düşlerim uzak ufuklarda dalgın ve içine kapanmış beynim yıldızları görmüyor gözlerim ne soğuk balkonumun taşları ne rüzgar dokunuyor bana üşüme sınırını çoktan aşmışım ruhumun soğukluğuyla kıyaslanamaz vücudum düşüncelerimde yine sen sevgimi üzüntümle birleştiren acılarımı, üzüntülerimi ve seni bir damlaya sığdırıyorum yanağımdan süzülen bir damla yaşa kopup düşüyor bedenimi terkederek islatıyor balkon taşlarını ağlamıyorum. hayır gözlerimden süzülen sensin balkonum olduğundan büyük gözüküyor sense küçücük bir noktacık sonra son bir veda anlamı taşıyan bakışımla balkonu yalnız bırakıyorum gözyaşımla
“gece.
yitik adalar boyunca uzanıyor karanlık deniz
bir martı yitirilmiş bir şeyi umarsızca belli belirsiz
ışık kulelerine yaklaşıp kaçan kanatlı hayvanlar gecede
kahkahalarla sarsılan bir ses. adacıklardayız hepimiz
gözetleme kulelerinde. bir yağmur kuşu, seyrek, siyahçıl, tedirgin
karanlığın içinden geçen bir tren, tek boynuzlu bir at içinde
öylesine geçip gitti işte gizem bize değmeden
bir ara-zamanda duyar gibi olduk bir şeyleri
dökülen inci seslerini belki de
yitikgillerden bir şey, ele geçirilen ve hemen kaybolan
bir öte-zaman sesi aralık bir kapıdan
yanıp sönen bir şey iç denizlerimizde
göksel bir şey sıyırıp geçen bizi
ondan kalan incinmiş kanatlarla uçmaya çalışıyoruz şimdi”
Ay bu gece ne büyük, ne büyük anne Deniz gümüş gümüş, ağaçlar sereserpe Uyudum uyandım, sağıma soluma döndüm Bir balık sıçradı sularda, duydum İki uçurum gibi derinleşti gözlerim Ben onları yıldızlarla, yakamozla doldurdum.
Ay bu gece ne büyük, ne büyük anne Denizi bir halı gibi işledi yalım yalım Sabaha hepsini sökecek, tezgahı güne Bırakıp gidecek -ay yorgun işçisi doğanın Güneş sürdürecek o yorgunluğu kendince.