resmi dini olmayan, laikliği benimsemiş, halkına herhangi bir dini dayatma gayesi yasal olarak bulunmayan bir devletin kendi bünyesinde islam ile ilgili halkı bilinçlendirme amacı taşıyan bir kurumu olması abartılı derecede yadırganacak bir olgu değil. şimdiki koşullarda bu cümlem oldukça yanlış anlaşılabilir. olsun. ancak ben bu kuruma genel açıdan, mekanik olarak bakıyorum bu girdide. toplumsal ilerleyişi dinin at gözlüklü bakış açısıyla devam eden bir diyanet işleri başkanlığı ve başkanı görmek de mümkün, devletin dini (yalnızca islamiyeti elbette) kendi tekeline alma çabası doğrultusunda diyanet işleri başkanlığı'nı bünyesinde barındırdığı sonucuna varmak da. karar sizin.
"...sayıştay raporunda diyanet işleri başkanlığı'nın döner sermaye kaynaklarından kullandığı 23 milyon liranın akıbetinin nerede olduğunun bilinmediğine dikkat çekildi. "
orta gelirli ailenin madde bağımlısı çocuğu gibi davranan kurum. sürekli yetiremedikleri milyon dolarlık bütçeler, ortadan kaybolan paralar falan. işin ilginci, memleketteki camiiler bile halkın kendi cebindeki parayla yapılıyor, eksikleri namaz sonrası bağışlarla gideriliyor. mahalleli sürekli camii için seferber, fatura falan derdinde. imam utana sıkıla para falan konuşuyor, elekrik, doğalgaz diyor insanlara.
üstelik bu kurumun aldığı kararlar, yaptığı açıklamalar falan sürekli skandal. nasıl bir kafa yapıları var anlayamıyorum.
birinci durumda çok az kişi imam olmak ister, cami inşaatları bitirilemez. halk dindar gözükse de mahallemde 5 yıldır bitirilemeyen bir cami var örneğin. 2 yılda bir tarikatın sahip olduğu çok daha görkemli bir cami bitirlmiş olmasına rağmen bu cami bitirilemiyor örneğin. dindar gözükmeye çalışan kişiler sahte dindarlıklarından da kurtulmuş olurlar böylece.
ikinci durum ise tarikatların güçlendiği durum. diyanet işleri kapatılınca dindar kesim dinini yaşamak adına tarikatlara katılmak zorunda kalacak.
işte birinci durum ve ikinci durumdaki kişiler bir arada çatışmasız bir şekilde yaşayabilir mi? önemli olan bu sorunun cevabı. eğer hiçbir iç çatışma çıkmayacaksa kapatılmasında bir sorun yoktur. kaldı ki sadece islam dini ile ilgili bir kurum da laik olduğunu iddia eden bir ülkeye ne kadar yakışır orası da ayrı bir tartışma konusu.
götü boklu bir mersoyu feda edemeyen ama dönemin başbakanının askeri operasyonlar için "evlatlarımızı da kendimizi de feda etmeye hazırız" açıklaması sonrası cuma için "feda hutbesi" hazırlayabilen kurumdur.
Covid-19 yayılmasın diye halka cuma namazı kıldırmayan, Beştepe millet camii'nde ise "seçkin" müslümanlara cuma namazı organize eden kurum. 27 martta başkanları prof. Ali erbaş tarafından kıldırıldı bu namaz. Erdoğan'dan habersiz kılınmış bu namaz da anadolu ajansınca çekilmiş. Ali erbaş Hutbe esnasında okuduğu arapça dua ve ayetleri yanlış ve eksik okumuş ilahiyatçıların söylediğine göre.
Genç cumhuriyet'in kurumunun, Akp'nin yeni Türkiye'sinde dinde sınıfsal ayrımın gelişimcisi kuruma evrilişinin resmi yukarıdaki durum.
Dinde "İbadette Elit yandaş ayrıcalığı" kavramının doğşuna katkıda bulunan diyanete teşekkürlerimizi sunalım.
Not: Siyasi nitelik kazanmış bir kurumla ilgili bu girdiye "kamu kurumu" kategorisini atamaktan da imtina ediyorum.
corona günlerinde ne kadar gereksiz bir kurum olduğu daha doğrusu günümüzde işlevini ne kadar yitirdiği, işlevinin ne kadar değiştiği görülmüş oldu. hala daha yok vaiz sayısı az, yok çiftler evlilik şartıyla birbirinin pipisine, kukusuna bakabilir gibi gereksiz bir ton detayla uğraşıyor.
kapalı camiye kapıyı kırıp girmeye çalışan, o da olmadı 20 kişi yan yana o kapının önünde namaz kılmaya devam eden insanların afyonu gerçekten de din. ama salgın gösterdi ki corona din falan dinlemiyor valla. tabiat ana intikamın alıyor bir yolunu bulup.
7 bakanlıktan çok harcayan, biz "ülke bütçe açığı veriyor, kemer sıkalım" derken gidip kendi ülkesi onlara o kadar büyük cami yapmayan cibuti'ye ülkelerinin en büyük camisini yapan, "din" diye milleti sömüren, toki'nin aldığı faizi savunarak din ile devletin cebine para sokmayı amaçladığını kanıtlayan kurum. erdoğan'ın isteğiyle yakında bakanlık olacak kurum. gerçi şimdiden bakanlıktan farksız.
edit:
ha bunlar bir de bütçe planlamasında hayvan kadar para alıp sonra yıl ortasında birkaç milyon daha istiyor. bunlar bu kadar istiyor, veriyoruz. sonra para yok diye fatih projesini kesip meb'e her yıl 2 milyar az veriyoruz. gerçi proje okul olayından sonra meb'in de işe yaradığı kalmadı. bu ülke elden gidiyeah kaçın kurtarın kendinizi.
bugün cuma namazından sonra yağmur duası okutacak olan kurum. niyetleri şimdiden tutmuş olsa gerek ki, bazı illerde çoktan yağmur yağmaya başladı. * işin kötüsü biz dua ettik, yağmur yağdı diye açıklasalar, inanacak çok insan var bu ülkede. *
1- Mahrem yerleri denilen bölgeler estetik açıdan hiçbir albenisi olmayan kısımlar; haliyle bu bölgelere neden bakmak isteyelim ki ?
2- Kıl dönmesi ameliyatı olmuş birisi olarak, bu tip tıbbi durumlar için ne yapmak gerekir ? Doktorumuza evlilik teminatı mı vermek gerekir ?
Elbette bel altı, seviyesi oldukça düşük bir girdi. Bu ülkenin artık ciddi manada bir buzdolabına konularak uzun yıllar bekletilmesi gerekiyor.
Neyse;
Şayet varsa öyle bir babayiğit veya akli dengesi bozulmuş bir deli; evlilik taahhüdü vermek koşuluyla götüme bakabilir.