birçok efsaneye konu olmuş, tarih boyunca fener, yangın izleme, gözcü kulesi gibi birçok amaçla kullanılmış kuledir. kule; yığma taş usulü ile cenevizler tarafından inşa edilmiştir. yüzyıllar boyunca sürekli onarım ve bakım görmüş güzide bir eserdir. çatısı her zaman gördüğümüz şekilde olmayıp önceleri farklı şekillerde de kullanılmıştır. çatının en sağlam halleri osmanlı devleti zamanında inşa edilmiştir.
1204 yılında haçlı seferleri sırasında tamamen tahrip edilmiş ve yaklaşık 150 yıl sonra baştan aşağı yenilenerek tekrar yapılmıştır.
bu yapı esasen galata bölgesinin sınırlarını belirleyen uzun mu uzun surların en kuzeyde birleştiği noktaya yapılmıştır. galata bölgesinin sınırları, galata kulesinden itibaren bir yay şeklinde açılan iki surun haliçte birleşmesi ile belirli olmaktadır. tabi 20.yy ortalarına doğru, adını anmayı bu yapıya saygıdan tercih etmediğim bir yöneticinin, 1800'lü yıllarda popüler olan ve fransa'da ortaya çıkmış kentsel planlama anlayışını berbat bir şekilde uygulatması ile galata kulesinin bir parçası, yine aynı isimdeki bölgenin en önemli ögelerinden biri olan surları parça parça yok etmesi ile bu surların büyük kısmı ortadan kalkmıştır. aynı anlayış uzun yıllar yöneticiler tarafından özellikle bu bölgede tekrarlanmıştır.
yine aynı dönemde kutsal malzeme olan asfalttan yapılmış yolların gazabından kurtulan bir takım sur parçaları (?) ise yeni yapılan asbest ile bezenmiş yapılara istinat duvarı olarak hizmet etmiş, etmektedir.
bölge, ortadokslar tarafından tarihi yarımadada dışlanan ve/veya görece istenmeyen levantenlerin ve tüccarların ikamet ettiği bölge olarak yüzyıllarca kullanılmış, galata kulesi ise bu bölgenin bir çeşit simgesi olmuştur.
galata kulesi, yüzyıllar boyunca ne kadar işlevsel olarak kullanılmış olsa da asıl yapısını yitirmiş, tek başına kalmış zavallı bir mimari yapıdır. kent insanına yalnızca üzerinde yemek yeme ve hayatları birleştireceği umudu aşılayan efsaneleri* gibi ufak güzellikler bırakabilmektedir artık.
yakın zamanda haberlere düşen, galata kulesinin içeriden hiltiyle traşlanması olayı tüm çıplaklığıyla şu şekildedir: kulenin bir takım restorasyon işleri için ihale açılır*, aşırı uygun fiyat çeken bir firma bunu kazanır. tabi bu firma çalışmalara başlar ancak doğru dürüst şantiye şefi dahi yoktur, varsa da pek uğramıyordur. tamamen birkaç cahil işçiye bırakılan bu iş, tarihi yapıya zarar verir bir işlem haline dönüşmüştür.
işçilere verilen görev ise, bir takım niteliksiz ve tarihi özelliği olmayan betonların ve sıvaların traşlanması, tarihi yapının bakım öncesi bu gibi niteliksiz ögelerden kurtulması gibi bir görevdir. tabi işçilerden biri (ki iki işçi çalışmakta) direkt olarak tarihi yapıya hilti vurmaya başlamış, şans eseri bu durum çok geç olmadan fark edilmiştir. yani sorumlulular, bu ihaleyi bu kadar uygun fiyata verebilenler, onay veren koruma kurulu, restorasyon şantiyesinde mimar veya restoratör bulundurmayan firmadır. işçiler de suçlu olmakla birlikte tam olarak suçlu sayılamazlar zira birçok yapıda neyin eserin parçası, neyin başka bir şey olduğunu kestirmek herhangi biri için mümkün olmayabilir. işçinin aldığı emirle ve kendine sonsuz güveniyle gözlerini kapatıp vazifesini yapmış olması olasıdır.