camel'ın da aynı ismi taşıyan bir şarkısı vardır. www.youtube.com/... *** Out of the mist rising Ten thousand navajo braves Shining like golden eagles in flight Climbing high on the plains
Born of the Earth set free To run away with the sun So free to sing in tune with the world Gladly dance for the rain
So many moons have flown Now all your ghosts dance the long shadows War cries that died on your lips Echo above the plains ***
pink floyd'un 23 buçuk dakikalık şarkısıdır. diğer bütün şarkıları dışında bu şarkının bambaşka bir yeri vardır bende. normalde hislerimi aktarmakta başarılı olduğumu düşünürüm ama bu şarkının hissettirdiği şeyleri kelimelere dökemiyorum. özellikle en başında sözlere girene kadar olan kısım ve uzun bir süre sonra tekrar sözlere girilen kısım beni en çok etkileyen kısımlar sanırım.
"cloudless every day you fall upon my waking eyes." cümlesi her seferinde o son vuruşu yapabilme etkisini hiç kaybetmedi. hep bir şeylerin etkilediğinden bahsediyorum ama nasıl etkilediğini söyleyemiyorum. çoğu insan için dinlemesi oldukça zor bir şarkı olabilir ve çoğu insan şarkıdan nefret bile edebilir. bu pink floyd'un çoğunlukla aldığı bir risk fakat ben beğenen taraftayım, hem de çok beğenen tarafta.
pink floyd'a pek aşina olmayan insanlara ise önermem. daha garanti şarkılarla başlamakta fayda var. echoes ile başlamak hem echoes'dan hem pink floyd'dan soğutabilir.
okyanusun derinliklerinde yazıldığına emin olduğum, sindirimi kolay olmayan bir pink floyd şarkısı. ve bu şarkıyı kelimelere dökmek adil değil.
“bütün müziklerin dile gelmez derinliği - müzik bu derinlik aracılığı ile bizim tanıdığımız ama bize uzak bir cennet olarak üstümüzde, bizden ötede süzülür - onların en derin doğamızdaki bütün duyguları yankılamasına dayanır. gelgelelim müziğin gerçekliği yoktur; o, gerçekliğin bütün acılarından arınmıştır.” (arthur schopenhauer)
sanırım bu şarkının büyüklüğü müziğin gücünden geliyor. sanatın, duygu ve düşünceye ilham vermesi, hayal gücümüzü harekete geçirerek bizi bir yolculuğa çıkarması gerekiyor. schopenhauer'a göre, estetik bir deneyim olarak sanat, geleceğe ulaşmanın bir yoludur. fakat bu sanatlar arasında, örneğin bir yandan kelimeler, resimler veya heykeller, diğer yandan müzik yoluyla "sadece" tanımlayan, temsil eden ve taklit eden sanatlar arasında bir fark vardır. özellikle müzik, örneğin bir resmin yaptığı gibi taklit etmediği veya kopyalamadığı için çok özel bir yere sahiptir. çünkü müzik, görünmeyen ama bize seslenen bu diri tin, iradenin özüne çok daha doğrudan erişir.
“strangers passing in the street by chance two separate glances meet and ı am you and what ı see is me”
şimdiye kadarki en büyük şarkı sözlerinden biri...
Pink floyd'un evrenin senfonisini yazmaya giriştiği eseri. Pompei konseri kayıtları hala efsanedir. Elektrikleşmeye başlayan dünyada, saf olan ve akustik olanı arama çabası ile hatırlanacaktır bence.
pink floyd'un en derin, en ağır, en trip şarkısıdır. meddle albümünden gümbür gümbür dark side'ın gelişini haber verir.
12/8'lik girişini andrew lloyd webber aşırmış, operadaki hayaletin girişi olarak bilinir olmuş. düşünsene lan en bilinen işinin en ikonik melodisi çalıntı. roger waters boşuna demiyor "siktiğimin parmakları piyano çalarken kırıldı işte" diye. ağırına gitmiş. "oh!" çekiyor adam.
neyse şarkıya dönelim.
evrenin oluşumundan evrime kadar pek çok yere çeken var ama adamların tüm eserlerini gözeterek, daha içsel bir öyküyü anlattığına katılıyorum.
şarkı yalnızlık, özellikle toplum içindeki yalnızlıktır. kahraman kafasını kaldırır, gökyüzüne bakar ve zaman bir an için durur. kafasının üzerindeki albatrosun havada asılı kalması ile kendini dışarıdan gördüğü bir yolculuğa çıkar. şarkı denizaltı sonar sesiyle açılır. denizin altında diğerini arayan "ben buradayım, sen neredesin" diyen bir denizaltı gibidir kahraman. ikinci kıtada, zamanın bir anlık duruşunun ardından (bu anlık kopmalar momentary lapse of reason'a da ilham olacak.) bir yabancıyla birkaç saniyeliğine gözgöze gelir . onun hakkında herşeyi bilmeyi, ona herşeyi anlatmayı ister. Ama bunu yapmaz ve yürür.
son kıtada her seferinde boğazım düğümletiyor. Burada kimse yalnız doğamıştır sorusuna dönüyor. Sanki bir ebeveynin ölümü var. Ben anne derim ama Walters'ın babasına yazdığını düşünen de çıkmış. "ve kimse gözlerimizi kapamayacak, bize nini söylemeyecek" diye devam ediyor şarkı.
Daha iyimser bir yoruma göre, iki yabancının sonarları bir şekilde birbirini bulmuş, gözleri ayrılmamıştır ve beraberlerdir. artık gözlerini kapayacak, ninniler söyleyecek birilerine ihtiyaçları yoktur.