bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
bu başlığı kişisel başlık olarak kullanabilir miyim? -
şöyle bir şey yazmayı denemiştim vaktiyle, sonra silindi her yerden. bir yerde duracaksa burası olsun istiyorum.
#######
bir hikaye var hatırımda,
ait hissedilmeyen odaların tavanlarında okudum.
ne yazık dedim sonra
ne yazık
her şey mahvolduğunda,
dağılmaya insanlığımızdan başladık
kendi içimize doğru.
aynı yalana inananlardık,
ve kötüydük,
çünkü hiçbir ideolojimiz mutlu afrikalar yaratmaya yetmiyordu.
sevmelerimiz sahteydi,
nefretimiz kağıttan,
umudumuz paradan yapılmıştı.
evet aynı yalana inanıyorduk,
ama reddettiğimiz gerçekler yakamızdan düşmüyordu.
biz ise onları ya uykusuzluk,
ya huzursuzluk zannedip tedavi etmeye çalışıyorduk.
ne yazık
her şey mahvolduğunda,
-hatırlıyorum
ne takım elbiseler
ne de dilenciler fark etti bunu.
bu çağın nasıl bir saçmalık olduğunu,
yalnız deliler
çocuklar
hayalperestler
uyumsuzlar
aptallar
ve aşıklar anladı,
ardından hızla kaçtılar kendi harabelerine doğru.
ellerini yüzlerine kapayıp hıçkıra hıçkıra ağladılar önce,
gözyaşları bitince seslerini,
sesleri bitince yüzlerini döktüler.
intikam gibi kuşandılar durup düşünmenin inceliğini,
akılları başka yerdeydi,
sözleri başka seferde.
kahkahaları ciddiyetleri titretir,
umursamaz halleri dünyayı çılgına çevirirdi.
fakat onlar da düştü bir bir: gerçeğin son kaleleri,
ya büyüdüler
ya akıllandılar
ya da koptular birbirlerinden.
ne yazık
her şey mahvolduğunda,
ben bunu bilmiyordum.
çünkü çocuk değildim artık,
delirmedim,
sevmedim,
ben ne aptaldım ne de aşık.
dört bir yanı saran çürümeyi düşe kalka öğrendim.
kendimden bildim, insanın ne olduğunu.
aklımı ve kalbimi aldım karşıma:
dedim ki, "bu çağ hepimizin katili."
yalanı reddetmek istedim,
ama ben de kötüydüm:
ya yanıldım
ya aldandım
ya da yakışamadım gerçek olmaya.
ne yazık -
kendi kendimi yakıp dünyayı kendi kendimin küleri olarak dolaşmak istiyorum. insan değil de gölgesiymişim gibi. hiç sevmemiş, hiç korkmamış, hiç nefret etmemiş ve hiç yalan söylememiş gibi. ellerini açıp yakardığına sırtını dönmemiş ve aynı sırtın "olmak" yüküyle büküldüğünü hiç görmemiş gibi. beni yakmak zor olmamalı ki her gittiğim yerde bir parçamı anı diye bırakabileyim. nihayet tükendiğimde özlem çekmeyeyim, tükendiğimde eminim özlem çekmeyeceğim.
"yaşamak güzel değil mi hocam?" bazen. -
"biliyor musun, sen şimdiki zamanda yaşamıyor sanki, rus romanlarından kaçmış gibisin. yusuf, ne düşünüyorum biliyor musun, keşke her şeyi geride bırakıp uzun bir yolculuğa çıkabilseydik seninle" Sadece Bu Yeterli Değil - Uzaklaşmak (2011)
keşke herkesi ikna edebilsem de sanki hiç yokmuşum gibi yapabilsek. tüm dünya ile bir anlaşma yapsak ve sabah uyandığımızda kendiminki dahil tüm zihinlerden silinmiş olsam.
(sözlüğü böyle boş girdilerle meşgul ettiğim için üzgünüm.) -
tanırdım onu, siz de belki
hani birisi vardı
alaycıydı ama çekingendi sözleri.
yürürdük bazen öğle sonraları sıkıcı saatlerde,
o daha çok dinlerdi,
güzel konuşurdu fakat yazık ki pek sevmezdi.
meraklandım ama asla öğrenemedim,
sormadım da
kim bilir aklından neler geçerdi?
ben yarını düşünüp uyumadığıma kızarken,
o geceleri
hayalini kurduğu dileklere yıldız bekleyerek tüketti.
denizinin yolunu unutan nehirler gibi
dönüp dururdu yatağında
uykusuz
amaçsız akıp gitmelerin peşinde,
ve her yağmurda mahçuptu düştüğü gökyüzüne.
ağıtlar yakardı tutuştuğunda,
kendine savururdu yine kendinin küllerini.
yürüdüğü her yolda
eskittiği adım adım kaygılarını sırtına vurup
yaşadığını zannederdi
ağladı sonra susuz kalmamak için,
buna da şakaklarındaki çocukluk ağrılarını bahane etti.
ayna oldu düştü sokaklara
atılan taşlara aldırmadı,
sorsan zaten kırılıp dökülecekti.
çekinir yazık demezdi tabii, susardı, dalardı
ama bazen sorardı acaba değer miydi?
ah görseniz böyle anlarda
ne çok
cevabına küsmüş sorulara benzerdi.
tanırdım onu,
buradan da çekti gitti
çok uzun sürmedi,
zaten ona göre burası da her yerle birdi.
hepimizden farklıydı ama
mesai saatlerinde en çok bize benzerdi.
son bir kez baktı ardına hatırım için,
yarınlarıma şans diledi. -
özlenen anlarda bugün -
her türlü sesten
ve soluktan
ve boğucu taşra sıcaklarından
"nereye giderse gitsin" yokuşlarından
-nereye giderse gitsin
özellikle yokuşlarından-
***
bazen kapalı kutulara dönüşürüm
ellerim köşesinde öylece unutulur.
hiç aranmamış
bilinmemiş
tanınmamış olmayı dilerim. bencilce.
sıradan bir akşamüstünden hiç mi hiç ayırt edilmem bu vakitler,
hani güneş battığı anda unutulur:
ne sabah ne akşam, ne de kendisi.
sesimi bastırır şehir, yorgun telaşlarla kapanır üzerime.
heveslerimle beslenir.
adresler sorulmaz artık,
çocuklar aniden büyür ve evlerine döner.
evlerine,
ne garip.
kimilerinin anlam vermekten kaçtığı:
televizyonlarına ve kitaplarına ve duvarlarına ve sevgilerine ve sigara paketlerine ve şişelerine ve tekrar sokaklarına --
dur.
nereye kaçacaksın?
uzağa.
ne garip.
belki bir bakışına masum sokak kedilerinin?
yüzüne esen rüzgara?
saçlarından süzülen yağmur damlalarına?
siyah-beyaz fotoğraflara?
daha pek çoğuna elbette:
hayatın içinde yeri olmayan bütün anlara.
bütün sahte güzelliklere.
belki sahte mi gerçek mi fark etmeyecek kadar güzel olana.
neden güzel olana?
bilmiyorum, kaçıyoruz ya!
ne saçma ve ikiyüzlü ve aptalca.
kaçmayı hak etmiyorsun.
kalacak ve tükeneceksin.
peki.
iyi geceler tavan
ve sevgili duvarlarım.
sessizlik.
ve sevgilim, duvarlarım:
"kaçmak yolla olacak iş değil."
elbette değil.
"ancak kaybolabilirsin."
***
ben, her yerde ne çok.
hep karşımda.
ben, olmak istemediğim kadar.
kaçamıyorum. -
(Birbirini tanımayan iki adam. Daha kılıksız olanı diğerinin oturduğu banka çekinerek yaklaşır.)
(Fonda deniz görülmekte ve belli belirsiz dalgalar duyulmaktadır.)
belki biraz canımız yanacaktı,
ama buna değeceğini düşünüyorduk.
- anlamadım?
- biraz vaktinizi alacağım.
(Anlamaz, ancak dinler, belki kırmak istemediğinden, ihtiyatla.)
ben ve duvarlarım
buna değeceğini düşünüyorduk.
kimseye sormadan var olmak istedik
ve çıktık yola.
ne aradığımızı bilmeden, bütün aptallığımızla.
sadece yürümek isteği,
rol yapmadan ve yorulmadan.
inanın efendim, sadece buydu derdimiz.
ah.
- başarabildiniz mi?
- müsaade ederseniz,
biraz ağlayabilmek isterim.
- tabii. iyisiniz ya?
- elbette.
(İlk adam ağlamaya başlar, diğeri şaşkın biçimde uzattığı sigara ile teselliye çalışır.)
...
(Kısa süre sonra toparlanır, gözlerini siler ve sigarayı parmaklarının arasında unuttuğu halde konuşmaya başlar.)
ve çıktık yola, yüzümüz ağrıyordu.
anlıyor musunuz?
yüzümüz
yalandan güldüğümüz her an için
bir başka ağrıyı taşıyordu.
kendi kendimizin maskesini takar olmuştuk,
"kendimiz"
içinde hala üretildiği fabrikanın uğultusuyla,
yepyeni. kusursuz. mutlu.
sahte.
seri üretim hayatlarımız,
onları istemiş olmamızdan vuruyordu bizi.
kederlerimiz bile aynıydı,
kahkahalarımız,
şiirlerimiz aynı hasreti çekiyordu,
aynı denize karşı aynı sigara dumanları
"aah" diyordu.
ah.
- çakmağınızı ödünç alabilir miyim?
hep kaybediyorum.
- tabii bayım, buyurun.
(Her ikisi de sigaralarını yakarlar, aynı çakmağın aynı ateşiyle.)
...
evet, ah.
hep kaybediyorum.
isteyerek olmuyor elbette,
ama hangisi oluyor ki?
kaybetmek de bir özen ister efendim,
kendince değer görmek,
doya doya hissedilmek ister.
- siz hiç kaybettiniz mi?
- çakmağımı mı?
- hayır canım, kendiliğinizi
kendiliğinizi hiç kaybettiniz mi?
ışık dayanmaz bulmaya, karanlık aratmaz.
ben önce duvarlarımı kaybetmiştim,
seviniyordum,
"artık ben olabilirim" diye,
oysa onlardan ibaretmişim.
onlarda ve onlarla saklanmışım hep.
baksanıza:
beceremediğim kendim olabilmeyi,
duvarlarım yıkılınca kaybettim!
anlıyor musunuz?
ne korkunç!
varlığınız hiç sakladığınız kadar oldu mu?
sizin varlığınız hiç,
saklandığınız yer oldu mu?
ve kaçtığınız.
- yol demiştiniz bayım?
nereye vardınız?
- farkına efendim.
kendimin, ne olmadığımın.
hem yalnız olduğumun hem yalnızca olmadığımın.
(İkinci adam bir süre denize bakar, belki kendini düşünerek, belki hiç düşünmeyerek, kim bilir?)
- müsaade ederseniz,
biraz ağlayabilmek isterim?
(İkinci adam ağlamaya başlar, diğeri şaşkın biçimde uzattığı sigara ile teselliye çalışır.)
(Perde kapanır.)
...
(Perde yeniden açılana kadar, aradan zaman geçtiğini belirten hafif bir müzik duyulur.)
(Birbirini tanımayan iki adam. Daha kılıksız olanı diğerinin oturduğu banka çekinerek yaklaşır.)
(Fonda deniz görülmekte ve belli belirsiz dalgalar duyulmaktadır.)
adam bağırır, bir başka hikayeyi:
"belki biraz canımız yanacaktı,
ama buna değeceğini düşünüyorduk." -
tanrı toprağı pişirirken böyle mi hayal etmişti bilmiyorum.
o da içini çeker mi dünyaya bakarken
yoksa kaçırır mı gözlerini açlıkla sınanan çocuklarından?
otoriteyle imtihanını geçememiş, sessizliği farz bilen coğrafyalar
kaç unutmaya satar mutluluğu?
ya onlardan başını çevirebilmek kaç ruh tüketir?
her şeye rağmen bir yaz yağmurunun sıcak dokunuşu
umuda dair neler uyandırır
hevesi tutuşmaya çoktan razı sus bakışlarda
bilmiyorum.
kendimi dağılmış satırlarla baştan yaratırken,
bir hilkat garibesi olmaya soyunurken günün dakikalarında,
caddelerinde dolaşırken
otogarlarında soğuktan titreyen ellerle saatimi yoklarken,
kimse sormuyor "neyin nesi"
tek merak ettikleri inanamadan:
kim bilir kimin sesiyim.
tenimden geriye sadece dumanı tüten yıkıntılar kalıyor bakışlarının altında,
bu harabeden geriye nasıl doğarım bilmiyorum.
sapsarı öfkeye kesmek bir akşamüstünün alaca aydınlığında,
kavga ise ne ile kavga?
neyse ki yıkmak istediğimin yolunu bilmiyorum.
bırak seller alsın bırak ne sen ne de ben kurtulalım bu tufandan,
nihayet barıştım boğulmakla,
ama ölümü kabullenmek aldığım nefese ihanet mi
bilmiyorum
bileğimdeki ağrının rengini. -
ne kalır yaşamaktan geriye,
yüzüne çarpan rüzgar mı yalnız?
günün hangi saati,
ellerinden döktüğün yıldızları toplamanın vaktidir,
kimsenin sormadıklarından aklını inşa etmenin vaktidir,
bakışlarını taktığın noktaya dünyayı sığdırmanın vaktidir?
vakit bu vakitse
yaşamaktan ne kalır geriye,
hem yalnız rüzgar mı yüzüne çarpan?
ya kapılar
unutuluşlar
otogar soğukları
aptal ağıtları
ellerin
biliyor musun siyahı renkten saymıyorlar burada,
geceyi günden.
denizi yalnız kıyısı için sevip
ağacın omuzlarına gölgeyi yüklüyorlar bilmeden.
akıp gitmeyi görmeden var olmaya anlamı.
ve uykularımı kaçıran,
peki burası ise gerçek?
peki.
o zaman acımaz sahteliğim
o zaman,
kimseler bilmeyecek ama var mı ziyanı
bilmek de anlamsız kaldığı zaman?
ne kalır yaşamaktan geriye,
yüzüne çarpan rüzgar mı yalnız?
yazık yüzüne çarpan rüzgar bile mi yalnız.
-
"...
paris’in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
on beş dakika sonra bordeaux’ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak
ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
..."
attila ilhan - kaptan -
"...
herkesin yalnız klarnet çalarken duyduğu
kendinin öksüzü ıslak bir adam.
benzemem diye düşünürken
müsvedde oldum ona.
..."
kemal varol - küfran -
"namluya dayanır yola dalarsın
duruşun bakışın yaman be ali
boşuna tetiği ne kurcalarsın
var daha ateşe zaman be ali
..."
faruk nafiz çamlıbel - ali -
"...
Dostum üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum -Korkma
Kaçıyorum -Kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper
..."
cahit zarifoğlu - ağaçlar