özellikle 5 albümü hem death metal içinde hem de grup olabilme kimliğinde müthiş bir bütünlük barındırır*****. the gallery'nin progressive havası, the mind's i'ın benlik çatışmaları, projector'un öfke ve hırsı, damage done'ın "hasar tespiti" ve fiction'ın hayal dünyasını ortalığa saçması birlikte düşünüldüğünde, 5 albümlük tek bir albüm ortaya çıkıyor. grup zaten skydancer zamanında hangi türe kayacağına karar veremediği ve bir süre de bocaladığından dolayı, müzikal altyapıyı türe göre geliştirmemeye karar vermiş durumda artık. bu karar da, dinlediğim son albümleri olan construct'a kadar böyle devam etmişti.
grubun beyni olan (bkz: mikael stanne)'nin scream vokalden brutal vokale dönüş yapması bir milat olmuştu. the gallery ile gelen zafer, 2002-2007 arasında çılgınlar gibi albüm satışı yapmalarını sağladı. özellikle japonya ve genel olarak uzak doğu'da sonata arctica ile birlikte albümü en çok satılan ve dinlenen metal grubu olmaları da, yenilik dozunu iyi ayarlamalarıyla alakalı.
ayrıca, grubun bir de 2008 sonlarına piyasaya sürülen, milano'daki konserinin kaydından oluşan (bkz: where death is most alive) konser dvd'si vardır. youtube'da da bulabilirsiniz.
azcık metal müziğin ucundan bucağından tutuyorsanız muhakkak seversiniz. bi girdimde yazmıştım ben çok anlamıyorum bu metal müziğin dallarından. death midir, power mıdır, black midir ama bu adamların metal tarzı yormuyor insanı. özellikle çalışırken arkada usul usul çalarken iyi kafa dağıtıyor.
atoma'nın üzerinden geçen 4 yılın ardından yeni albümleri moment 'ı 2 gün önce satışa sürmüş olan isveçli efsanevi grup.
geçen yıl kurduğu solo black metal grubu mitochondrial sun nedeniyle, grubun en uzun süre sololarını atmış olan niklas sundin'in gruptan ayrıldığını yeni öğrendim ve şok oldum. mikael stanne dt için ses anlamına geliyorsa, sundin de kalp oluyordu. basçı mikael niklasson ve efsanevi martin henriksson gruptan ayrıldığında böyle hissetmemiştim ama sundin'in ayrıldığını görmek fena halde üzdü beni. dt'nin kuruluş adı olan "septic broiler"'dan beri bir arada kalmayı başarmış kurucu ekipten sadece stanne ve davulcu anders jiverp kalmış durumda. halâ şoktayım.
sundin'in yerine, gruba, arch enemy yıllarında silik görünen (anthems of rebellion hariç tabii), abisi michael amott kadar yetenekli solocu christopher amott ve şarkı sözü yazarlığı da bulunan solocu johan reinholdz katılmış. üçük kardeş amott'un yıllar içinde metalin sert ve ekstrem türleriyle arasına mesafe değil, adeta duvar ördüğü bilinen bir gerçek. stanne'nin brutal vokalini şarkılardan sildiğinizde, moment'taki amott etkisine ulaşmış oluyorsunuz; gittikçe progresifleşen ritimler, klavyenin dozuna göre şekillenmeye mahkum edilmiş riffler. reinholdz'u hiç duymamıştım ama onun da dt'nin yeni dönemi üzerine etkisi aynı düzeyde olacakmış gibi hissediyorum.
albüm, stanne albümü olmuş. eşsiz brutal vokalini bir kenara bıraktığınızda ise, dt'den geriye kalanların neler olduğunu görebilmek için bir eleğe ihtiyacınız oluyor. geçen 10 yılda opeth'te de aynı şeyi gözlemlemiştim ama dt'nin bu hale geleceğini aklımın ucuna bile getirmiyordum. standstill ve phantom days'i dinlerseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. albümde beni biraz da olsa heyecanlandıranlar ise; kafaya çiviler çakan the dark unborn, fazla ağlak bir ağıt olan in truth divided ve hedon çakması olduğunu düşündüğüm silence as force. stanne hatrına albümün hepsini dinledim. pişman da değilim, mutlu da.
lütfen bir 5 yıl daha singlelara, albümlere bulaşmadan durun, salgından sonra bol bol konser verin. ilk gençliğimden beri dinlediğim melodik death metal, sizin şu halinizi geçmişiniz üzerinden fena halde eleştirip itin götüne sokacaktır. üzüntüm buna.
Uzun zamandır hayatın hızına yetişemiyorum. Müziğin hızına yetişmekse hayli zor. Bir süre zamansızlıktan özenle seçerek bir şeyler dinlemek yerine spotify'ın sunduğu müzikleri dinlemekle beraber, arada bir gelen Türkçe rock şeytanlarını doyurmakla meşguldüm. Fakat artık buna bir dur demek gerek, çünkü beni ben yapan müziğe ara verdiğimde, kendimden de bir o kadar uzaklaşmış, yaşamın bana sunduğu vasat tatlara eyvallah der halde buluyorum kendimi.
Müziğin hızına yetişmek zor demiştim, cidden çok zor. Sevdiğim gruplardan onlarca yeni albüm, sevdiğim türlerden onlarca yeni grup çıkıyor. Ve ben önüme düşen ve bana keyif vereceğini düşündüğüm her şeyi dinlemeye vakit ayırmak için kendimi stres altında bırakıyorum ve aslında bunu yenileri dinlemeyi sevdiğim için yapıyorum. Sevmek yaşlandırıyor :p
Buna da dur demek lazım, yaş geçiyor. Her şeye yetişmek mümkün değil. Biraz da dinlemekten zevk aldığım ama yeterince hazmedemediğim albümlere dönüyorum. Bunlardan biri de dark tranquility'nin 2007 çıkışlı fiction albümü oldu. Cidden durup düşünüyorum, yok böyle bir lezzet. Bilmiyorum son 3-4 yılda çok albüm kaçırdım, ama eskiler gitgide daha kıymetli oluyor gözümde. İsveç death metalini gösterişten uzak, melodik ögeleri bu kadar yerinde kullanan en baba gruplardan dt. Fiction döneminin kadrosu da nefis. Çok ayrılık olmuş o günden bugüne. Fakat ne olursa olsun dt, türünün en nadir örneklerinden.